- 371 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KUDDUSİ, Tarik-ul Kur'an Tefsiri (Tur) TAMAMI
KUDDUSİ, Tarik-ul Kur’an Tefsiri
TÛR SÛRESİ
Bütün müfessirlerrin görüşüne göre tümüyle Mekke’de inmiştir. 49 âyet-i kerimedir.
TUR SURESİNDE AHKAM AYETİ,
,,أَحْكَامُ الْقُرْآنِ ( الْجَصَّاصِ)
قوله تعالى -: {وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّك حِينَ تَقُومُ} قَالَ ابْنُ مَسْعُودٍ وَأَبُو الْأَحْوَصِ وَمُجَاهِدٌ:
" حِينَ تَقُومُ مِنْ كُلِّ مَكَان سُبْحَانَك وَبِحَمْدِك لَا إلَهَ إلَّا أَنْتَ أَسْتَغْفِرُك وَأَتُوبُ إلَيْك ".
وَرَوَى عَلِيُّ بْنُ هَاشِمٍ قَالَ: سُئِلَ الْأَعْمَشُ أَكَانَ إبْرَاهِيمُ يَسْتَحِبُّ إذَا قَامَ مِنْ مَجْلِسِهِ أَنْ يَقُولَ سُبْحَانَك اللّهمَّ وَبِحَمْدِك لَا إلَهَ إلَّا أَنْتَ أَسْتَغْفِرُك وَأَتُوبُ إلَيْك ؟ قَالَ: " مَا كَانَ يَسْتَحِبُّ أَنْ يَجْعَلَ ذَلِكَ سُنَّةً ". وَقَالَ الضَّحَّاكُ عَنْ عُمَرَ: " يَعْنِي بِهِ افْتِتَاحَ الصَّلَاةِ "
قَالَ أَبُو بَكْرٍ: يَعْنِي بِهِ قَوْلَهُ: سُبْحَانَك اللّهمَّ وَبِحَمْدِك وَتَبَارَكَ اسْمُك، إلَى آخِرِهِ وَقَدْ رُوِيَ عَنْ النَّبِيِّ صلّى اللّه عليه وسلّم أَنَّهُ كَانَ يَقُولُ ذَلِكَ بَعْدَ التَّكْبِيرِ وَقَالَ أَبُو الْجَوْزَاءِ: " حِينَ تَقُومُ مِنْ مَنَامِك "
قَالَ أَبُو بَكْرٍ: يَجُوزُ أَنْ يَكُونَ عُمُومًا فِي جَمِيعِ مَا رُوِيَ مِنْ هَذِهِ التَّأْوِيلَاتِ. قوله تعالى -: {وَإِدْبَارَ النُّجُومِ} رُوِيَ عَنْ جَمَاعَةٍ مِنْ الصَّحَابَةِ وَالتَّابِعِينَ أَنَّهُ رَكْعَتَا الْفَجْرِ.
وَقَدْ رُوِيَ عَنْ النَّبِيِّ صلّى اللّه عليه وسلّم أَخْبَارٌ فِي رَكْعَتَيْ الْفَجْرِ، مِنْهَا حَدِيثُ سَعْدِ بْنِ هِشَامٍ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ: قَالَ رَسُولُ اللّه صلّى اللّه عليه وسلّم: {رَكْعَتَا الْفَجْرِ خَيْرٌ مِنْ الدُّنْيَا وَمَا فِيهَا}
وَرَوَى عُبَيْدُ بْنُ عُمَيْرٍ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ: {مَا رَأَيْتُ رَسُولَ اللّه صلّى اللّه عليه وسلّم أَسْرَعَ إلَى شَيْءٍ مِنْ النَّوَافِلِ إسْرَاعَهُ إلَى رَكْعَتَيْ الْفَجْرِ وَلَا إلَى غَنِيمَةٍ}.
وَرَوَى أَيُّوبُ عَنْ عَطَاءٍ أَنَّ النَّبِيَّ صلّى اللّه عليه وسلّم قَالَ: {الرَّكْعَتَانِ قَبْلَ صَلَاةِ الْفَجْرِ وَاجِبَتَانِ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ}.
وَرُوِيَ عَنْهُ أَنَّهُ قَالَ: {لَا تَدَعُوهُمَا فَإِنَّ فِيهِمَا الرَّغَائِبَ} وَقَالَ: {لَا تَدَعُوهُمَا وَإِنْ طَرَقَتْكُمْ الْخَيْلُ}. آخِرُ سُورَةِ الطُّورِ.
TÛR SÛRESİ
1-وَالطُّورِ 2-وَكِتَابٍ مَّسْطُورٍ 3-فِي رَقٍّ مَّنشُورٍ 4-وَالْبَيْتِ الْمَعْمُورِ 5-وَالسَّقْفِ الْمَرْفُوعِ 6-وَالْبَحْرِ الْمَسْجُورِ 7-إِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ لَوَاقِعٌ 8-مَا لَهُ مِن دَافِعٍ
"Tûr’a; satır satır yazılmış, ince deri üzerine yayılmış kitaba; ma’mur eve, yükseltilmiş tavana, dolan denize andolsun ki, Rabbinin azâbı mutlaka vuku bulacaktır. Ona engel olacak hiç bir şey yoktur."
Tûr, Allah Teâlâ’nın, Mûsa (aleyhisselâm)’a onun üzerinde iken konuştuğu dağdır. Medyen’dedir.
“Satır satır yazılmış " kitap.” Kur’ân’dır. Nekra kılınmıştır; çünkü, diğer kitaplara karşı üstün kılınmış bir kitaptır.
Yada levhi mahfuzdur. Ya da Tevrât’tır.
(rak) , “İnce deri” sayfadır. Ya da, üzerine yazı yazılan deridir.
“Yayılmış” ; açık, mühürsüz ya da görülen demektir.
“.ma’mur...” yani mukabil demektir. O, gökte Kâ’be’nin tam hizasında, mukabilinde bulunan evdir. O’nun mamurluğu, O’nu ziyaret eden meleklerin çokluğuyladır. Rivâyet edildiğine göre, O’na her gün yetmiş bin melek giriyor, çıkıyor ve bir daha ebedî olarak oraya dönmüyor.
Hacılarla ve umrecilerle ma’mur olduğu için “o Kâ’be’dir” de denilir.
“Yükseltilmiş tavan” yani gök, ya da arş. “... dolan deniz...” dolan ya da yanan deniz demektir.
Rabbinin azabı mutlaka vuku bulacaktır. Bu cümle daha önce geçen yeminin cevabıdır.
Yani, “Rabbinin kâfirlere vâdettiği azap mutlaka vuku bulacaktır. veya inecektir.” Denmiştir.
“Ona engel olacak bir şey yoktur.” Hiçbir engel ona mani olmaz.
Yani; vuku bulacaktır, def edilmeyecektir, demektir.
9-يَوْمَ تَمُورُ السَّمَاء مَوْرًا
"O gün gök, şiddetle sarsılıp çalkalanır."
O gün o azap gününde gökler, değirmen gibi dönmeye başlar ve gemi, yolculariyla dalgalandığı gibi dalgalanır.
Diğer bir görüşe göre ise, yani göklerin kısımları karışmaya başlar.
تفسير الماوردى
{ يَوْمَ تَمُورُ السَّمَآءُ مَوْراً } فيه سبعة تأويلات
-أحدها : معناه تدور دوراً ، قاله مجاهد ، قال طرفة بن العبد :
صهابية العثنون موجدة القرا
بعيدة وخد الرجل موارة اليد .
-الثاني : تموج موجاً ، قاله الضحاك .
-الثالث : تشقق السماء ، قاله ابن عباس لقوله تعالى { فَإِذَا بُسَّتِ الْجِبَالُ بَسّاً } الآية .
-الرابع : تجري السماء جرياً ، ومنه قول جرير :
وما زالت القتلى تمور دماؤها
بدجلة حتى ماء دجلة أشكل
-الخامس : تتكفأ بأهلها ، قاله أبو عبيدة وأنشد بيت الأعشى :
كأن مشيتها من بيت جارتها
مور السحابة لا ريث ولا عجل
-السادس : تنقلب انقلاباً .
-السابع : أن السماء ها هنا الفلك ، وموره اضطراب نظمه واختلاف سيره ، قاله ابن بحر .
10-وَتَسِيرُ الْجِبَالُ سَيْرًا
"Dağlar sür’atle yürür."
Dağlar sür’atle yürür. Yeryüzünden silinir ve yok olur.
Bazı âlimler şöyle derler: ”Dağlar, bulutlar gibi hareket ederler. Bu hareket o günün dehşetinden yarılıp, sonunda atılmış pamuk haline dönerler."
11-فَوَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ
"O gün yalanlayanların vah haline!"
"Veyl" helâk olan kimseye söylenen bir sözdür. Yani sadece Allah’ı, Rasûlünü ve kıyamet gününü yalanlayanlara mahsustur. Mü’minlerin asîlerine değil.
O günün çetin azabı onlar için olacaktır.
"Rabbinin azabı mutlaka gelecektir" (Tur, 7) Bunun, kimin başına geleceğini bu ayeti kerime beyan etmemiştir.
12-الَّذِينَ هُمْ فِي خَوْضٍ يَلْعَبُونَ
"Ki onlar daldıkları batıl içinde oynar dururlar."
Ki onlar daldıkları batıl içinde oynar dururlar. Yani batıl içerisinde gider gelirler. ve batılı savunurlar.
Onların dünyanın kazanç yollarıyla oyalanıp daldıklarını, herhangi bir hesap ve amellerin karşılığının görülmesini hatırlamadıklarını kastettiği de söylenmiştir.
Bu onların Hz.Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın durumunu yalanlamaya dalışlarına da İşarettir.
13-يَوْمَ يُدَعُّونَ إِلَى نَارِ جَهَنَّمَ دَعًّا
"O gün onlar, cehennem ateşine sürülüp itileceklerdir."
Cehennem bekçileri onların ellerini boyunlarına bağlarlar, alınlarını da ayakları ile bir araya getirip yüz üstü cehenneme doğru iterek boyunlarından da onları şiddetle dürterek götürürler, veya boyunlarından çekilerek ta cehennem ateşine varıncaya kadar onlara bunu yaparlar.
"O günde cehenneme davet olunurlar." diye şeddesiz olarak okumuşlardır.
-تفسير الكشف والبيان (الثعلبي)
{يَوْمَ يُدَعُّونَ} يُدفعون {إِلَى نَارِ جَهَنَّمَ دَعًّا} دفعاً ويُزعجون إليها إزعاجاً،
وذلك أنّ خزنة النار يغلّون أيديهم إلى أعناقهم ويجمعون نواصيهم إلى أقدامهم ثم يدفعونهم إلى النار دفعاً على وجوههم،
وتجافى أقفيتهم حتى يردوا النار.
وقرأ أبو رجاء العطاردي {يوم يُدعَوْن إلى النار دعاءً} بالتخفيف من الدعاء. قالوا : فاذا دَنَوْا من النار قالت لهم الخزنة :
14-هَذِهِ النَّارُ الَّتِي كُنتُم بِهَا تُكَذِّبُونَ
"O gün onlara şöyle denecektir: "Dünyada yalanladığınız cehennem ateşi işte budur."
Ey Rasûlüm, Rabbinîn azabı, göğün şiddetle çalkalandığı ve dağların yerlerinden kopup yürütüldükleri gün, kafirleri yakalayacaktır.
Kıyamet gününde onlara; işte sizin dünyada iken inkâr ettiğiniz ve içine girmeyi yalanladığınız ateş budur. denilecektir.
-تفسير الطبري
و قوله: (هَذِهِ النّارُ التي كُنْتُمْ بِها تُكَذّبُونَ)
يقول تعالى ذكره: يقال لهم: هذه النار التي كنتم بها في الدنيا تكذّبون، فتجحدون أن تردّوها، وتصلوها، أو يعاقبكم بها ربكم، وترك ذكر يُقال لهم، اجتزاء بدلالة الكلام عليه
15-أَفَسِحْرٌ هَذَا أَمْ أَنتُمْ لَا تُبْصِرُونَ
"Bu bir büyü müdür? Yoksa hâlâ görmüyor musunuz?"
"Bu bir büyü müdür? Bu, onları kınama ve azarlamadır. Dünyada iken vahiy (Kur’an) için büyüdür derdiniz.
Siz habere karşı kör olduğunuz gibi haber verene karşı da mı kördünüz?”
Bu da onları azarlama ve onlarla alay etmedir.
Yoksa iddianıza göre dünyada, başka değil gözlerimiz bağlanmıştır, dediğiniz zaman gözleriniz bağlandığı gibi burada da mı bağlandı?
Şu anda gözlerinizle gördüğünüz "bu (azâb) bir büyü müdür? yoksa siz mi görmüyorsunuz?" denilir.
-تفسير البغوي
{ أفسحر هذا }، وذلك أنهم كانوا ينسبون محمداً صلى اللّه عليه وسلم إلى السحر، وإلى أنه يغطي على الأبصار بالسحر، فوبخوا به،
16-اصْلَوْهَا فَاصْبِرُوا أَوْ لَا تَصْبِرُوا سَوَاء عَلَيْكُمْ إِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
"Girin oraya; ister sabredin ister sabretmeyin; size birdir. Ancak yaptığınız şeyle cezalandırılıyorsunuz!"
Dünyada iken kendilerine gönderilen mucizelerin ve dinlerin sihir olduğunu iddia edenler, âhirette cehennem azabına atılınca, cehennem azabının dünya azabından farklı olduğunu bundan kurtuluşun ve kaçışın bulunmayacağını gördüklerinde; {سواء علينا أجزعنا أم صبرنا} "Şimdi biz sızlansak da, sabretsek de bizim için birdir." (İbrahim,21) Demekten başka çareleri yoktur.
Onlara, sabredip etmemeniz sizin için bir şey değiştirmeyecektir. Sizler ancak yaptıklarınızın karşılığı olarak cezalandırılıyorsunuz ve işlediğiniz günahların cezasını çekiyorsunuz?
Âhirette yapacağınız sabır, itaat ve baş eğme, size hiçbir fayda sağlamaz. Özetle onlara denilecek şudur: {قَالَ اخْسَؤُوا فِيهَا وَلَا تُكَلِّمُونِ} ”Orada alçaldıkça alçalın! Benimle konuşmayın artık. ” (Mü’minûn: 108)
-تنوير المقباس من تفسير ابن عباس
{ اصلوها } ادخلوها يعنى النار
{ فاصبروا } على عذابها
{ أو لا تصبروا } على عذابها
{ سواء عليكم } الجزع والصبر
{ إنما تجزون ما كنتم تعملون } وتقولون فى الدنيا
17-إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَعِيمٍ
"Şüphesiz müttakiler, cennetler ve nimetler içindedirler."
Yüce Allah kâfirlerin durumunu belirttikten sonra, mü’minlerin de durumunu belirterek;
"Şüphesiz müttakiler, cennetler ve nimetler içindedirler."Yani muttakilere mahsus, onlar için yaratılmış cennetler ve nimetler içindedirler. En büyük nimet ise Allah’ın mü’minlerden razı olmasıdır.
تنوير المقباس من تفسير ابن عباس
ثم بين مستقر المؤمنين أبى بكر وأصحابه فقال
{ إن المتقين } الكفر والشرك والفواحش
{ في جنات } فى بساتين
{ ونعيم } دائم
18-فَاكِهِينَ بِمَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ وَوَقَاهُمْ رَبُّهُمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ
"Şüphesiz muttakîler Rablerinin kendilerine verdikleriyle sevinerek cennetlerde ve nimet içindedirler. (Zira) Rableri onları cehennem azâbından korumuştur."
Muttaki kullar, bağlar ve bahçeler içindeki sayısız nimetlerle zevkleneceklerdir. Cennet meyvelerinden yiyeceklerdir. Çünkü onlar
şirk koşmaktan ve Allah’ın men ettiği (fuhşiyyâttan) uzak durdular.
Allah (celle ve ala) cehennem azabını onlardan uzaklaştırdı. Onları korudu.
Yani o müttakîler, Rablerinin kendilerine verdikleri nimetler ve cehennem azabından koruması sebebiyle zevk alarak cennetler ve nimetler içindedirler.
-تفسير الماوردى
{ فَاكِهِينَ بِمَآ ءاتَاهُمْ رَبُّهُمْ } فيه خمسة أوجه :
أحدها : معجبين ، قاله ابن عباس .
الثاني : ناعمين ، قاله قتادة .
الثالث : فرحين ، قاله السدي .
الرابع : المتقابلين بالحديث الذي يسر ويؤنس ، مأخوذ من الفكاهة ، قاله ابن بحر .
الخامس : ذوي فاكهة كما قيل : لابن وتامر ، أي ذو لبن وتمر ، قاله عبيدة ، ومعنى ذلك ، أنهم ذوو بساتين فيها فواكه .
19-كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئًا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
"Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yiyin, için"
Yüce Allah (celle ve ala) Cennet ahalisine: "Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yiyin, için" { هنيئا }; (بلا داء ولا إثم ولا موت) Henîen’den kasıt orada hastalığın, günahın ve ölümün olmayacağıdır.
Bunun üzerine cennet ehli; birinci ölümden sonra bir daha ölmeyeceğiz değil mi? Azap da görmeyeceğiz ha!" derler.
20-مُتَّكِئِينَ عَلَى سُرُرٍ مَّصْفُوفَةٍ وَزَوَّجْنَاهُم بِحُورٍ عِينٍ
"Sıra sıra dizilmiş tahtlara yaslananlar olarak. Biz onları şahin gözlü hurilere eş yaptık."
Cennettekiler, cevahirle yakutlarla süslenmiş tahtlar üzerinde nîmetlenmek suretiyle hoş vakit geçirirler. Sıra sıra tahtlar üzerinde karşılıklı oturarak hoş sohbet ederler.
İbn Merdûye, Ebû Umâme’den bildirir: Adamın biri Hz. Peygamber’e (sallallahu aleyhi vesellem): "Cennetlikler birbirlerini ziyaret ederler mi?" diye sorunca Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) şu karşılığı verdi:
"Beni hakla gönderene yemin olsun ki evet, ziyaretleşirler. Üzerlerinde ipekten yumuşacık sergiler olan güçlü develer üzerinde birbirlerini ziyarete giderler. Ancak dereceleri daha yüksek olanlar daha alt derecedekileri ziyaret ederken alttakiler üsttekileri ziyaret edemezler. Zira orada da insanlar derece derece olacaklardır. Kollarını koyup da yaslandıkları zaman türlü türlü nimetler içinde yer, içerler. Boş söz söyletmeyen, günah işletmeyen dolu bir kadehi elden ele dolaştırırlar. Ancak ondan başları ağrımaz ve sarhoş da olmazlar. Bu şekilde kollarını yaslandıkları yerden kaldırmadan yetmiş yıl boyunca kalırlar."
Adam: "Yâ Resûlallah! Cennette cinsel ilişki de olacak mı?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem): "Beni hakla gönderene yemin olsun ki evet, olacak. Hem de yorulmadan ve usanmadan" karşılığını verdi ve eliyle nasıl olduğunu gösterdi. Sonra şöyle devam etti: "Ancak bunun sonucunda ne doğum, ne de ölüm olur. Orada ne sümkürür, ne de büyük abdestleri olur. Bu ihtiyaçlarını terleme yoluyla giderirler ki bu terleri misk gibi kokar. Buhurlukları inciden, tarakları ile kapları altın ve gümüştendir. Sabah akşam Allah’ı tesbih ederler. Kalpleri tek bir kalp gibidir. Birbirlerine ihanet etmez, öfke duymazlar. Sabah akşam Allah’ı tesbih ederler." (ed durrul mensur tefsiri)
أخرج ابن مردويه عن أبي أمامة قال: سئل النبي صلى اللّه عليه وسلم، هل تزاور أهل الجنة؟. قال: أي والذي بعثني بالحق إنهم ليتزاورون على النوق الدمك عليها حشايا الديباج يزور الأعلون الأسفلين، ولا يزور الأسفلون الأعلين، قال: هم درجات، قال: وإنهم ليضعون مرافقهم فيتكئون ويأكلون ويشربون ويتنعمون ويتنازعون فيها كأسا لا لغو فيها ولا تأثيم لا يصدعون عنها ولا ينزفون مقدار سبعين خريفا، ما يرفع أحدهم مرفقه من اتكائه، قال: يا رسول اللّه هل ينكحون؟ قال: أي والذي بعثني بالحق دحاما دحاما وأشار بيده، ولكن لأمني ولا منية ولا يمتخطون فيها ولا يتغوطون رجيعهم رشح كحبوب المسك مجامرهم الألوة، وأمشاطهم الذهب والفضة، آنيتهم من الذهب والفضة يسبحون اللّه بكرة وعشيا قلوبهم على قلب رجل واحد، لا غل بينهم ولا تباغض يسبحون اللّه تعالى بكرة وعشيا.
21-وَالَّذِينَ آمَنُوا وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُم بِإِيمَانٍ أَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَمَا أَلَتْنَاهُم مِّنْ عَمَلِهِم مِّن شَيْءٍ كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَهِينٌ
"İman eden ve zürriyetleri de îman île kendilerine tabi olanlar (var ya!) işte biz onların nesillerini de kendilerine kattık. Onların amellerinden de bir şey eksiltmedik. Herkes kazandıklarına karşı bir rehindir."
{İbn Kesir, Âsım, Hamze ve Kisâi, te ile " وَاتَّبَعَتْهُمْ vettebathüm", tekil olarak da "zürriyyetehüm” yine tekil olarak “bihim zürriyyetühüm” okumuşlardır.
Nâfi de, tekil olarak "vettebeathüm zürriyyetühüm” ve çoğul olarak da "zürriyyatihim” okumuştur.
İbn Âmir de, iki yerde de "(وأتبعناهم) ve etbanahüm""(ذرياتهم) zürriyyatihim” ve "bihim zürriyyatihim” okumuştur.}
Üç görüş halinde ihtilaf etmişlerdir:
Birincisi görüş; Said b. Cübeyr ile İbn Abbâs (radiyallahu anhum)’dan rivayet edilmiştir. Zürriyetleri imanla onları takip ettiler, bizde mü’min olan zürriyetlerini cennette onlara kattık. Bunlar atalarının derecesine ulaşmasalar da Allahü teâlâ atalarına ikram olarak onları evlatları ile birleştirir.
İkinci görüş ise; Zürriyetleri imanla onlara tabi oldular yani baliğ olup iman ettiler, biz de iman derecesine ermeyen küçük zürriyetlerini onlara kattık. Bu mana da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiş, Dahhâk da böyle demiştir. Bu görüşün manası şöyledir: Onların büyük zürriyetleri iman etmekle onlara tabi oldular, küçük çocukları da babalarının iman etmeleriyle kendilerine tabi oldular. Çünkü baba Müslüman olursa çocuk da hükmen Müslüman sayılır.
Üçüncü görüşte de; Zürriyetlerini onlara tabi kıldık” babalarının iman etmeleriyle, o yüzden onları da cennete girdirdik. Yine bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir.
"Her kişi kazandığı şeye karşılık rehindir:" Yani ameline karşı ipotektir, kimse kimsenin amelinden sorulmaz.
Bu Kelâmın cehennemliklere mahsus olduğu da söylenmiştir.
-تنوير المقباس من تفسير ابن عباس
{ والذين آمنوا } بمحمد صلى اللّه عليه وسلم والقرآن وصدقوا بايمانهم
{ واتبعتهم ذريتهم بإيمان } بايمان الذرية فى الدنيا
{ ألحقنا بهم } بالآباء
{ ذريتهم } فى الآخرة فى درجة آبائهم ويقال والذين آمنوا بمحمد صلى اللّه عليه وسلم والقرآن يدخلهم الجنة واتبعتهم ذريتهم الصغار فى درجاتهم بايمان الذرية يوم الميثاق ألحقنا بهم بالآباء يقول ألحقنا بدرجات الآباء ذريتهم المدركين إذا كانت درجة آبائهم أرفع
{ وما ألتناهم من عملهم من شيء } يقول لم ننقص من درجة الآباء وثوابهم لأجل إلحاق الذرية بهم
{ كل امرئ بما كسب } من الذنوب
{ رهين } مرتهن فيفعل اللّه بهم ما يشاء
22-وَأَمْدَدْنَاهُم بِفَاكِهَةٍ وَلَحْمٍ مِّمَّا يَشْتَهُونَ
"Onlara canlarının çektiği meyve ve etten bol bol verdik."
Yani ara ara gönüllerinin istediği nimet çeşitlerinden fazlasıyla verdik.
-تفسير البغوي
{ وأمددناهم بفاكهة }، زيادة على ما كان لهم، { ولحم مما يشتهون }، من أنواع اللحمان.
23-يَتَنَازَعُونَ فِيهَا كَأْسًا لَّا لَغْوٌ فِيهَا وَلَا تَأْثِيمٌ
"Orada kadehleri elden ele dolaştırırlar. Onlarda İçtiklerinden ötürü ne saçmalamaları, ne de günah kazanmaları sözkonusudur."
Yani cennetlikler cennette dostları ile, birbirlerine içerisinde içki dolu kadehleri tam bir istek ve iştiyakla alıp verirler.
Veya cennette birbirlerinden kadeh kapışırlar. O kadehlerin içinde ne bir saçma söz söyletecek şey ne de günaha sokacak bir şey bulunur.
Yaşadıkları hal, failinin dünyada yaptığında günah sayılan yalan, küfür ve kötü söz gibi şeyleri de yapmazlar. Ama onlar sadece hikmet ve güzel şeyler söylerler, kerim kişilerin yaptıklarını yaparlar. Çünkü akılları başlarındadır.
-تفسير البغوي
{ يتنازعون }، يتعاطون ويتناولون، { فيها كأساً لا لغو فيها }، وهو الباطل، وروي ذلك عن قتادة ، وقال مقاتل بن حيان لا فضول فيها. وقال سعيد بن المسيب لا رفث فيها. وقال ابن زيد لا سباب ولا تخاصم فيها. وقال القتيبي لا تذهب عقولهم فيلغوا ويرفثوا، { ولا تأثيم }، أي لا يكون منهم ما يؤثمهم. قال الزجاج لا يجري بينهم ما يلغي ولا ما فيه إثم كما يجري في الدنيا لشربة الخمر
وقيل لا يأثمون في شربها.
24-وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ غِلْمَانٌ لَّهُمْ كَأَنَّهُمْ لُؤْلُؤٌ مَّكْنُونٌ
"Etraflarında saklı inciler gibi uşakları dolaşır."
Bu "uşaklar" kendilerine tahsis edilmiş özel hizmetçiler; yahut kendilerinden önce ölmüş evlatlarından olduğu söylenmiştir.
Bunların, sedeflerinde saklı inci gibi olmalarından murat, beyazlık ve safiyette bu incilere benzemeleridir.
"Rivâyet edildiğine göre Resûlüllah (sallallahu aleyhi vesellem)’e,
Ey Allah’ın Resulü, hizmet edenler inciler gibiyse hizmet edilenler nasıldır?
Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle cevap vermiş: "Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, onların ikisinin arasındaki fark, on dördündeki ay ile diğer yıldızlar arasındaki fark gibidir."
{والذي نفسي بيده إن فضل المخدوم على الخادم كفضل القمر ليلة البدر على سائر الكواكب}
Yine Peygamb Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’den rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur:
"Cennet ehlinin mertebece en aşağısı, hizmetçilerinden birine seslendiği zaman, onun kapısında bin hizmetçi, "Emir buyur! Ferman buyur!" diye kendisine cevap verirler."
{إن أدنى أهل الجنة منزله من ينادى الخادم من خدامه فيجيبه ألف ببابه لبيك لبيك}
25-وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ يَتَسَاءلُونَ
"Onlar birbirlerine dönüp sorarlar."
Yani mü’minler cennette birbirlerine hallerini, işlerini, Allah katında nail oldukları lütuf ve kerametleri sorarlar. Bu bir zevk ve ulaşabildikleri ölçüde o büyük nimeti itiraftır.
Onların her biri, hem soran, hem de kendisine sorulandır.
-تفسير البغوي
{ وأقبل بعضهم على بعض يتساءلون }، يسأل بعضهم بعضاً في الجنة.
قال ابن عباس يتذاكرون ما كانوا فيه من التعب والخوف في الدنيا.
26-قَالُوا إِنَّا كُنَّا قَبْلُ فِي أَهْلِنَا مُشْفِقِينَ
"Dediler: "Gerçekten biz bundan önce ailemiz içinde korkardık".
Soru sorulan herbir kişi, soru sorana; gerçekten biz daha önce yani dünyada iken Allah’a isyan etmekten ve dolayısıyla azabından çekinip korkardık.
Ya da imanın çekip alınmasından ve güvenin kaybedilmesinden korkardık. Demektir.
-تنوير المقباس من تفسير ابن عباس
{ قالوا إنا كنا قبل } قبل دخول الجنة
{ في أهلنا } مع أهلنا فى الدنيا
{ مشفقين } خائفين من عذاب اللّه
27-فَمَنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا وَوَقَانَا عَذَابَ السَّمُومِ
"Allah bize lütfetti ve bizi insanın içine işleyen o azaptan korudu".
Allah (celle celâlühü); mağfiret, rahmet ve tevfiki ile tüm mesamata işleyen cehennem azabından bizi korudu.
”Mesamat;" ağız, boğaz, kulak gibi vücuttaki deliklerdir.
el-Müfredât’ta ”Semûm" zehir etkisi yapan kızgın rüzgâr diye tarif edilir.
Azâbı semum, (vücûdun içine işleyen azap) yani deri üzerindeki gözeneklerden içeri giren sıcak rüzgârdır.
Cehennem ateşi de bununla adlandırılmıştır. Çünkü o da bu özelliktedir.
-تفسير البغوي
{ فمن اللّه علينا }، بالمغفرة، { ووقانا عذاب السموم }،
قال الكلبي عذاب النار.
وقال الحسن ((السموم)) اسم من أسماء جهنم.
28-إِنَّا كُنَّا مِن قَبْلُ نَدْعُوهُ إِنَّهُ هُوَ الْبَرُّ الرَّحِيمُ
"Şüphesiz biz bundan önce ona ibâdet ediyorduk. Çünkü o, ihsanı bol, çok merhametlidir."
Yani dünyada iken "ona ibâdet ederdik” ya da ondan koruma isterdik.
"Çünkü O, ihsanı bol” iyilik edendir. Çok merhametlidir.” Rahmeti boldur.
Nâfi’ ile Kisâî feth ile (ennehu) okumuşlardır. Manayıda buna göre verdik.
-تفسير البغوي
{ إنا كنا من قبل }، في الدنيا، { ندعوه }، نخلص له العبادة، { إنه }، قرأ أهل المدينة [ و الكسائي ] ((أنه)) بفتح الألف، أي لأنه أو بأنه، وقرأ الآخرون بالكسر على الاستئناف، { هو البر }، قال ابن عباس اللطيف.
وقال الضحاك الصادق فيما وعد { الرحيم }.
-تنوير المقباس من تفسير ابن عباس
{ إنا كنا من قبل } من قبل المغفرة والرحمة
{ ندعوه } نعبده ونوحده
{ إنه هو البر } الصادق فى قوله فيما وعد لنا
{ الرحيم } بعبادة المؤمنين إذ رحمنا
29-فَذَكِّرْ فَمَا أَنتَ بِنِعْمَتِ رَبِّكَ بِكَاهِنٍ وَلَا مَجْنُونٍ
"Ey Rasûlüm, sen hatırlat ve öğüt ver. Rabbinin nimeti sayesinde sen ne bir kahin ne de bir delisin."
Ey Rasûlüm, sen, peygamber olarak gönderildiğin insanlara hakkı hatırlat ve Allah’ın, kendilerine verdiği nimetleri onlara bildir. Onların dediklerine aldırma.
Allah’ın sana verdiği peygamberlik nimeti sayesinde, sen ne gaipten haber veren bir kahin ne de bir delisin.
Bu ayeti kerime müşriklerin Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında söyledikleri sözlerine de bir reddiyedir.
Çünkü Ukbe b. Ebi Muayt; O bir delidir, Şeybe b. Rabia; O bir sihirbazdır, diğerleri ise; O bir kahindir, demişlerdi. Yüce Allah (celle ve ala) onların hepsinin yalancı olduklarını belirtip iddialarını reddetmektedir.
-تفسير البغوي
{ فذكر }، يا محمد بالقرآن أهل مكة، { فما أنت بنعمة ربك }، برحمته وعصمته، { بكاهن }، تبتدع القول وتخبر بما غد من غير وحي، { ولا مجنون }، نزلت في الذين اقتسموا عقاب مكة يرمون رسول اللّه صلى اللّه عليه وسلم بالكهانة والسحر والجنون والشعر.
30-أَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَّتَرَبَّصُ بِهِ رَيْبَ الْمَنُونِ
Yoksa: "Şairdir, ona zamanın hadiselerini mi bekliyoruz?” diyorlar.
Onlarin bundan kastettikleri ya zamanın kötü hâdiseleridir, yahut ölümdür.
Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in de kendisinden önce yaşamış olan (Züheyr, Nabiğa) gibi şairlerin helâk olup gittiği gibi helâk olmasıdır.
"Neterabbesu bihi reybel menün":
Bunda da iki görüş vardır:
Birincisi: Reybel menün ölümdür, bunu da İbn Abbâs, demiştir.
İkincisi: Zamanın hadiseleridir, bunu da Mücâhid, demiştir.
-تفسير النسفى
{أم يقولون} هو
{شاعر نتربص به ريب المنون} حوادث الدهر اى ننتظر نوائب الزمان فيهلك كما هلك من قبله من الشعراء زهير والنابغة وام في اوائل هذه الآى منقطعة بمعنى بل والهمزة
-تفسير البغوي
{ أم يقولون }، بل يقولون، يعني هؤلاء المقتسمين الخراصين، { شاعر }، أي هو شاعر،
{ نتربص به ريب المنون }، حوادث الدهر وصروفه فيموت ويهلك كما هلك من قبله من الشعراء، ويتفرق أصحابه وإن أباه مات شاباً ونحن نرجو أن يكون موته كموت أبيه، و ((المنون)) يكون بمعنى الدهر، ويكون بمهنى الموت، سميا بذلك لأنهما يقطعان الأجل.
31-قُلْ تَرَبَّصُوا فَإِنِّي مَعَكُم مِّنَ الْمُتَرَبِّصِينَ
"De ki: Bekleyin; gerçekten ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim."
Ey Rasûlüm de ki; sız, başıma gelecek olan felaketi beklediğiniz gibi, Ben de Allah’ın, sizin hakkınızdaki emri gelinceye kadar size ne olacağını bekleyenlerdenim.
Bu ayet, onların helâk edileceklerine dâir İlâhî bir tehdittir.
-للزَّجَّاج
(قُلْ تَرَبَّصُوا فَإِنِّي مَعَكُمْ مِنَ الْمُتَرَبِّصِينَ (٣١)
فجاء في التفسير أن هؤلاء الذين قالوا هذا - وكان فيهم أبو جهل -
هلكوا كلهم قبل وفاة رسول اللّه - صلى اللّه عليه وسلم
32-أَمْ تَأْمُرُهُمْ أَحْلَامُهُم بِهَذَا أَمْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ
"Akılları mı bunu onlara emrediyor? Yoksa onlar, haddi aşan azgın bir kavim midir?"
Bunu onlara akılları mı emrediyor? "Bu çelişkili sözü;" kahin, deli ve şair gibi,
Oysa kâhin, zekî, işlerinde dikkatli ve tedbirli olur. Delinin aklı perdelenmiş, düşüncesi bozuk olur. Şair ise vezinli, düzgün, hayale dayalı sözler söyler. Bu birbirine zıt özellikler bir kişide nasıl toplanabilir?
"Yoksa onlar, haddi aşan azgın bir kavim midir?" Hak kendilerine ayan olduğu hâlde inatta haddi aşan bir kavim midirler ki, akıl ve izan dışı bu yalanları söylüyorlar!
-تفسير البغوي
{ أم تأمرهم أحلامهم }، عقولهم، { بهذا }، وذلك أن عظماء قريش كانوا يوصفون بالأحلام والعقول، فأزرى اللّه بعقولهم حين لم تتميز لهم معرفة الحق من الباطل، { أم هم }، بل هم،
{ قوم طاغون }
33-أَمْ يَقُولُونَ تَقَوَّلَهُ بَل لَّا يُؤْمِنُونَ
"Yoksa, "onu kendi uydurdu" mu diyorlar? Hayır, onlar asla inanmıyorlar."
Yoksa, onu kendi uydurdu’ mu diyorlar?
Yani, kendiliğinden icat etti. Bu da Hazret-i Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in, Kur’an’ı kendisinin yazdığını, sonra da onu Allah’a iftira ederek O’nun katından olduğunu söylediği iddiasıdır. Âyetteki ”te-kavvül" kelimesi de sadece yalan söz için kullanılır. Oysa müşrikler; Kur’an’ın Allah katından olduğunu, Hazret-i Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in, söylemediğini biliyorlar.
Onlar, Kibirlerinden dolayı Kur’ân’a inanmıyorlar. küfür ve inatları onlara bu iftirayı yaptırıyor.
-تفسير البغوي
{ أم يقولون تقوله }، أي يخلق القرآن من تلقاء نفسه، ((والتقول))، تكلف القول، ولا يستعمل إلا في الكذب، ليس الأمر كما زعموا، { بل لا يؤمنون }، بالقرآن استكباراً. ثم ألزمهم الحجة فقال
34-فَلْيَأْتُوا بِحَدِيثٍ مِّثْلِهِ إِن كَانُوا صَادِقِينَ
"Öyleyse onun gibi bir söz getirsinler, eğer doğru söyleyenler iseler."
Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in onu (kur’an’ı) kendinden uydurduğu hakkındaki sözlerinde doğru iseler, Kur’ân’ın bir benzerini uydursunlar da görelim. Çünkü o onların dilindedir. Onlarda fasih konuşan edip kişilerdir. Onun benzerini getirmeye muktedir olmalarını gerekmez mi? Üstelik hitabet ve şiirle uzun bir zaman meşgul olmuşlardır.
تفسير الكشف والبيان (الثعلبي)
{فَلْيَأْتُوا بِحَدِيثٍ مِّثْلِهِ} أي مثل هذا القرآن يشبهه {إِن كَانُوا صَادِقِينَ} أنّ محمداً تقوّله من تلقاء نفسه،
فإنّ اللسان لسانهم،
وهم مستوون في البشرية واللغة والقوة.
35-أَمْ خُلِقُوا مِنْ غَيْرِ شَيْءٍ أَمْ هُمُ الْخَالِقُونَ
"Onlar, hiçbir şey olmaksızın mı yaratıldılar? Yoksa yaratıcılar kendileri midir?"
İbn Abbâs (radilallahu anh): Kendilerini yaratıp herşeylerini belli bir takdir ve ölçü ile var eden bir Rab olmadan mı yaratıldılar?
Yoksa Annesiz ve babasız mı yaratıldılar?
Veya kendilerinin aklı ermeyen cansız bir varlık gibi ve Allah tarafından kendilerine karşı bir delilin ortaya konulmamış olduğunu mu ileri sürüyorlar?
Durum hiç de öyle değildir. Onlar bir nutfeden, bir alakaden (sülük gibi kan emen bir kan parçasından) ve bir çiğnemlik etten yaratılmadılar mı?
Yahut kendilerini kendileri mi yarattılar da, bunun için mi Allah’a ibâdet etmiyorlar?
-تفسير الكشف والبيان
{أَمْ خُلِقُوا مِنْ غَيْرِ شَىْءٍ} قال ابن عباس : من غير ربّ،
وقيل : من غير أب ولا أم،
فهم كالجماد لا يعقلون،
ولا يقوم للّه عليهم حجة،
أليسوا خلقوا من نطفة ثم علقة ثم مضغة؟
قاله ابن عطاء،
وقال ابن كيسان : أم خُلقوا عبثاً وتركوا سُدىً لا يؤمرون ولا يُنهون،
وهذا كقول القائل : فعلت كذا وكذا من غير شيء يعني لغير شيء. {أَمْ هُمُ الْخَالِقُونَ} لأنفسهم.
36-أَمْ خَلَقُوا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بَل لَّا يُوقِنُونَ
"Yoksa gökleri ve yeri kendileri mi yarattılar? Hayır, onlar kesin şekilde inanmıyorlar."
Yoksa gökleri ve yeri kendileri mi yarattılar da yaratıcıymış gibi davranıyorlar?
Hayır, bunların hiçbiri olmamıştır. Üstelik sizi kim yarattı, gökleri ve yeri kim yarattı, diye sorsan; Allah,dır derler.
Böyle davranmaları sadece onları, Allah’ın, kâfirler için beyan ettiği cezayı idrak edememelerindendir. Yoksa buna kesin inansalardı Allah’a ibâdetten yüz çevirmezlerdi.
-تفسير الخازن
(أَمْ خَلَقُوا السَّماواتِ وَالْأَرْضَ)- يعني ليس الأمر كذلك- (بَلْ لا يُوقِنُونَ) -أي بالحق وهو توحيد اللّه تعالى وقدرته على البعث وأن اللّه تعالى هو خالقهم وخالق السموات والأرض فليؤمنوا به وليوقنوا أنه ربهم وخالقهم
37-أَمْ عِندَهُمْ خَزَائِنُ رَبِّكَ أَمْ هُمُ الْمُصَيْطِرُونَ
"Yahut rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Ya da her şeye hâkim olan kendileri midir?"
Ey Rasûlüm, yoksa Rablerinin rızık ve rahmet hazineleri onların katında mı ki onlar dilediklerini nübüvvetle rızıklandırsın, dilediklerinden de kıssınlar?
Yani Allah’ın nimetlerini onlarmı taksim ediyorlar?
Yoksa her şeye onlar mı hakimdirler ki, ilâhî işleri istedikleri gibi idare ederler, işleri kendi irade ve dileklerine dayandırıyorlar?
-تفسير البغوي
{ أم عندهم خزائن ربك }، قال عكرمة يعني النبوة.
قال مقاتل أبأيديهم مفاتيح ربك بالرسالة فيضعونها حيث شاؤوا؟
قال الكلبي خزائن المطر والرزق، { أم هم المصيطرون }، المسلطون الجبارون، قال عطاء أرباب قاهرون فلا يكونوا تحت أمر ونهي، يفعلون ما شاؤوا. ويجوز بالسين والصاد جميعاً، وقرأ ابن عامر بالسين هاهنا وقله ((بمسيطر))، وقرأ حمزة بإشمام الزاي فيهما، وقرأ ابن كثير هاهنا بالسين و ((بمصيطر)) بالصاد، وقرأ الآخرون بالصاد فيهما.
-تفسير الماوردى
{ أَمْ عِندَهُمْ خَزَآئِنُ رَبِّكَ } فيه وجهان :
أحدهما : مفاتيح الرحمة .
الثاني : خزائن الرزق .
{ أَمْ هُمْ الْمُصَيْطِرُونَ } فيه أربعة أوجه :
أحدها : المسلطون ، قاله ابن عباس والضحاك .
الثاني : أنهم الأرباب ، قاله الحسن وأبو عبيد .
الثالث : معناه : أم هم المتولون ، وهذا قد روي عن ابن عباس أيضاً .
الرابع : أنهم الحفظة ، مأخوذ من تسطير الكتاب ، الذي يحفظ ما كتب فيه فصار المسيطر هنا حافظاً ما كتبه اللّه في اللوح المحفوظ ، قاله ابن بحر .
38-أَمْ لَهُمْ سُلَّمٌ يَسْتَمِعُونَ فِيهِ فَلْيَأْتِ مُسْتَمِعُهُم بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ
"Yoksa onların, üzerine çıkıp vahyi dinledikleri merdivenleri mi var?Öyleyse vahyi dinleyenler (iddialarını ispatlayan) açık delil getirsinler."
Yoksa seni yalanlayan bu müşriklerin merdivenleri mi var? Onu göğe doğru dikip Üzerine çıkıyor ve orada Allah’ın vahyettiği şeyleri dinliyorlar?
Ve bu dinledikleri şeyler, kendilerinin doğru olduğunu mu gösteriyor?
Böyle olduğu için mi onlar bulundukları bu durumda devam ediyorlar?
Eğer durum iddia ettikleri gibi ise, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in, Hak peygamber olduğuna dair delil getirdiği gibi onlar da iddialarının doğru olduğuna dair apaçık deliller getirsinler.
-تفسير النسفى
{أم لهم سلم} منصوب يرتقون به الى السماء
{يستمعون فيه} كلام الملائكة وما يوحى اليهم من علم الغيب حتى يعلموا ما هو كائن من تقدم هلاكه على هلاكهم وظفرهم في العاقبة دونه كما يزعمون قال الزجاج يستمعون فيه اى عليه
{فليأت مستمعهم بسلطان مبين} بحجة واضحة تصدق استماع مستمعهم
39-أَمْ لَهُ الْبَنَاتُ وَلَكُمُ الْبَنُونَ
"Yoksa kızlar Allah’ın da oğlanlar sizin mi?"
Ey müşrikler, yoksa kızlar rabbinize ait de oğlanlar sizin mi?
Bu yaptığınız ne kötü bir taksimdir. Kendinize layık görmediğiniz şeyleri nasıl oluyor da Allah’a isnad ediyorsunuz?
Burada Yüce Allah (celle ve ala) onları azarlamak ve yaptıkları çirkinliği yüzlerine vurmak üzere, ne kadar beyinsizce iddialarda bulunduklarını ifade etmektedir. Yani sizler kendinize yakıştırmadığınız halde kız çocukları Allah’a mı nisbet ediyorsunuz? Akli yapısı bu durumda olanların öldükten sonra dirilişi inkar etmeleri uzak görülecek bir ihtimal değildir,
-تفسير البغوي
{ أم له البنات ولكم البنون }، هذا إنكار عليهم حين جعلوا للّه ما يكرهون، كقوله { فاستفتهم ألربك البنات ولهم البنون } (الصافات-١٤٩).
40-أَمْ تَسْأَلُهُمْ أَجْرًا فَهُم مِّن مَّغْرَمٍ مُّثْقَلُونَ
"Ey Rasûlüm, yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da onlar ağır borç altında mı kalıyorlar?"
Ey Rasûlüm; seni yalanlayan bu müşriklerden, risaleti tebliğ etmene karşılık, kendilerini zor durumda bırakacak bir ücret mi istiyorsun da onlar da ağır bir borç altında kalıyor ve dolayısıyla sana iman etmiyorlar ve İslama girmiyorlar?
-تفسير البغوي
{ أم تسألهم أجراً }، جعلاً على ما جئتهم به ودعوتهم إليه من الدين، { فهم من مغرم مثقلون }، أثقلهم ذلك المغرم الذي تسألهم، فمنعهم من ذلك عن الإسلام.
41-أَمْ عِندَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ
"Yoksa gayp ilmi yanlarında da, onlar mı yazıyorlar?"
Yoksa bu müşriklerin, gayba ait bilgilerin yazılı olduğu levh-i mahfuz yanlarındadır da, onlar mı içindekileri yazıp insanlara dilediklerini bildiriyorlar?
Elbette durum böyle değildir. Zira göklerin ve yerin gaybını ancak Allah bilir.
Şöyle de açıklanmıştır: Yani onlar insanlara gayb olan bilgilere mi sahiptirler ki, Allah Rasûlünün kendilerine bildirmiş olduğu kıyâmet, cennet, cehennem ve öldükten sonra dirilişin batıl olduğunu öğrenmiş mi bulunuyorlar?
-تفسير الخازن
(أَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ) أي علم الغيب وهو ما غاب عنهم حتى علموا أن ما يخبرهم به الرسول من أمر القيامة والبعث باطل.
وقيل : هو جواب لقولهم نتربص به ريب المنون ، والمعنى : اعلموا أن محمدا يموت قبلهم
(فَهُمْ يَكْتُبُونَ) أي يحكمون قال ابن عباس : معناه أم عندهم اللوح المحفوظ فهم يكتبون ما
فيه ويخبرون الناس به
42-أَمْ يُرِيدُونَ كَيْدًا فَالَّذِينَ كَفَرُوا هُمُ الْمَكِيدُونَ
"Yoksa tuzak, mı kurmak istiyorlar? Tuzağa düşecek olanlar ancak kâfirlerdir."
Yoksa Allah’a ortak koşan bu kafirler (müşrikler), sana ve Allah’ın dinine karşı tuzak mı kurmak istiyorlar?
Şunu iyi bilsinler ki, tuzağa düşecek olan sen değilsin, tuzağa düşecek olan onlardır. Çünkü "Kötü düzen ancak sahiblerini kuşatır."
(fatır,43) {ولا يحيق المكر السيئ إلا بأهله}
Bunun ceremesini onlar Bedir’de ve diğer yerlerde öldürülerek çektiler.
Dolayısıyla, sen Allah’a güven ve Allah’ın sana emrettiğine devam et.
- تفسير البغوي
{ أم يريدون كيداً }، مكراً بك ليهلكوك؟ { فالذين كفروا هم المكيدون }، أي هم المجزيون بكيدهم، يريد أن ضرر ذلك يعود عليهم، ويحيق مكرهم بهم، وذلك أنهمه مكروا به في دار الندوة فقتلوا ببدر.
43-أَمْ لَهُمْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
"Yoksa onların, Allatılan başka bir ilâhı mı var? Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir."
Yoksa, onları, Allah’ın azâbından koruyacak, onlara rızık verecek ve onlara yardım edecek, Allah’dan başka ilahları mı var?
Allah, onların ortak koştukları ilahlardan, taptıkları putlardan uzaktır, beridir. Onların, Allah ile hiçbir ortaklıkları yoktur.
-التفسير المظهري
أَمْ لَهُمْ إِلهٌ غَيْرُ اللّه, -يمنعهم من عذاب اللّه و ينصرهم و يرزقهم- سُبْحانَ اللّه عَمَّا يُشْرِكُونَ, عن اشراكهم او عن شركة ما يشركون
قال به الخليل ما فى هذه الصورة من أم كله استفهام يعنى الإنكار و ليس بعطف.
44-وَإِن يَرَوْا كِسْفًا مِّنَ السَّمَاء سَاقِطًا يَقُولُوا سَحَابٌ مَّرْكُومٌ
"Eğer gökten bir parça düştüğünü görseler: "Üst üste yığılmış bir bulut” derler."
Müşriklerin,{فأسقط علينا كسفا من السماء} "Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi üzerimize gökten parçalar indir."(şuara 187) Veya "{أو تسقط السماء كما زعمت علينا كسفا} "İddia ettiğin gibi gökyüzünü üzerimize parça parça düşüresin."(isra,92) Şeklindeki tekliflerine uygun, kendilerine azap olarak gökten parçalar da düşürsek, yine küfürlerinden vazgeçmezler ve bu, bize yağmur yağdırmak için üst üste yığılmış bulutlardır" derler.
-تفسير البغوي
{ وإن يروا كسفاً }، قطعة، { من السماء ساقطاً }، هذا جواب لقولهم (( فأسقط علينا كسفاً من السماء ))، يقول لو عذبناهم بسقوط بعض من السماء عليهم لم ينتهوا عن كفرهم، { يقولوا } -لمعاندتهم- هذا، { سحاب مركوم }، بعضه على بعض يسقينا.
45-فَذَرْهُمْ حَتَّى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذِي فِيهِ يُصْعَقُونَ
"Bırak onları, ta çarpılacakları günlerine kavuşuncaya kadar."
Ey Rasûlüm, sen bu müşrikleri, birinci sur’a üflenerek helak olacakları güne kadar aynı hallerinde bırak.
-تفسير الماوردى
{ فَذَرْهُمْ حَتَّى يُلاَقُواْ يَوْمَهُمُ } فيه ثلاثة تأويلات :
أحدها : يوم يموتون ، قاله قتادة .
الثاني : النفخة الأولى ، حكاه ابن عيسى .
الثالث : يوم القيامة يغشى عليهم من هول ما يشاهدونه ، ومنه
46-يَوْمَ لَا يُغْنِي عَنْهُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئًا وَلَا هُمْ يُنصَرُونَ
"O gün onlara, kurdukları tuzaklar hiçbir fayda vermez. Onlar yardım da görmezler."
Yani kurdukları tuzaklar, fayda verme ve azabı reddetme bakımından onlardan azabı savmaz.
Yardımda görmezler, yani Allah’ın azabından uzaklaştırılmazlar da.
Burada kafirlerin günlerinin, mü’minlerin günlerinden başka olacağı ve ayrılacağını beyan etmektedir. {يلاقوا يومهم} kafirlerin kavuşacakları ve fayda görmeyecekleri o gün mü’minlerin gününden ayrıdır. Nitekim yüce Rabbimiz mü’minlerin günü hakkında, {يوم ينفع الصادقين} "Sâdıklara, doğruluklarının fayda verdiği gün"(maide,119) diye buyurmuştur.
تفسير البغوي
{ يوم لا يغني عنهم كيدهم شيئاً ولا هم ينصرون }، أي لا ينفعهم كيدهم يوم الموت ولا يمنعهم من العذاب مانع.
47- وَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا عَذَابًا دُونَ ذَلِكَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
"Zulmedenlere bundan başka bir azap daha vardır. Fakat onların çoğu bunu bilmezler."
Âyet-i kerime’de, zulmedenlere, âhiretteki azaptan başka bir azabın verileceği zikredilmiştir.
İbn Cerîr, Katâde’den bildirir: İbn Abbâs (radiyallahu anh); "Kabir azabı Kur’ân’da geçer" dedi ve "Şüphesiz zulmedenlere bundan başka bir azap daha var..."âyetini okudu.
Diğer bir görüş ise; kafirlerin cezalarının bir kısmı dünyada acele verilmesidir. Bunlar; ağrılar, hastalıklar, belalar, mal ve çocukların gitmesi şeklinde verilen musibetlerdir.
Mü’minlere isabet eden bu musibet ve belalar ise, mü’minlerin Allah katındaki derecelerini yükseltmek ve sevabını artırmak içindir.
تفسير البغوي
{ وإن للذين ظلموا }، [كفروا]، { عذاباً دون ذلك }، أي عذاباً في الدنيا قبل عذاب الآخرة. قال ابن عباس يعني القتل يوم بدر،
وقال الضحاك هو الجوع والقحط سبع سنين. وقال البراء بن عازب عذاب القبر. { ولكن أكثرهم لا يعلمون }، أن العذاب نازل بهم.
48-وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ فَإِنَّكَ بِأَعْيُنِنَا وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ حِينَ تَقُومُ
"Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin. Kalkacağın zaman da Rabbini hamd ile tesbih et."
Ey Rasûlüm, sen Rabbinin, senin hakkında verdiği hükme sabret. Peygamberliğini tebliğ et, Rabbinin emir ve yasaklarına uy. Çünkü sen inayetimiz altındasın. Seni de yaptığın amellerini de görmekteyiz.
Müşriklerden sana kötülük yapmak isteyen herhangi bir kimse sana zarar veremeyecektir.
"Muhakak ki sen Bizim gözetimimiz altındasın." Bizim tarafımızdan görülmektesin. Bizim seni göreceğimiz, koruyacağımız, himaye edeceğimiz, kollayacağımız ve seni gözeteceğimiz bir konumdasın,
Kalktığında da Rabbini hamd ile tesbih et. Namaza kalktığında. Bu tekbirden sonra okunan Sübhâneke duasıdır.
Ya da hangi mekânda olursa olsun kalktığında ya da uykudan kalktığında Rabbini hamd ile tesbih et.
49-وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَإِدْبَارَ النُّجُومِ
"Gecenin bir kısmında da ve yıldızların batışından sonra da Rabbini tesbih et."
Tesbih için gecenin bir kısmı tahsis edilmiş, çünkü o zaman yapılan ibâdet, nefse daha ağır gelmektedir ve riyadan daha uzaktır.
İbn Merdûye, Ebû Hureyre’den bildirir; "Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışı sırasında O’nu tespih et" âyeti konusunda Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem); "Bundan kasıt, sabah namazının farzından önce kılınan iki rekatlık namazdır" buyurdu.
İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim’in bildirdiğine göre İbn Abbâs (radiyallahu anh) "...Yıldızların batışı sırasında O’nu tespih et" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt, sabah namazının iki rekatıdır" demiştir.
Diğer bir görüşe göre ise, gece tesbihi, akşam ile yatsı namazlarıdır. Yıldızların batışından sonraki de, sabah namazıdır.
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem);
"Bir kimse, Tûr sûresini okursa, onu Allah’ın azabından emin kılmak ve Allah’ın Cennetinde ona nimetler bahşetmek, Allah katında ona bir hak olur.
عن النبي عليه الصلاة و السلام, من قرأ سورة الطور كان حقا على اللّه تعالى ان يؤمنه من عذابه وأن ينعمه في جنته
Tevfik Allah’tandır.
Hamd, Rabbu’l-âlemîn olan Allah’a, salât-u selâm da, efendimiz Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e, O’nun âline ve ashabına olsun. (Amin).
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.