- 297 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
FİLİSTİN' DE BİR GÜN
Bu böyle olmamalı, neden bizim kaderimiz böyle diye, onlarca sorular, kafasında dolaşıp
durdu.Filistin direnişinde bu yüzden yer almış, İsrail’ e karşı hareketlerini daha somut bir zeminde göstermek istemişti. Bu topraklar önemliydi hem de su götürmez bir biçimde...Bilhassa Kudüs…Üç dinin kutsalı Kudüs…Dünyanın gözünün kulağının orada olduğu, kalbinin attığı Kudüs…
Bütün bunları düşünürken yatağından doğruldu. Elini yüzünü yıkadıktan sonra birkaç şey atıştırıp işe gitmek için yola koyuldu. Kudüs sokaklarında ilerlerken sağında solunda bir sürü insanlar, kimi bir şeyler satmakta, kimi dükkanların önünde otobüs beklemekte idi. En dikkat çekici olanı da, insanların yüzlerindeki umutsuzluğun çehrelerine yansımasıydı. Suratların düşük olması Yusuf’ a, 14. Yy.’ da yaşamış ünlü İtalyan ressam Da Vinci’ yi hatırlatmıştı. Da Vinci tablolarını yaparken, İtalya’ nın Milano cadde ve sokaklarında yüzü asık insanları arar ve bu insanların tablolarını yaparmış. Da Vinci, yüz kaslarını anlamlandıran bir sanatçıydı. Ruh halini en iyi ifade eden, bir insanın yüzüydü çünkü… Yusuf, insanlara bakarken ;
--İlginç ! Demekten kendini alamadı, zihnindeki bilgileri harmanlamaya devam etti;
Da Vinci ve birçoğuna göre Kudüs Hz.İsa’ nın son kez akşam yemeği yediği yerdi… Da Vinci’ nin, Son Akşam Yemeği eserini oluştururken, oradaki havarilerin yüz ifadelerini de tablosuna yansıtması, tabloda, kimin ne yapmak istediği, içinde hangi fikirleri taşıdığı söz konusuydu. Tablolarındaki sır ve şifreler buradan gelmekteydi belkide…
Cadde üzerinde bulunan kütüphane yola bakan bir konumda ve ikinci kattaydı. Altında çeşitli dükkanların olduğu kütüphane, oldukça kalabalıktı, yani Kudüs’ de kıt kanaatlerle okuyan öğrenciler eksik olmuyordu. Yusuf, yolda yürürken arkadaşlarıyla selamlaşıp merdivenlerden çıkarak kütüphanedeki yerini aldı. Birlikte çalıştığı Saif ismindeki mesai arkadaşıyla aynı işi yapıyordu. Saif’ de 24 yaşında İstanbul’ da üniversite tahsilini, tıpkı Yusuf gibi çevredeki halkın yardımlarıyla, sanat tarihi bölümünü bitirerek yapmıştı..Yusuf ‘ la birlikte, ülkesinin malum durumundan ötürü ancak kütaphanede kitapları düzeltme işinde kendine yer bulabilmişti. Yine de iki arkadaş, diğer akranlarından şanslı sayılırlardı. İstanbul’ da okudukları sırada Türk dostları okuldan arkadaşları Ahmet’ in rehberliğinde, İstanbul’ un tarihi dokusuyla iç içe yaşamışlar, Topkapı Sarayı, Ayasofya, Sultanahmet ve nice tarihi yerleri gezmişler, bunun yanı sıra okullarının verdiği avantaj ile de Osmanlı tarihini okumuşlardı. Bir zamanlar Osmanlı yönetimi altındaki Filistin ve özellikle Ortadoğu üzerinde araştırmalar yapmış, Osmanlı zamanındaki barış, adalet ve hoşgörü ortamını öğrenmişlerdi. Fransız İhtilali’ n den sonraki gelişen milliyetçilik akımı tüm dünyayı etkilemiş, diğer taraftan Ortadoğu bölgesinde, Osmanlı yönetimi altındaki Suudi Arabistan Mekke emiri Şerif Hüseyin, oğlu Kral Faysal ve diğer oğlu Kral Abdullah’ ın, İngiliz siyasetiyle, milliyetçilik akımının verdiği bir dürtüyle S.Arabistan, Suriye, Filistin topraklarında Osmanlı’ ya baş kaldırmışlardı…Kral Faysal’ a Irak, Kral Abdullah’ a da Filistin’ den kopartılan Ürdün’ ün verilmesi gerçeği, hepsi de tarih sahnesinde yer alan gerçeklerdi.
--Biliyor musun dedi Saif, dün yine İsrail askerleri ile bizimkiler arasında çatışma çıkmış.20 kişilik gruptan üç kardeşimiz öldürülmüş sekiz kişiyi de tutuklamışlar. Yusuf kitap raflarından yüzünü Saif’ e doğrultarak;
--Biliyorum dostum, yolda gelirken birkaç arkadaşla karşılaştık onlardan aldım haberi.
Saif;
--Nolur bizim halimiz böyle baskı altında, silahlı taciz, çatışma seslerinin arasında ölümle burun buruna mı yaşayacağız?
Yusuf yine başını doğrultarak çaresiz bir şekilde Saif’ den tarafa boş gözlerle baktı. Aslında bu çaresiz boş bakışlar değildi. İçinde fırtınılar kopuyordu. Yusuf ölümle iç içe yaşamanın verdiği psikoloji ile ölüme, belki de çaresizliğe meydan okuyordu. Ölümden korkusu yoktu, biliyordu ki ölüm bir son değildi. Hakkıyla yaşanan bir hayatın sonu ölümde olsa, ahirete açılan bir kapıydı ölüm. Aklına Peygamberimiz Hz.Muhammed (Sav)’ in bir hadisi aklına geldi “ Tüm lezzetleri yok edip acılaştıran ölümü çok hatırlayın”. Bir de Sigmund Freud’ un “Hayatın bütün gayesi, ölümdür “ sözü geldi. Gerçekten niçin yaratılmıştık? Dünyaya geldiğimiz andan itibaren bütün hücreler çoğalmakta ve ölmekte, an ve an zaman geçtikçe yaşlanmaktayız. Kaçınılmaz bir şekilde başlangıcı olan sona doğru ilerlemekteyiz. Adeta ölüme doğru yol alan yelkenli bir gemi misali…Bu, tutsaklığa kabullenmek değildi elbet, Kudüs ’de Filistin’ de yaşanan zalimin zulmüne verilen tepkiydi.
İrfan Yıldırım Çevik
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.