- 1030 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YAKIN TARİHTE İZ BIRAKAN MÜTEFEKKİR-ŞAİR OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ AĞABEYİ RAHMETLE ANIYORUZ....
Osman Yüksel SERDENGEÇTİ, (Doğumu.1917-Vefatı:1983)
O bir Gazeteci, düşünce ve aksiyon adamıydı.Antalya’nın Akseki ilçesinde doğdu. Asıl adı Osman Zeki’dir. Akseki müftülerinden Salim Yüksel’in oğlu, eski Diyanet İşleri başkanlarından Ahmet Hamdi Akseki’nin yeğenidir.
İlkokulu Akseki’de, ortaokulu Antalya’da okudu. Ankara Atatürk Lisesi’ni bitirince Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’ne kaydoldu (1940).
Son sınıfta iken 3 Mayıs 1944’te meydana gelen öğrenci olaylarına karıştığı gerekçesiyle tutuklanarak sıkıyönetim uygulanan İstanbul’a gönderildi ve hapse konuldu.
Burada kendisine yapılan baskı ve işkence onun bundan sonraki hayatında ve milliyetçiliğe tutunmasında önemli rol oynadı. Tahkikat neticesinde suçsuz olduğu anlaşıldı ve üç buçuk ay sonra beraat kararı verildi.
Bunun üzerine yarıda kalan öğrenimini tamamladı, fakat Maarif Vekâleti kendisine diplomasını vermedi. Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın Ankara Belediyesi Tahakkuk Şubesi’nde görev yapması teklifini kabul ettiyse de bir yıla yakın bir süre çalıştıktan sonra buradan ayrıldı.
1947-1962 yılları arasında Serdengeçti adıyla aylık bir dergi çıkardı. Sık sık tutuklanması ve derginin kapatılması yüzünden dergi ancak otuz üç sayı yayımlanabildi.
1952’de Bağrı Yanık adında tek sayfalık mizah gazetesi de sadece bir sayı çıktı ve hemen kapatıldı. Yazı hayatını Yeni İstanbul, Zafer, Türk Yurdu, Millî Gazete, Çağlayan gibi gazete ve dergilerle devam ettirdi.
1965-1969 döneminde Adalet Partisi’nden Antalya milletvekili olarak meclise girdi, ancak parti yöneticilerine karşı eleştirilerden dolayı partiden ihraç edildi. Daha sonra başka partilerden meclise girmeyi denediyse de seçilemedi.
Akrabalarından İsmet Hanım’la evlenmiş olan Osman Yüksel son yıllarında parkinson hastalığına yakalandı ve 10 Kasım 1983’te vefat etti. Mezarı Ankara’da Cebeci Asrî Mezarlığı’ndadır.
Gerek aile fertleri gerekse çevresi bakımından İslâm’a olan yakınlığı Osman Yüksel’in küçük yaşlarda Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Yûnus Emre ve Mehmed Âkif Ersoy gibi mutasavvıf, şair ve düşünürlerden etkilenmesine vesile olmuş, daha sonra bu halka Nâmık Kemal, Ziya Gökalp ve Nurettin Topçu ile genişlemiş, fakat daha ziyade Mehmed Âkif’in etkisi altında kalmıştır.
Esprili ve coşkulu bir mizaca sahip olan Serdengeçti felsefe okumayı çok arzulamış, Batılı filozofları üniversite yıllarında tanımış, varlık, yokluk, insan ve kâinatla ilgili soruları kendisine bu dönemde sormuştur.
Ancak felsefeyi ve Batılı filozofları tanıdıktan sonra ne Rousseau’nun vicdan ve hürriyetinin ne Spinoza’nın panteizminin ne Nietzsche’nin ihtiraslarının ne de Bergson’un hayat dolu felsefesinin kendini Mevlânâ ve Yûnus Emre kadar tatmin edebildiğini söylemiştir.
Osman Yüksel, Batı’nın filozoflarından ziyade klasiklerini, şair, hikâyeci ve romancılarını kendisine yakın bulmuştur. Lamartine, Lermentof, Dostoyevski, Puşkin, Çehov bunlardan bazılarıdır.
Bu yazarların insan ve tabiat tasvirlerinden etkilenen Osman Yüksel aynı zamanda Köroğlu, Karacaoğlan, Ferhad, Âşık Hüsnü gibi halk şairlerinin tesirinde kalmıştır.
Bu tesir onun şiirlerinin tabiatla ilgili mısralarında kendini hissettirmektedir. Düşüncelerini benimsememekle birlikte Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali gibi şair ve yazarların sanat yönünü takdir etmiştir.
Modernizme, Batılılaşma’ya, materyalizme karşı olan Osman Yüksel tek parti döneminin bu paraleldeki uygulamalarına karşı çıkmıştır. İsmet İnönü başta olmak üzere Nevzat Tandoğan, Hasan Âli Yücel, Behice Boran, Pertev Naili Boratav, Sabahattin Ali, Falih Rıfkı Atay, Ahmet Emin Yalman gibi dönemin önemli isimleriyle sürekli mücadele içinde olmuştur.
Cumhuriyet Halk Partisi ve onun uygulamalarına cesaretle karşı koyduğu için dergisinin adını Serdengeçti koymuş ve bu isim kendisinin özelliğiyle birleşmiştir.
İslâm’ı, Türk milliyetini, tarih ve gelenekleri, mukaddesatı ve dince kutsal sayılan değerleri savunmak için çıkardığı, kapağına “Allah’a, millete, vatana koşanların dergisi” ibaresini yazdığı ve genellikle tek başına yönetip dağıttığı derginin son sayılarına kadar yazılarının çoğunu kendisi yazmıştır.
1950 seçimlerinden sonraki sayılarında Cevat Rıfat Atilhan, Ali Fuat Başgil, Nihal Atsız, Eşref Edip Fergan, Zeki Velidi Togan ve daha sonraki sayılarında Nurettin Topçu, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Kaplan, İsmail Hami Danişmend, Peyami Safa gibi isimlerin de makaleleri (çoğu alıntı yoluyla) yer almıştır.
Osman Yüksel, derginin ilk sayısında kendisini okuldan attıran zamanın Maarif Vekili Hasan Âli Yücel hakkındaki sert yazısı sebebiyle hapse atılmış, çıktıktan sonra aynı sertlikte yazmaya devam etmiş, fakültesiyle ilgili yazdıklarından dolayı yine mahkûm edilmiştir.
Mücadeleci özelliğinin yanında yardımlaşmayı, tabiatı, sade yaşamayı seven Osman Yüksel şiirlerinde çoğunlukla vatan, millet, din, ahlâk, gelenek, tarih ve tabiat temalarını işlemiştir.
Düşüncelerini çok açık ifade edemediğinde espri ve mizah yeteneğini kullanmış, karikatürize ettiği olay, uygulama ve düşünceleri eleştirmiştir.
Yazı ve şiirlerine hâkim olan heyecan dışında hicivleri ve esprileri de muhaliflerini yaralayacak kadar keskin olmuştur.
Milliyetçilik, ırkçılık ve Türkçülük üzerine yazdığı yazılarda Cumhuriyet Halk Partisi’nin altı okundan biri olan milliyetçiliğin aynı parti tarafından istismar edildiğini, ülke kaynaklarının parti mensupları ve memurlar tarafından âdeta yağma edildiğini, bir tarafta devlet eliyle mutlu bir azınlık oluşturulurken diğer tarafta halkın fakir ve perişan bırakıldığını, basında milletin millî ve mânevî değerleriyle alay edildiğini, ahlâksızlığın özendirildiğini, birçok gazetede açıkça din düşmanlığı yapıldığını dile getirmiştir.
Dünya meseleleriyle de ilgilenen Serdengeçti, Cezayir’de Fransız zulmüne karşı direnen mücahidlerin Türkiye radyolarındaki haberlerde “âsi” ve “tedhişçi” olarak nitelenmesine ve Birleşmiş Milletler’de görüşülen Cezayir meselesinde Türkiye temsilcisinin Fransa lehine oy kullanmasına karşı çıkmış, bu konuda sert yazılar yazmıştır.
Çoğu birkaç defa basılmış olan eserleri şunlardır:
Mabetsiz Şehir (Ankara 1949); Bir Nesli Nasıl Mahvettiler (İstanbul 1950); Bu Millet Neden Ağlar: Türklüğün Perişan Hali (Ankara 1952); Gülünç Hakikatler (Ankara 1957); Mevlana ve Mehmed Akif (Ankara 1958);
Ayasofya Davası (Ankara 1959); Müslüman Türk Çocuğunun Şiir Kitabı (Ankara 1960); Kanlı Balkanlar (İstanbul 1992); Said Nur ve Talebeleri (haz. Bozkurt Zakir Avşar, İstanbul 1992);
Serdengeçti’den Serdengeçtilere (haz. Bozkurt Zakir Avşar, İstanbul 1992); Akdeniz Hilalindir (İstanbul 1995). Serdengeçti bazı çeviriler de yapmıştır: Kanunî Devrinde Bir Sefirin Hâtıratı (O. G. de Busbecq, Ankara 1953); İlimler ve Sanatlar Hakkında Nutuk (J. J. Rousseau, Ankara 1959);
Beynelmilel Yahudi (H. Ford, Ankara 1961); Sokrat’ın Müdafaası (Eflâtun, Ankara 1962); Peygamber Kahraman Muhammed (Thomas Carlyle, Ankara 1963). Serdengeçti’nin Mahallenin Yedi Delisi (hikâye),
Millî Görüş (Millî Gazete’deki yazılarından seçmeler), Olur mu Böyle Olur mu, Kardeş Kardeşi Vurur mu (Zafer gazetesindeki makaleleri),
Radyo Konuşmaları, Aklı Selim - Yavuz Selim (Yeni İstanbul gazetesindeki makaleleri), Kara Kitap (hâtıralar) gibi yayımlanmamış eserleri de vardır.
***
Osman Yüksel Serdengeçti merhumun nükteli espirili konuşmalarından bir kaç misal vermek isterim:
Osman Yüksel Serdengeçti bir sohbet esnasında yaptığı nüktelerle, latifelerle, vezinli konuşmalarla hepimizi kahkahalarla güldürüyordu; "Sekiz defa mahpus, bir defa mebus oldum." diyordu.
Anıtkabir yapımında gençler çalışırken Osman Yüksel’e sorarlar, "Sen genç değil misin? Niye Anıtkabir’de çalışmıyorsun?"
Osman Yüksel Serdengeçti, fikirlerinden dolayı kendisini hapishanelerde süründüren ve sevmediğini her zaman açıkça söylediği İsmet İnönü’yü kastederek cevap verir, "Vallahi hapishanelerden bana zaman kalmıyor. İnşallah ikinci anıtkabirde canla başla çalışırım."
***
Serdengeçti dergisinin ilk sayısı çıkınca Osman Yüksel’in kapısını aşındıranların sayısı artar. Aralarında çok şık olan adamlar da vardır. Böyle tiplerden hoşlanmayan Serdengeçti, kendisine yok dedirtir.
Bir gün evde yalnızdır, kapıyı açan da kendisidir. Gelen kişi sorar,- Osman Bey evdeler mi?- Yoklar efendim.- Siz kimsiniz?
- Ben onun hizmetçisiyim.- Yaaa. O halde kendisine selam ve hürmetlerimi söyleyiniz.- Hay hay efendim.
***
Bir toplantıda Büyük Doğu dergisini kimin kapattığı tartışılıyordu. Serdengeçti durumu izah eder, "O kadar düşünmeyin yahu! Düşüne düşüne başınız ağrımıştır.
Bir aspirin ’Bayer’ yutun. Her şey anlaşılır. Bir şeyciğiniz kalmaz." Bazıları bu söze anlam veremezken, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı hatırlayanlar acı acı gülümser.
***
Merhum anlatıyor,- Mustafa Kemal son günlerindedir. Ziyaretine zamanın menfaatçi, yağdanlık tipli, üstadın tabiri ile hokkabaz mizaçlı birkaç mebus, bürokrat vs. gelir ve Mustafa Kemal’in başucuna otururlar.
Mustafa Kemal zorlana zorlana başını çevirir ve bunları görür görmez, "Siz mi geldiniz ...ler?" der. Bizim yağdanlıklar sevinç içinde birbirlerine dönerler, "Tanıdı bizi, tanıdı bizi."
***
Yavuz Bülent Bakiler, KKTC meselesinin zirvede olduğu 60’ların sonu, 70’lerin başlarında, büyük bir coşku içinde KKTC’deki kardeşlerimize bir şiir yazar. Şiir her dizede, kafiyeyi sağlayan "daş" sesleri ile bitmektedir.
Gönüldaş, karındaş, ülküdaş, arkadaş, yoldaş, sırdaş vs. Yavuz Bülent Bakiler şiirini Osman Yüksel Serdengeçti’ye okutur önce. Merhum şöyle bir inceler şiiri ve Yavuz Bülent Bakiler’e tebessüm ederek,
"Çok güzel, çok beğendim ama şiirde o kadar çok "daş" var ki, bu daşları Akdeniz’e döksek, Kıbrıs’a kadar yürürüz alimallah."
***
Osman Yüksel Serdengeçti hastalanır. Parkinson olmuştur ama aldırmaz; zaman zaman hastalığını da alaya alır, "Parkinson öyle hoş bir isim ki araba markasına benziyor. İnsanın ’keşke benim de bir Parkinson’um olsa’ diyesi geliyor.
Mao’da da bu hastalık varmış yahu. Eh, yine de büyük adam hastalığı. Ne de olsa serde fukaralık var. Bu da proleter hastalığıymış. Bize de böylesi yakışır." der.
Osman Yüksel Serdengeçti’ye takılmaktan zevk alan bir arkadaşı onun damarına bastı, "Sen." dedi, "Sağ mısın, sol musun?" Üstat cevap verir, "Yaşadıkça sağım."
***
Osman Yüksel milletvekili olduğu dönemlerde bir mesele ile alakalı meclis kürsüsünde konuşurken milletvekilleri sıra kapaklarına vurarak protesto ederler ve konuşmasını engellemeye çalışırlar.
Bunun üzerine Osman Yüksel, "Bu meclisin yarısı eşektir."deyip kürsüden iner. Bunun üzerine vekiller "Meclisin şahs-ı manevisine hakaret söz konusudur. Sözünü geri alsın." diye itirazda bulunurlar.
Bunun üzerine Serdengeçti yeniden kürsüye gelip şöyle der, "Tamam, sözümü geri alıyorum. Bu meclisin yarısı eşek değildir."
***
Osman Yüksel Serdengeçti bir ara milletvekilliği yapmıştır. Sabah meclise gitmek üzere Hüseyin Üzmez’le birlikte yola çıkar. Hüseyin Üzmez anlatıyor, "Meclisin kapısı döner kapılardan girdim, Osman Ağabey de arkamdan girdi.
Ben çıktım. Bir sağıma baktım, bir de soluma; Osman Ağabey yok. Baktım ki kaptırmış dönüyor kapıda rahmetli. Çektim kolundan çıkardım. "Ulan." dedi, "Daha girmeden, kapısında başladı döneklik. Allah içeride bize yardım etsin."
Meşhur Malatya davasından beraat ettikten sonra avukatına, "Arif, ben şimdi devletten on dört ay alacaklıyım. Bir devlet mensubuna hakaret etsem, bundan dolayı verilecek cezaya bu yattığım mahsup edilir mi?" diyerek tekrar içeri gireceğinin sinyalini vermektedir. Çünkü o, hapishaneyi "evim" diye tanımlayan bir kişidir.
***
Ankara cezaevinde Ahmet Emin Yalman’ın vurulması vakasından sanık Hüseyin Üzmez ve onun azmettiricileri olarak tutuklanan Osman Yüksel Serdengeçti ve Necip Fazıl Kısakürek bir köşede oturmaktadır.
Hüseyin Üzmez Serdengeçti’ye Tolstoy’un "Suç ve Ceza" adlı romanından bölümler okumakta, üstat da dinlemektedir. Bir süre sonra Necip Fazıl yürüyüp gider.
Osman Yüksel Serdengeçti bağırır, "Üstat nereye gidiyorsun?" Necip Fazıl cevap verir, "Küçük su dökmeye gidiyorum Osman." Serdengeçti bu; durur mu hiç, "Estağfurullah üstat. Sizden küçük su sadır olur mu ?
Siz dökseniz dökseniz büyük su dökersiniz." Necip Fazıl her zaman olduğu gibi yine kızar ve bağırır, "Espri budalasııı."
***
İnönü’nün bir yurt dışı seyahatinde uçakta Osman Yüksel de bulunmaktadır. Bunu öğrenen İnönü, ona takılmak için torununu çağırıp Serdengeçti’yi tarif ederek, aşağıya biraz para atıp birkaç fakiri sevindirmesini istediğini söyler torununa. Sonra da, "Git Osman amcana aynen söyle bunu." der.
Çocuk Osman Yüksel’e gider ve dedesi İnönü’nün isteğini söyler. Osman Yüksel muzipçe gülerek cevabı yapıştırır, "Evladım, ben aşağıya biraz para atsam birkaç fakir sevinir ama aşağı dedeni atarsak bütün fakirler sevinir." Bunu duyan İnönü gülme krizine girer.
Üstada aklı evvelin biri "Sen çok fazla Allah diyormuşsun." diye dokundurur. Osman Yüksel de ona cevabı yine o keskin zekasıyla verir, "Allah Allah!"
***
Hasta olarak gittiği bir MHP toplantısında rahmetli Türkeş’e söylediği sözler uzun zaman dillerde dolaşmıştı, "Alparslan Bey. Senin en yakın, en sadık dostun benim.
Bak, sen bir kere ’Ey Türk. Titre ve kendine dön.’ dedin. Ben de titremeye başladım. O gün, bu gündür titriyorum ve bir türlü kendime gelemiyorum." (Rahmetli Parkinson hastasıydı.)
***
Üstadın "boş işler" dediği bir meclis oturumunda gübre meselesi konuşuluyormuş. Demirel meselenin çözümünü milletvekillerine sormuş. Herkes bir şeyler söylemiş. En son Serdengeçti söz isteyince herkes hayret ve ilgiyle ona doğru dönmüş. İşte Serdengeçti’nin çözümü,
- Sayın Demirel. Bu işin çözümü çok kolay. Şu ön sıralarda oturan, yiyip de çıkarmayan mebusları tarlalarda şöyle bir dolandırıp def-i hacet yaptırın. Gübre meselesi hallolur.
***
Osman Yüksel’e "Senin hastalığın ne?" diye sormuşlar. O da "Vallahi araba markası gibi bir şey. İnsanın benim de bir Parkinson’um olsa diyesi geliyor."demiş.
Hey koca Serdengeçti hey! Parkinson hastalığına yakalandığı zaman "Kalk be, ne yatıyorsun?" diyenlere "Bir zamanlar dünyayı karıştırıyordum, şimdi çayımı bile karıştıramıyorum." cevabını verir.
***
Yanındaki masada oturan Osman Yüksel Serdengeçti felç olmuş, titriyordu. Maliyeci İbrahim Bey, her zamanki zarafeti ve sıcaklığıyla Osman Yüksel Serdengeçti’ye "Sizi iyi gördüm Osman Bey." dedi.
Teşkilat Müdürü Refik de, İbrahim beyin moral vermek istediğini sezdiğinden desteklemek gereğini duydu, "Son gördüğümden daha iyisiniz Osman Bey." Hemşerisi Abdullah Özcan da onları doğruladı,
"Osman Ağabey gerçekten iyi." Bastonundaki sağ eli devamlı titreyen Osman Yüksel Serdengeçti durumunu belirtmek ihtiyacı duydu,
- Geçen gün Akseki’deydim. Annemin arkadaşı ve aynı zamanda komşumuz olan bir teyze bize gelmişti. O da bana "Oğlum Osman, çok iyi görünüyorsun.
Orucunu tutabiliyor musun?" diye sordu. Ben de ona şöyle cevap verdim, "İyiyim teyze. Görmüyor musun? Kendimi bile tutamıyorum."
Mukaddesat düşmanı meşhur bir adamdan bahsediliyordu. Serdengeçti böyle insanlara çok kızardı. Dedi ki, "Bu adam öylesine pis, mülevves ve kirli ki, Akdeniz’e düşse o deniz Karadeniz haline gelir."
***
Üstadın bir sözü,- Tuhafıma gitti. Gazetelerimizin çoğunun isminin sonu "et"li. Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Medeniyet, Hizmet, Hakimiyet, Memleket vs. Bu et düşkünlüğü de nereden çıkıyor? Acaba gazetecilerin her yere, her şeye burnunu soktuklarından, etliye sütlüye karıştıklarından mı?
***
Osman Yüksel Rahmetliden:- Kırıkkale müftüsünün sakalının (Alasakal Müftü)yarısı tam beyaz, yarısı ise iyice siyah. Bunu Beşiktaş taraftarı bir talebe görür ve müftüye sarılır, "Hocam sen de bizdenmişsin." Gördün mü şu spor merakını? Bu sayede, ilk defadır ki bir öğrencinin ihtiyar bir sakallıya hürmet ettiği görülüyor.
***
"Tanrı Türk’ü Korusun" sloganının ve Tanrı kelimesinin kulislerde çokça tartışıldığı dönemde, bir tartışmada şöyle demiştir, "Ne tartışıyorsunuz? Tanrı Türk’ü, Allah da Müslüman’ı korusun."
Birtakım gazetecilerin, "Osman Bey, komünistlerle aranızda ne fark var?" ithamına karşı verdiği cevap da tek kelimeyle müthiştir, "Aramızda Allah var."
***
Necip Fazıl, Osman Yüksel ve Nazım Hikmet aynı koğuştadır. Necip Fazıl dertlidir; bir oraya, bir buraya volta atar; sigara üstüne sigara yakar. Serdengeçti gayet neşelidir.
Nazım ise her rast geldiğine komünizmi anlatır, durur. Bir gün yine Nazım karşısındakine komünizmi anlatırken Serdengeçti yanına yaklaşıp der ki, "Üstat, bu komünizm nedir?"
Nazım kendinden gayet emin bir şekilde "Elini sol cebime at." der. Serdengeçti hemen atar. Nazım der ki "Ne buldun?" "İki tane yirmi beş kuruş." der serdengeçti. Nazım "Birini al." der. Serdengeçti alır. Nazım gururla "İşte komünizm bu." cevabını verir.
Bir gün Nazım’a elli lira gelir; Serdengeçti sormadan hemen elini Nazım’ın cebine atar ve yarısını almak ister. Nazım hemen müdahale eder, "Hop, hop. Ne oluyor?" der.
Osman Yüksel Serdengeçti, "Üstat, yarısı benim değil miydi?" deyince Nazım, "O kadar da uzun boylu değil." karşılığını verince Serdengeçti taşı gediğine koyar, "İşte, komünizm dedikleri yirmi beş kuruşluk bir şeymiş."
***
Osman Yüksel Serdengeçti Parkinson hastalığına yakalandığında birkaç kişi ziyaretine gelir. Çay demlenip getirilir. Serdengeçti şekerlerden birini tutar; bayağı bir uğraştıktan sonra bardağa atmayı başarır.
Sıra ikinci şekere gelir; uğraşır, uğraşır ama atamaz. Sonunda "Hey gidi Osman hey. Bir zamanlar Türkiye’yi karıştırırdın. Şimdi çayını bile karıştıramıyorsun." der.
***
Bir gün yine Denizciler Caddesi’ndeki kitapçı dükkanında oturuyorduk. Muhterem ağabey, "Bir şeyler yiyelim." dedi. Bir tabak pekmez ve ekmek getirildi. Bir arkadaş somun ekmeğinin içini pekmeze bandırdı.
Ekmek pekmezi sünger gibi emince, arkadaş koca lokmayı ağzına attı. Osman Yüksel Ağabey de dedi ki, "Yahu sen ne yapıyorsun? Bataklık mı kurutuyorsun?"
Osman Ağabey Bedi-üz Zaman Said Nursi’yi ziyarete gittiğinde Said Nursi ona demiş ki, "Bir oğlum olsa ismini Osman koyardım. Sen benim manevi evladımsın." Manevi dünyamızda onun yeri büyüktür. Muhterem ağabeyim, Allah sana gani gani rahmet etsin.
***
Osman Yüksel Serdengeçti kelimenin her iki manasıyla "garip" bir adamdır. Hayatında bir kerecik olsun kravat takmamış, palto giymemiş, içki içmemiştir. Fakültede bir gün arkadaşları onu sıkıştırır. Aralarında kızlar da vardır. "Etme Osman. Ne olursan, bir kerecik olsun kravat tak. Bizim hatırımız için."
Osman, "Şimdiye kadar ben neyi taktım ki kravatı takayım? Vazgeçin bu sevdadan." dediyse de kar etmez. "Takacaksın da takacaksın." Bakar ki olacak gibi değil, "Peki." der, söz verir.
Yarın sabah fakülteye kravatlı gelecek.
Fakültenin bir başından öbür başına bu haber yayılır, "Hani felsefede şu karışık saçlı Osman var ya? Kravat takacakmış." Sabah olur, arkadaşları Osman’ı beklemekte. Bir de bakarlar ki seninki yine kravatsız, başı açık, sinesi üryan çıkagelir.
Arkadaşları, "Aşk olsun. Sen erkek adamsın, sözünün erisin. Hani kravat?" "Taktım canım, taktım. Bakın işte." Osman takmış, takmış ama neresine? Kravatı donuna bağlayıvermiş! Bir kahkahadır gider.
Bunun üzerine arkadaşı Arif Emre, Osman Yüksel için bir şiir yazar, "Palto giymez, şunu yapmaz, bunu yapmaz." dedikten sonra sözü kravata getirerek şiirini şu iki mısra ile bitirir,
"Kravat takmaz desem, istisnalıdır,
Ya kuşak yapmıştır ondan, ya donuna bağlıdır."
***
Merhum Osman Yüksel Serdengeçti milletvekili olduğu dönemde radyoda yaptığı konuşma esnasında "Allah’ın, vatanın ve milletin yolundayız." dediği için tutuklanır. Hakim sorar, "Hakkında böyle bir suçlama var. Ne diyorsun?" Serdengeçti’nin cevabı müthiştir,
- Vallahi hakim bey, günlük konuşmalarımızda Allah kelimesini kullanmak o kadar normal bir şeydir ki. "Allah yolunu açık etsin" deriz, "Allahaısmarladık" deriz, "Allah’a emanet ol" deriz.
Allah kelimesini kullanmak bu kadar normal bir şey iken, benim Allah demem suç sayılıyorsa, benim buna karşı söyleyeceğim söz sadece şudur: Allah Allah!
***
Osman Yüksel Serdengeçtinin çocuğu yoktur.Hanımının adı da İsmettir.Dünyada iki İsmetten çok çektim sözü de manidardır.
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde ikinci sınıf öğrencisi iken Mayıs 1944’te meydana gelen olaylara karıştığı için öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kaldı.
Nihal Atsız ve Alparslan Türkeş’le birlikte bir süre tutuklu kaldı. (Suçlama: Türkçülük hareketine öncülük etmek, talebeleri hocaların aleyhine kışkırtmak, devlet büyüklerine hakaret etmek vs.)
Tekrar öğrenimine devam etmek istediyse de kabul edilmedi. Bunun üzerine dönemin milli eğitim bakanı Hasan Ali Yücel’e hitaben "Yüksek vekaletin alçak vekiline" sözleriyle başlayan bir dilekçe yazdı.
Dilekçeyi bakana verme cesaretini kimse bulamadı. Kendisi bizzat verdi ama yeniden hapishaneye gönderildi. Hapisten çıkınca, unvanını aldığı ünlü Serdengeçti dergisini çıkarmaya başladı. İşte dilekçesi,
"Yüksek Vekaletin Alçak Vekiline / ANKARA..
Üç Mayıs 1944 hadiselerine öncülük yapmak, gençliği kışkırtıp tahrik etmek suçuyla Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin Felsefe Şubesinin son sınıfının son noktasında bir telefon emrinizle okuldan atılan ben Osman Yüksel, İstanbul’a sürülüp örfi idare komutanlığının emrine teslim edildikten, tabutlara tıkılıp zincirlere vurulduktan sonra suçsuz olduğum anlaşılmıştır. Kader beni yine sizin karşınıza dikmiştir.
Hakkımı istiyorum efendi, hakkımı.Sizden bahşiş istemiyorum.İmtihan hakkımı ya verirsiniz, ya zorla alırım.
Beni tuttuğum yoldan Yücel değil, ecel gelse döndüremez."(On kuruşluk pul ve Serdengeçti’nin imzası)
***
Osman Yüksel Serdengeçti ağabey çok güzel şiirler yazar.İşte o şiirlerden bir demet:
Bir Kahraman Bekliyoruz..
Kal’a gibi dik başın bulutlarla yarışsın,
Dalga dalga saçların rüzgarlarla karışsın!
Adını nakşedelim,eski-kadim surlara
Sesini haykıralım asırdan asırlara...
Savletinle titresin yeniden doğu-batı,
Ve kurulsun Allah’ın ebedi saltanatı...
Ufukları kaplasın bayraklarımız al,al,
Göklere zaferimizi çizsin vahşi bir kartal! ..
Kahramanlar büyüsün masalda dev misali,
Eğilsin öpsün gökler,canım nazlı hilali...
Ordularım yeniden Tuna’ya akın etsin!
Bir Yıldırım çaksın da uzağı yakın etsin!
Selam dursun karşısında bütün şerefler,şanlar!
Namını tebcil etsin,yıldızlar kehkeşanlar...
İçimde hiç sönmeyen bir fetih sevdası var.
Yavuz gibi diyorum:Bu dünya insana dar!
Bir sada duymak için sahralara düşeyim.
Helal olsun bu yolda,varım yoğum herşeyim! ..
Volkan gibi lav atmış,ne susmuş ne sönmüşüm.
Ben bu iman uğruna çılgınlara dönmüşüm.
Bir deha bekliyoruz,gençliğe mihrap olsun,
Ruhları tutuşturan bir ateş mihrak olsun.
Sinesinde birleşsin sağa sola sapanlar,
Kahrolsun Hak dururken zorbalara tapanlar!
Çık,nerdesin,zuhur et! Biz seni bekliyoruz.
Yıllardır yollarında yorgun emekliyoruz..
Musa ol! Hakka yüksel! tecelli et de Tura.
Zulmet yıkılsın gitsin! Cihan garkolsun nura!
İstiyorum yeniden bir hilkat istiyorum,
Ne hayal,ne kuruntu hakikat istiyorum.
Hakikat,hakikat,hakikat istiyorum! ..
***
Asri Aile..
Nazik, komilfo; kibar; elegan; janti, ince
Hatıra bu gelmez mi asrilik denilince?
Dil, din farkı gözetmez; genç, ihtiyar her yaşta
Asrilik şartı gelir bunlar için en başta
Hepsi koket, hepsi şık, düzgün kıyafet kılık
Kadınları çaçaron, erkekleri kılıbık
Haftada dört beş gece gelirler bir araya
Kimi şebeğe dönmüş,kimi de maskaraya
Viski, kokteyi; likör, mezeler bol sadöviç
A dö tbl bakara, frap; poker; bezik; briç
Şen müzik divertisman kontuvarı eğlenceler
Sabah olurken biter olan sonsuz geceler
Her gece birkaç yüz papeli sökülüşler
Ayrılırken el sıkıp kırılıp dökülüşler
Hakikatı bilmeyen her halde gıpta eder
Ah ne yüksek yaşayış; ne mesut insanlar der
Asrilik ne demektir anlaması biraz zor
İç yüzünü öğrenmek istersen gel bana sor
Dikkatli bak görürsün ne kadar tersine iş
Uçuruma sürükler cemiyeti bu gidiş
Otuz yıldır gezerim mühiti adı adım
Her inkılap devrinde bir terakki ardım
Yazık ki rastlamadım çok gayret ettimse de
Bizdeki asriliği görmedim hiç kimsede
Bir hasbihal edelim ben sana alayım
Bu çok mühim yarayı deşeyim kanatayım
Biraz daha geçerse can evine girecek
Asrilik denen afet bünyeni kemirecek
O tertemiz varlığın çürüyüp kanayacak
Kangren olup çıban her yerini saracak
Asrilerde bulunmaz dostluk,vefa,müveddet
Yalandır,hep riyadır; samimiyet,muhabbet
İşit,fakat inanma o yıldızlı sözünü
Elinden gelse oyar birbirinin gözünü
Sahtedir,gösteriştir ocicili şeyler hep
Candan dosttur sandığın kalkar seni zemmeyler
Ne ahbaplık hissi var ne hak ve hukuk tanır
Ne kimseden sıkılı ne Allahtan utanır
Erkek adı donkişot,kadında yok ar haya
Namus; dinden bahseden burada kalır yaya
Lükstür tuvalettir onlardaki her iman
Mübalağa değildir bu saydıklarım inan
Saç,kaş,kirpik,göz,dudak,yanak hepsi denk
Altın rengi toz penbe beyaz kızıl kara renk
İsraf günahtır dersen katılır güle güle
Binlerce lira verir birkaç metrelik tüle
Saçlar kuaför ister,pamuk eller manikür
Vücuda masaj lazım ayaklara pedikür
Aklın varsa sokulma,laç onlardan uzağa
Görünüşe aldırma tutulursun tuzağa
Asriliğe imrenir bakarken sağa sola
Hali vakti yerinde kimseler düşer ağa
Üşüşürler başına içki kumar boğarlar
Metelik kalmayınca art kapıdan kovarlar
Asri denen kibarın dolabı böyle döner
Lakin öbür tarafta birçok ocaklar söner
Asriler işte böyle yarı Türk yarı frenk
Kadınlar çaçaron kozmopolittir erkek
Bunlardan gelen nesil vatan millet tanır mı?
Müslümanlık kaygusu Türlük duygusu var mı?
Oğlan hoppa, kız züppe,ana sürtük, baba kaz
Bundan daha asri aile olamaz
Asriliğin manası edep,irfan demektir
Bizdekine gelince düpedüz bo. yemektir
***
Ayasofya
Ey İslam’ın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi,
Işıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun?
Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta maveradan gelen ezanlar?...
Hani o ilahi devir, ilahi nizamlar?...
Ayasofya ses vermiyor,
Ayasofya bir hoş,
Ayasofya bomboş!...
Hani nerede?
Şu muhteşem minberde,
Binlerce erin baş koyduğu şu temiz yerde,
Şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?...
Ayasofya! Ayasofya!...Seni bu hale koyan kim?
Seni çırılçıplak soyan kim?!...
Hani nerede?
Gönüllerden kubbelere,
Kubbelerden gönüllere
Gürül gürül akan Kur’an sesleri?...
Kur’an sesleri dindirilmiş,
Müslümanlar sindirilmiş!...
Allah-Muhammed-Hülafa-i raşidinin
İsimleri kubbelerden yerlere indirilmiş!...
Fethin, Fatih’in mabedinden kitab-ı mübini,
Bu ulu dini kaldıran kim?
Dinimize, imanımıza saldıran kim?
Mabedimin göğsüne uzanan namahrem eli,
Kimin elidir?!...
Söyle Ayasofya, söyle.
Seni puthane yapan hangi delidir?!...
Elleri kurusun, dilleri kurusun!
Ayasofya! Ayasofya! Seni bu hale koyan kim?
Seni çırılçıplak soyan kim?!...
Ayasofya,
Ey muhteşem mabet;
Gel etme,
Bizi terketme!...
Bizler, Fatih’in torunları, yakında putları devirip,
Yine seni camiye çevireceğiz...
Dindaşlarımızla,
Kanlı göz yaşlarımızla,
Abdest alarak secdelere kapanacağız,
Tekbir ve tehlil sadalarıboş kubbelerini yeniden dolduracak
İkinci bir fetih olacak,
Ezanlar bu fethin ilanını,
Ozanlar destanını yazacaklar...
Putperest Roma’ya yeni bir mezar kazacaklar,
sessiz ve öksüz minarelerinden yükselen ezan sesleri fezaları yeniden inletecek!
Şerefelerin yine Allah’ın ve O’nun sevgili peygamberi Hz. Muhammed’in aşkına,
şerefine ışıl ışıl yanacak; bütün cihan Fatih Sultan Mehmed Han dirildi sanacak!...
Bu olacak Ayasofya,
Bu muhakkak olacak...
İkinci bir fetih, yine bir ba’sü ba’delmevt...
Bugünler belki yarın, belki yarından da yakındır,
Ayasofya, belki yarından da yakın!...
***
Mektup 1
Dilimin ve kalemimin ucundasin,
Fakat kalbimin icinde,
Su tukenen yillara sor, gecelere
gunduzlere sor: kiminleyim ben?
Hic sizin semtinizde vefa ruzgari esmez mi?
Daglara seslendim, onlar bile ses verdi de
Sen neden susuyorsun...
Sen ses ver de senin semtinden esecek vefa
ve ask ruzgarlarina bagrimi acayim..
cigerlerime cekeyim...
’Beni ne yapacaksin’ deme
’Benim yuzumden ne hale gelmissin’ de!
Yollarda ayak izlerini gordum,
Bu izlere yuzlerimi surdum.
Evet, buralardan gecen sensin!..
Yollardan gectigin gibi benden de mi gececeksin?..
Yollardaki izlerini baska izler bozar siler...
Fakat kalbimde biraktigin izler ebedidir, bozulmaz, silinmez...
Seni dusune dusune dusume giriyorsun
Onun icin ben, gunduzlerden cok geceleri sever oldum
Senin olmadigin yerde gunes yok bana
Ates yok bana..Hayat yok bana...
Muhacir kuslar sicak iklimlere goctuler
Demek ki goc zamani..benim kusumsa
’ask’ denilen kafeste cirpinip dudu.
Seninle olduktan sonra her sey sicaktir bana
Son bahar bile ilk bahar gibidir.
Bir baktin canimi yaktin
Bir daha bak ki , kul olayim, savrulayim...
Bu bayram da sensiz gecti.
Seninle her gun bayram bana
Sen olmayinca bayramdan ne haber?
Is bildigin gibi degil.Bilmedigin gibi...
Sen kendine bakma, bana bak..
neler oluyor o zaman anlarsin
Oldugum zaman mezarima gel
De ki ’ bu adam benden neler cekti
Ey toprak, boyle bir dertliyi sen nasil cekiyorsun...’
***
Gelsen De Bir Gelmesen De
Artık olan oldu bize
Gelsen de bir gelmesen de
Gelemeyiz biz yüz yüze
Gelsen de bir gelmesen de
Hep kendini çektin naza
Yok bahara yahut yaza
Bıktım gayrı yaza yaza
Gelsen de bir gelmesen de
Bir candır bu bir andır bu
Giden gelmez bir handır bu
Dağ taş değil insandır bu
Gelsen de bir gelmesen de
Göreceğim bir boş kafes
Ceset kalmış çıkmış nefes
Nerde o can nerde o ses
Gelsen de bir gelmesen de.
***
İmparatorluğa Mersiye
Bin yıl oldu toprağına basalı
Hayli oldu kılıçları asalı,
Bülbüllerin onun için tasalı,
Sazlar kırık, ayar tutmaz telleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?
Yol görünür, hakan emir verirdi,
Dalga dalga ordularım yürürdü,
Hamlemizden dağlar taşlar erirdi,
Dolu dizgin aştık nice belleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?
Yıldız doğar, talihimiz belirir,
Sabah olur, ulufeler verilir,
Bir seferde dört krallık serilir,
Al al ettik, kara kara tülleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?
Ferman çıkar, dal kılıçlar takınır,
Meydanlarda Rabbe dua okunur,
Gölgemizden bütün cihan sakınır,
Andırırdık coşkun akan selleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?
Kosovalar, Plevneler bizsizdir,
Yosun tutmuş camilerim ıssızdır,
Boynu bükük minareler öksüzdür,
Açmaz olmuş kızanlığın gülleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?
Hali görür, geleceği sezerdik,
Bir zamanlar ta Vistül’de gezerdik.
Haritayı biz kendimiz çizerdik,
Fetheyledik deryaları, çölleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?
Rodopların ak başları yaslıdır,
Serdengeçti gönül, artık usludur,
Rüzgarları bile matem seslidir,
Zafer,zafer der, eserdi yelleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?
***
Veda
Artık iş kalmadı yarenler bizde
Tökezliyor olduk yazıda düzde
Şairdik,hatiptik,yazardık sözde
Ekmeği yemeğe ağızda diş yok
Dedik ya efendim bizlerde iş yok
Sağ yanım titriyor,sol yanım tutmaz
Nabzım tekler durur,muntazam atmaz
Ayağım bir türlü ileri gitmez
Ağzım her an kuru,gözümde yaş yok
Artık bundan böyle bizlerde iş yok
Bir secdeye varsam başım dolanır
Ne yesem ne içsem,miğdem bulanır
Bütün dertler birbirine ulanır
Yuvamız da bomboş uçacak kuş yok
Hayra yorulacak hayal yok,düş yok
Yakını uzağı seçemez oldum
Bir ufak hendeği geçemez oldum
Bir bardak soğuk su içemez oldum
Tatlılarda bile lezzet yok,tat yok
Benim bu halime takacak ad yok
İki adım atsam durmaz düşerim
Eski hallerime şimdi şaşarım
Allah’ım ben böyle nasıl yaşarım
Kendimi kollayacak gövdede baş yok
Bağrıma basacak evlat yok,eş yok
Yaşıtlarım birer birer ölüyor
Yeşil yaprak kara toprak oluyor
Azrail de baş ucumda soluyor
Üstüme dikmeye ağaç yok,taş yok
Arkamdan vermeye yemek yok,aş yok...
***
Sevmek ve Sevilmek Gibi Tat Var mı ki Başka
Geçmişte gömülmüş ne de çok hatıralar var.
Bir sevgili mes’ut ise bir başkası ağlar,
Bir eski gönül yaresi sızlar da derinden,
Bir ok yeniden kalbi vurur dertli yerinden,
Bir damla şaraba, bir içim suya kanılmaz,
Bir tatlı güne ertesi gün pek inanılmaz,
Madem ki hayalın yolu er geç bitecektir,
Her sevgili varlık kara toprağa gidecektir,
Öyleyse neden bin bir üzüntüyle yanarsın?
Bir hişuranın zevkini özlemle anarsın?
Günler değil, aylar boyu, yıllar boyu olsa,
Bir sevgiye insan doyamaz, ömrü de dolsa.
Ver kendini, koy ver yine taptaze bir aşka!
Sevmek ve sevilmek gibi tat var mı ki başka?
***
Yangın Var!
Yangın var, bağrım yanık, herkes şaka sanıyor,
Yanıyor avuçlarım bir kor gibi yanıyor.
Ya... Rabbim neydi bu hal, başa gelenler neydi?
Ya ben Cehennem’deyim, ya Cehennem bendeydi,
Denizlere atılsam deniz kurtarmaz beni,
Ufuklara uzansam ufuk da sarmaz beni.
***
Türklüğün İlahisi
Türklüğün ilahisi
Şol asya’nin irmaklari
Akar türklük deyu deyu
Ol mübarek topraklari
Kokar türklük deyu deyu
Burçlarinda sancaklar
Hür göklerini kucaklar
Daima tüter ocaklar
Tüter türklük deyu deyu
Şahin yuvasi belleri
Şehid kanindan gülleri
Cuşa gelmiş bülbülleri
Öter türklük deyu deyu
Kirilsin artik halkalar
Vurulsun leşte kargalar
Bahr-i hazarda dalgalar
Atar türklük deyu deyu
Yabancilarda yurdumuz
Devasiz kaldi derdimiz
Altaylarda bozkurdumuz
Gezer türklük deyu deyu...
***
Bulamazsın
Bir kere inkâra düstün mü yavrum,
Kendini aşmaya yol bulamazsın.
Vehimler şüpheler bozar ruhunu,
Seni kaldıracak el bulamazsın...
Elbet dünya döner, bizde döneriz,
Bir müddet parıldar sonra söneriz...
Yükseklerden enginlere ineriz
Halinden anlayan dil bulamazsın.
Ömür akar gider yokluk gölüne
İnsanoğlu dümüş serap çölüne
Hayat benzer bir gecelik geline
Kendin gibi akan sel bulamazsın
Ektiğin tohumlar bir türlü bitmez
Müşkülü yenmeye bir ömür yetmez
Kuş olsan uçsan da yine kâr etmez
Arasan konacak dal bulamazsın...
***
Moskofname
Dedelerimden kalma intikam var kanımda
geçmişini s... bulgarın moskofun da
bir domuz görmüş gibi ayaklanır hislerim
alçakların sesini dinlerken mikrofonda.
o kadar gururlanma, o kadar mağrur olma
dün daha kölemizdin mahvolmuştun Prutta
Yalnız şunu isterim yalnız şunu hatırla
Yatmıştı Katerina Baltacının koynunda
***
Cenk Türküsü
Sabahlar olmadan çıktım köyümden
Ayrı düştüm yaranımdan evimden
Nedeyim vazgeçtim ben her şeyimden
Vatansız malı mülkü ne derim
Elimde süngüm cenge giderim
Hısımlar komşular siz hoşça kalın
Ara sırada bir haber salın
Yurt için gidiyorum müsterih olun
Ne yapım böyle imiş kaderim
Elimde süngüm cenge giderim
Kara gözlü anam neden ağlarsın
Ağlarsında yüreğimi dağlarsın
Sabaha doğru ben gideceğim
Akşamdan azığımı bağlarsın
Ağlama kız ana Huda’mız kerim
Elimde süngüm cenge giderim
Gel ey ela gözlü güneş yüzlü yar
Gidip de gelmemek gelip de görmemek var
Son olarak beni bir kerecik sar
Vatanımdır şimdi benim sevgilim
Elimde süngüm cenge giderim
Dedem kayıp olmuş Yemen çölünde
Amcam şehit oldu urum elinde
Babamın ruhu Çanakkale’de
Beşikte bırakmış beni pederim
Elimde süngüm cenge giderim
Mübarek kaza ,cenk,düğüş,sefer
Böyle buyurmuş ulu peygamber
Demiş ki: “Yurt için can veren erler
Mahşerde benimle beraber”
Tanrının buyruğu buna ne derim
Elimde süngüm cenge giderim
Canlandı gözümde yeniden mazi
Ölürsem şehidim kalırsam gazi
Bitiyor Mehmet ‘ in burada sözü.
***
Bir Şehidin Ardından
Ey kurşunlarla yerlere serilen
Al bayraklara sarılan yiğit!
Ey şehitoğlu şehit!
Ömrünün baharında,
Şehitler diyarında
Bir bahar sabahı
Zikrederken Allah ’ı
Namertler sana,
Pusu kurdular...
Seni kahpece arkadan
Vurdular
Bir bahar sabahı...
Açmamıştı henüz yurt çiçekleri
Vatan gülleri.
Vurdular seni, vurdular
Moskof dölleri...
Namert kurşunlarla yerlere serilen
Ey al bayraklara sarılan yiğit!
Ey şehit oğlu şehit!
Her gün sosyal - itler
Ürüyorlar.
Rüyalarında Barzani’yi görüyorlar.
Kan döküyorlar
Vatan çocuklarının
Tırnaklarını söküyorlar.
Sıkılmış yumruk ar.
Sıkılmış dişler.
Evet bütün bu işler
Türkiye ’de oluyor.
Türkiye’de Türkler
Öldürülüyor, ölüyor..
Nerde hükümet,
Nerde kanun,
Nerde adalet,
Rezalet, rezalet, rezalet.’..
Amma bu millet düşmanı tanırsa,
Bir şahlanırsa,
Bu sosyal - itleri,
Para ile satılmış parazitleri
Bir anda boğar...
Bu işler böyle gitmez kardaşım
Yarın ufuklardan, güneşler doğar! ..
Ey cepleri rubleli,
Moskova kıbleli kızıl, rezil.
Nasıl olsa bu millet sizleri haklar..
Alçaklar, haklar...
Sen rahat uyu yiğidim
Arslan şehidim.
Rahat uyu...’
***
Ağıtlar
Yıllardır,yıllardır hayaller kurdum,
Seni anam gibi aradım durdum,
Ey benim sevgilim ,ey Anayurdum,
Nerde benim Oral- Altay dağlarım?
Akşam olur sabah olur ağlarım
Gövden bir yerde başın bir yerde,
Aramıza inmiş bir demir perde,
Söyle Turan sen nerdesin , ben nerde?
Nerde benim yaslı Tanrı dağlarım?
Akşam olur sabah olur ağlarım..
Turan ellerinden haber gelmiyor,
Yarabbi derdimi kimse bilmiyor ,
Dört asırdır Türkün yüzü gülmüyor,
Akşam olur sabah olur ağlarım
Nerde benim Oral- Altay dağlarım?
Koskoca bir alem göçmüş yıkılmış,
Türbelerin , camilerin yakılmış,
Meydanlara kara putlar dikilmiş,
Buhara der, Semerkant der ağlarım
Nerde benim Oral- Altay dağlarım
Kimlere söylesem bilmem derdimi,
Acaba dünya böyle zulüm gördü mü,
Bozkurt gitmiş ayı basmış yurdumu,
Bozkurtum der özyurdum der ağlarım
Nerde benim yaslı Tanrı dağlarım?
Sen ey Hazar ,engin Hazar,Türk Hazar,
Söyle bana boylarında kimler gezer?..
Kafir moskof yine mezar mı kazar?
Seyhun gibi, Ceyhun gibi çağlarım,
Nerede benim Oral-Altay dağlarım?..
Moskof bayrağını çekmiş gemiler,
Yol alırken dalgaların iniler,
Her gelen haber de derdim yeniler
Nerde benim Oral- Altay dağlarım
Akşam olur sabah olur ağlarım
Vatanlar,vatanlar,esir vatanlar,
Ey yüreği vatan için atarlar,
Toplanın elleri silah tutanlar,
Kıyam etsin ölülerim,sağlarım,
Nerede benim yaslı tanrı dağlarım?..
Esen yellere bak sevda yelidir,
Açan güllere bak bayrak alıdır,
Senden ayrı düşen gönül delidir,
Nerede benim Oral-Altay dağlarım
Akşam olur sabah olur ağlarım
Duman olur dağlarına ağsam mı?
Yağmur olup dağlarına yağsa mı?
Yıldız olup göklerine doğsam mı?
Ah çeker de yaşın yaşın ağlarım
Nerede benim Oral-Altay dağlarım.
Doğmuyor,doğmuyor aylar,yıldızlar
Çalmıyor kırılmış kopuzlar,sazlar
Karalar bağlamış gelinler,kızlar
Akşam olur sabah olur ağlarım
Nerede benim yaslı Tanrı dağlarım.
Allah Allah diyen ezanlar nerede?
Efeler,yiğitler,kızanlar nerede?
Taşkentler,Kırımlar,kazanlar nerede?
Nerede benim Oral-Altay dağlarım?
Akşam olur sabah olur ağlarım.
Artık Dede Korkut öğüt vermiyor
Gültekinden bildirgeler gelmiyor
Ne söylesem olmuyor, ah olmuyor
Nerede benim Oral-Altay dağlarım?
Akşam olur sabah olur ağlarım.
Sürüler dağılmış,yaylamaz olmuş
Irmaklar kurumuş,çağlamaz olmuş
Ozanlar,Şamanlar söylemez olmuş
Nerede benim Oral-Altay dağlarım?
Akşam olur sabah olur ağlarım.
Mağripten maşriki soranlar hani?
Çini,Viyana’yı soranlar hani?
Üç kıtada dimdik duranlar hani?
Nerede benim Oral-Altay dağlarım?
Akşam olur sabah olur ağlarım.
Geçmiş günler birer hayal oldular,
Bedr-i tam idiler,Hilal oldular,
Dün cevapken bugün sual oldular,
Nerede benim Oral-Altay dağlarım?
Akşam olur sabah olur ağlarım.
Kınaman dostlarım gözümde yaş var,
Şu kara bağrımda bir kara taş var,
Tam elli iki milyon esir gardaş var,
Nerde benim yaslı Tanrı dağlarım
Akşam olur sabah olur ağlarım.
***
Hapishane Türküsü
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
İçtiğimiz gözyaşı, ekmeğimiz gam
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Her yeri kaplamış bir kara duman
Geçmiyor, geçmiyor şu kahpe zaman
Bir af çıkmazsa da halimiz yaman
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Feryadıma ses vermez, duvarlar dilsiz
Geçiyor baharlar çemensiz, gülsüz
Kötürüm gibiyim ayaksız, elsiz
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Hep de bize imiş feleğin cevri
Döndü gayrı dünya, değişti seyri
Bu devir alçaklar, korkaklar devri
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Herkesin derdi de başından aşkın
Her kimi gördümse serseri, şaşkın
Yemeksiz, gömleksiz, perişan, düşkün
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Bozulmuş düzeni, çalmıyor sazım
Geçmiyor, geçmiyor kimseye nazım
Ben bir Köroğlu’yum, nerde Ayvaz’ım
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Çıkar avluda volta vururum
Bu sefil hayatı böyle sürürüm
İflah etmez, ben bu yerde çürürüm
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Düşmüşüm yatağa hastayım, hasta
Gözlerim kapıda, kulağım seste
Yastayım kardaşlar yastayım yasta
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Geceler iner de, doğar yıldızlar
Köyümü andıkça yüreğim sızlar
Aklıma geliyor gelinler, kızlar
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Akşam olur, kapılar kitlenir
Kimi kumar oynar, kimi bitlenir
Buraya düşen her derde katlanır
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Kimi esrar çeker, düşer dalgaya
Kimi bıçak çeker, girer kavgaya.
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Her yeri kaplamış bir kara duman
Geçmiyor, geçmiyor şu kahpe zaman
Bir af çıkmazsa da halimiz yaman
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Feryadıma ses vermez, duvarlar dilsiz
Geçiyor baharlar çemensiz, gülsüz
Kötürüm gibiyim ayaksız, elsiz
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Hep de bize imiş feleğin cevri
Döndü gayrı dünya, değişti seyri
Bu devir alçaklar, korkaklar devri
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Herkesin derdi de başından aşkın
Her kimi gördümse serseri, şaşkın
Yemeksiz, gömleksiz, perişan, düşkün
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Bozulmuş düzeni, çalmıyor sazım
Geçmiyor, geçmiyor kimseye nazım
Ben bir Köroğlu’yum, nerde Ayvaz’ım
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Çıkar avluda volta vururum
Bu sefil hayatı böyle sürürüm
İflah etmez, ben bu yerde çürürüm
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Düşmüşüm yatağa hastayım, hasta
Gözlerim kapıda, kulağım seste
Yastayım kardaşlar yastayım yasta
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Geceler iner de, doğar yıldızlar
Köyümü andıkça yüreğim sızlar
Aklıma geliyor gelinler, kızlar
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Akşam olur, kapılar kitlenir
Kimi kumar oynar, kimi bitlenir
Buraya düşen her derde katlanır
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam
Kimi esrar çeker, düşer dalgaya
Kimi bıçak çeker, girer kavgaya
Yıkılası hapishane damları anam
Yandım Allah yandım, daha mı yanam.
***
Bu Kervan Böyle Gitmez
İster beni hoş görün, ister vurun öldürün,
İster bir cani gibi zindanda süründürün,
Yeter artık illallah! Şu yangını söndürün,
Amerikan dolan bu yangına kâr etmez.
Ey meclis-i mebusan bu kervan böyle gitmez!
’l love you America’ yazılı durur duvarda,
Donanmalar taşıdı yığın yığın hovarda,
Kızlarımız dansetti, salep içtiler barda,
Kimse görmez bunları, haya etmez, ar etmez.
Ey meclis-i mebusan bu kervan böyle gitmez
Bankalar mâbed oldu, daktilo sesi dua,
Adet oldu hırsızlık, dalkavukluk ve riya,
Yapmayanlar düz yolda kalıverirler yaya,
Vallahi bilmem amma bu millet iflah etmez,
Ey meclis-i mebusan bu kervan böyle gitmez! ..
Her yerde yükselirken âvaze-i sefalet.
Yurdu cennet gösterir radyo denen kör alet,
İlâhi bu ne halet, Ya Rab bu ne dalâlet?
Zorbalık, cebr-ü şiddet kimseye gık dedirtmez
Ey meclis-i mebusan bu kervan böyle gitmez! ,
Haykırırım hakkı her sözüm ağır olsa da,
Şaklasa kamçı, sırtım onmaz yağır olsa da,
Duyulmaz mı bu feryat insan sağır olsa da,
Bu derde çâre lâzım, nutuklarla iş bitmez,
Ey meclis-i mebusan bu kervan böyle gitmez!
***
Bir Cihan Görürdüm O Gözde O Kaşta
Gözleri yemyeşil bir kız tanırdım
Sevginin sınırı olmaz sanırdım
O altın saçlarda o güzel başta
Bir cihan görürdüm o gözde,kaşta
Kader sevgilimi aldı eşinden
Ben bir yetim gibi kaldım peşinden
Aşkı bitmez sandım tükenmez sandım
Sevgiye doymadan acıya kandım
Yıllardır ömrüme acılar katık
Ya...rabbim bir son ver çileme artık
Kopda gel dilede büyük Tanrıdan
Komasın kimseyi uzak yarinden..
***
Sevdim Sevgilim Diye Ana Yurdu Derinden
’İstiklal Marşı” şairi M. Akif’in ruhuna ithaf’
İyilik ve güzellik taşıyor her yerinden
Sevdim sevgilim diye Anayurdu derinden
Neye baksam sevindim sevdim ne varsa her yerde
Yurtta bulunmak bile deva olur çok derde
Şu uçuşan kırlangıç, sarı asma ne güzel
Şu nur topu yavruda allı basma ne güzel
Güzellik kaynağıdır yeryüzü gök ve deniz
Tatlıdır Anayurtta her yüze bakan beniz
Gözü besler yemyeşil top top çam ağaçları
Ne hoştur karşı dağın kıvrımlı yamaçları
Irmaklarda ırmakta gümüştün balıklar oynaşırlar
Vadilerde yaylada davarlar kaynaşırlar
Başka yerin bu kadar ılık güneşi yoktur
Bence öz yurdun benzeri eşi yoktur
Gözlerim dalar gider ufkun rengarengine
Bilmem hiç rastlanır mı yeryüzünde dengine
Öyle bir renk çökmüş ki mavi,mor diyemezsin
Eflatun mu pembe mi?ateş,kor diyemezsin!
Ne bir ressam eli ne de bir şair dili
O renkleri çizemez anlatamaz besbelli
Herkese ilgi vardır memleket olayında
Başa bir tad gizlidir zorunda kolayında
Her şeyinde bir ahenk her şeyinde bir tad var
İçimizde sevinçten sanki bir çift kanat var
Doyulurmu seyrine ay yıldızlı bayrağın
Uğrunda kim can vermez bu güzelim toprağın
Ne mutlu bu ülkede varlık olmak bir zerre
Anayurtta yaşayan bahtiyardır bin kere
Osman Yüksel Serdengeçti
Osman Yüksel Serdengeçti ağabeye Allah cc. rahmet eylesin.
Mekanı Cennet olsun
22.03.2022//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.