- 627 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YENİ BİR ŞEY YAPMAK İÇİN ESKİYİ YIKMAK GEREKMEZ-YAZIK İSRAFTIR ISRAF!!....
Resimde görülen yıkılan park Kırıkkale’de 1996 da Mustafa Pekdoğan tarafından yapılmış olan Kültürparktır.
Şimdilerde yerine Bilim Merkezi yapılıyormuş.Mustafa Pekdoğanı uzaktan yakından tanımam,konuşmuşluğum yoktur.Burada söz konusu olan Kırıkkalemizde tarihi eser olmaması ve olanada saygı duyulmaması konusudur.
Ecdadımız beytülmal de denilen Devlet malına ve yetimlerin malına göz dikmemişlerdir.Bu hususta taviz vermemek için kılı kırk yarmışlardır.
Bu mevzuda başta Peygamber sav.sonra Onun Şanlı eshabı Kiram bilhassa adaletiyle meşhur Hz. Ömer ra.bizlere bu konuda muazzam bir numune-i imtisal olacak örnekler bırakmışlardır.
Sizlere Onun hayatından menkıbeler sunmak istiyorum:
Hz. Ömer r.a. Peygamber efendimizden sonra Müslümanların başına geçen halifelerin ikincisi, Peygamber efendimizin ‘adâlet’ vasfının varisi, Hz. Allah tarafından ‘Fâruk’ diye taltif edilen, kendisini gören şeytanın girecek delik aradığı büyük insan.
O’nun hilafeti zamanında İslam devletinin sınırları alabildiğince genişlemiş, İslam orduları elde ettikleri zaferlerle dünyanın en güçlü orduları haline gelmiş, Müslümanlar, fakirlikten, yoksulluktan kurtulup o günün şartlarına göre malî durumları oldukça iyileşmiştir.
Hz.Ömer ra.elde edilen bir takım imkânlara rağmen hiçbir zaman dünya malının kendisini ve çoluk çocuğunu esareti altına almasına izin vermemiş, her zaman Peygamber efendimizin yaşadığı hayatı, Peygamber efendimizden sonra Müslümanların ilk halifesi Hz. Ebû Bekir’in r.a. dünya malı hususunda olan zühdünü ve takvasını kendisine nümûne ve örnek kabul etmiştir.
O, Müslümanların idaresi hususunda kılı kırk yarmış, idaresi altında bulunan bütün insanların, hem Müslümanların, hem de gayr-i Müslimlerin haklarının korunması, geçimlerinin temin edilmesi, İslam devletinin sınırları içinde adaletin, huzur ve âhengin sağlanması hakkında çok hassas davranmıştır.
Aşere-i Mübeşşereden yani Cennetle müjdelenen on eshab-ı Kiramdan biri olan İslamın ikinci Halifesi Hz.Ömer ra.tarihe adil Halife olarak adını şanla şerefle yazdırmıştır.
O mübarek ve müstesna İslam Halifesinin bugünün idarecelerine numune-i imtisal olacak hayat hikayelerinden oluşan ve Menakıb-ı Çehar Yar-i Güzin-Dört Büyük Halifenin Menkıbeleri ismiyle yayınlanmış defalarca okuduğum Kütüphanemdeki en değerli eserlerden biri olan eserde geçen menkıbeleri yazarak yazımız taçlandırmak istiyorum.
1.MENKIBE:Hz. Ebû Musa el-Eş’arî r.a. bir gün Beytülmali, devlet hazinesinin muhafaza edildiği binayı süpürürken bulduğu bir dirhemi (yaklaşık üç gram gümüşü) oradan geçmekte olan Hz. Ömer’in r.a. küçük oğluna verir.
Oğlunun elindeki parayı gören Hz. Ömer r.a. parayı nerden aldığını sorar.
Durumu öğrenince de Hz. Ebû Musa’yı r.a. bulur ve:-“Ey Ebû Musa! Senin nazarında (bu beldede, Medine’de) Ömer’in evinden daha düşük bir ev yok mudur? Senin maksadın nedir?
(Beytülmalde bulduğun parayı benim oğluma vererek, çocuklarımın midesine haram düşürerek ne yapmaya çalışıyorsun?)
Sen, zimmetine hak geçmeyen kimsenin kalmamasını mı istiyorsun?” diye çıkışarak oğlunun aldığı bir dirhemi iade eder.
2.MENKIBE:Hazret-i Ömer bir gün evine geldiğinde, hanımları bir tabak içine koydukları mücevherleri seyrediyorlardı. Nereden geldi bunlar diye sordu. Rum kayserinin hanımlarından kendilerine hediye geldiğini söylediler.
Hazret-i Ömer buyurdu ki, eğer siz halife hatunu olmasa idiniz, size bu cevherlerin birini göndermezlerdi. Size gelen de, halifeye gelen de Müslümanların beyt-ül-malınındır.
Kıymetli hediyeleri alıp, beyt-ül-mala verdi.
Yine bir gün Hazret-i Ömer bir cemiyette ağladı. Niçin ağladığı sorulduğunda, buyurdu ki:
(Niçin ağlamayayım ki, eğer Fırat kenarında oğlak zayi olsa, yarın kıyamet gününde, o Ömer’den sorulur.) Yine nakil olunur ki, bir gün Hazret-i Ömer eline bir saman çöpü alıp, der idi ki, ne olaydı, bu saman çöpü ben olaydım.
Ne olaydı mahluk olmaya idim, validem beni doğurmayaydı. Ne olaydı, hatırlanan nesne değil de, unutulan nesne olaydım.
3.MENKIBE:Hicretin yirmi üçüncü senesi idi. Bir gün Hazret-i Ömer’e, (İran tarafında bir aşiret vardır. Sanatları haramiliktir. Müslümanların yollarını basarlar. Mallarını alırlar. İmana gelmezler. Müslümanlara karışmazlar) diye bir aşiretin zulmünden şikayet ettiler.
Hazret-i Ömer, Mesleme bin Kaysı onların üzerine gönderdi. Mesleme asker ile varıp, onları dine davet etti, kabul etmediler. Cizye verin dedi, kabul etmediler.
Ceng ettiler ve aşiretin hepsi öldürüldü. Mesleme ganimet malının beşte birini beyt-ül-mal için ayırdı. Bir kutu ile kıymetli taşlar eline geçmişti. Hazret-i Ömer’e, beşte bir mal ile o kutuyu, gazilerin rızası ile armağan gönderdi.
O gönderdiği kişi anlatır:Medine’ye geldim. Ömer mescidde fukaraya yemek yediriyordu. [Zira, beyt-ül-maldan fakirler için günde bir deve kesip, pişirip, yedirmek âdet-i şerifi idi. Yemek yenirken, kendisi mübarek eline bir asa alıp, ayağı üzerine durup, yiyenleri gözetirdi.
Ekmek ve aş lazım oldukça, götürüp verirdi.] Ömer’i bu hizmeti yaparken gördüm. Sabredip, bekledim. İşini bitirip, evine geldi. Ben de arkasından vardım. Bana, içeri girin dedi. İçeri girdim.
Evinin içinde bir eskimiş kilim, iki yastıktan gayri nesne görmedim. O yastıklar da hurma lifinden idi. Ömer kilim üzerine oturup, yastığı benim altıma verdi. Oturdum.
Sonra, hanımına [Hazret-i Ali’nin kızı Ümmi Gülsüm’e] misafir de var, yemek için bir şeyler gönderin diye seslendi. Bir çanakta bir miktar zeytinyağı ile bir parça arpa ekmeği getirildi.
Ben de Ömer’in hatırı için beraber yedim. Ondan sonra, aşiretin ortadan kaldırıldığını, çok ganimet alındığını anlattım. Ve o hediye kutusunu çıkarıp, Ömer’in önüne koydum. Bu nedir, dedi.
Mesleme bin Kays bunu size gönderdi. Gaziler de hisselerinden geçtiler. Hepsinin rızası ile bunu sana armağan gönderdiler, dedim.
Ömer onu gördüğünde, ellerini dizi üzerine koyup ağladı ve dedi ki, Hak teâlâ Ömer’e bu kadar nesneler verdi. Ömer’in gözü ve karnı doymadı. Bununla doyar mı, dersin. Yürü bu kutuyu Mesleme’ye götür ve de ki, bir daha bunun gibi iş yapmasın.
Müslümanların nasibini kimseye göndermesin. Bu cevahirleri satsın, müslümanlara dağıtsın. Çabuk git. Eğer dağılmış iseler, Mesleme’ye bir iş ederim ki, müslümanlara ibret olur.
Dedim ki, ya Ömer tecil eyleseniz. Benim bineceğim yok, gidinceye kadar geç olur. Emretti, sadaka develerden iki deve getirdiler. Bana verdi ve dedi ki bu develere nöbetle binip, oraya varınca, senden daha müstahak ve daha fakir bir kişi bulup, bu develeri ona ver.
Haydi, çık yola. Ben de acele Medine’den çıkıp, mola vermeden o makama eriştim. Kutuyu Mesleme’ye verdim. Durumu söyledim. Mesleme de o cevherleri otuz bin altına satıp, orada bulunan gazilere bölüştürdü.
(Taberi tarihi)
4.MENKIBE:Hz. Ömer (r.a.), ileri gelen sahabeye hitâben: “Ben, tüccardım. Ticaretle ailemi geçindirirdim. Siz, halifelik vazîfesi ile beni meşgul ettiniz.
Ne diyorsunuz? İhtiyacımı hazineden almak bana helâl olur mu?” dediğinde her biri birer söz söylediler. Hazret-i Ali (r.a.) sükût ediyordu.
Hazret-i Ömer:“Sen ne dersin, yâ Ali?” dedi. Hazret-i Ali (k.v.):
“Sana ve âilene yetecek miktardan fazlası helâl olmaz” dedi. Diğerleri de onu tasdik etti.
Hazret-i Ömer, günlük ihtiyacını Beytülmâl’den alırdı. Fakat aldığı miktar âilesinin ihtiyacını tam karşılamadığından âilesi geçim sıkıntısı çekiyordu.
Hâlbuki Ashâb-ı Kiram mertebelerine göre kendilerine tahsis edilen miktarı alıp refah üzere geçindikleri halde Emîru’l-Müminin’in geçim sıkıntısı çekmesi lâyık görülmedi.
Hazret-i Osman, Ali, Talha, Zübeyr ve diğer bazı Ashâb-ı Güzîn (r. anhüm) Hazretleri toplandılar. Hazret-i Ömer’in nafakasını çoğaltmayı müzâkere ettiler ve kendisine ifâde etmek üzere kızı Ümmü’l-mü’minîn Hafsa (r. anhâ) Hazretleri’ne gittiler. Kendilerinin isimlerini söylemeksizin pederine bunu arz etmesini rica ettiler.
Hazret-i Hafsa, babasına nafakasının artırılması husûsunu uygun bir lisan ile arz etti. Hazret-i Ömer (r.a.), gazablandı:“Senin zevcin olan Resûlullah’ın yemede ve giymede hâli nasıldı?” diye sordu.
Hazret-i Hafsa da: -“Yaşamak için yetecek derecedeydi” diye cevap verdi. Onun üzerine Hazret-i Ömer buyurdu ki:
“İki arkadaşım, yani Resûl-i Ekrem (s.a.v.) ve Ebûbekir (r.a.) ile benim hâlim, yola çıkan üç yolcuya benzer.
Biri menziline erdi. İkincisi de onun izinde gitti ve ona kavuştu. Sonra üçüncüsü geldi. Eğer onların izinde giderse doğru yola ulaşır, başka şekilde ulaşamaz”
(Hz. Ömeru’l-Fâruk, Çamlıca B.Y.)
5.MENKIBE:Hazret-i Ömer bir kıtlık zamanında, bir deve kesip, Medine’nin fakirlerine bölüştürün diye emretti. Bölüştürme işini yapan hizmetçi, o devenin kıymetli yerlerinden bir miktar alıkoyup, halife için güzel bir şekilde pişirip, iftar zamanında sofraya getirdi.
Hazret-i Ömer, bu et neredendir diye sordu. Hizmetçi dedi ki; ya Emir-el müminin! Emriniz ile fakirlere teslim olunan deve etinden sizin hissenizdir. Rengi değişip, buyurdu ki; Vay benim gibi valiye ki, fukaraya kötü yerini verip, kendisi için en güzel yerinden alıkoyuyor.
Şimdi, ya hizmetçi, bir daha böyle etme. Kaldır bu yemeği. Fakirlerden, çoluk-çocuğu olan bir kimsenin evine götür ver, yesinler. Bana yine evvelki âdet üzere yemek getir ki, halife olan kimsenin haftada bir kere et yemesi kâfidir.
Hizmetçi yemeği uygun bir fakire verdi. Hazret-i Ömer’in eski âdeti üzere, bir miktar zeytin yağı ile, kuru ekmek parçası getirip, önlerine koydu. (M. Ç. Güzin)
6.MENKIBE:Hazret-i Ömer, halifeliği zamanında, Medine’nin etrafında bir deve palanı düşmüş, onu alıp, süratle giderken terlemişti. Hazret-i Ali ile karşılaştı. Hazret-i Ali, ya Emir-el müminin, bu ne haldir diye sordu.
Buyurdu ki, ya kardeşim Ali! Bu deve Müslümanların beyt-ül-malındandır. Palanını düşürüp, kaçmış. Onu bulup, yine arkasına vurmak (koymak) isterim. Böylece hilafet zamanımızda, beyt-ül-mala ziyan vermiş olmayalım.
Hazret-i Ali, ya Emir-el müminin! Bir başka kimse gönderseniz, olmaz mıydı diye sorunca, ya Resulullahın amcasının oğlu! Bu iş benim ahdime lazımdır.
Kıyamet günü olunca, bu işin kusurunu benden sorarlar. En iyisi budur ki, kimseye ısmarlamayıp, işimi kendim görmeliyim. Böylece, dergah-ı izzette mahcupluk çekmeyeyim dedi.
Hazret-i Ali bu sözü işince derinden ah çekip, ağlamaya başladı. Dedi ki, ya Ömer, senden sonra gelenlere rahat koymadın. Zira onlar bu yolda gidemezler, sıkıntıya düşerler. (M. Ç. Güzin)
Bir gece Hazret-i Osman Hazret-i Ömer’in huzuruna vardı. Gördü ki, acele ile mektup yazıyor. Selam verdi, ancak emir-ül müminin cevap vermedi. Mektubu bitirdi. Çırağı söndürüp, selama cevap verdi.
Hazret-i Osman, neden selamın cevabını çırağı söndürdükten sonra verdin diye sordu. Dedi ki: “Ya Osman! Bu çırağ şahsi malım değildir. Beytülmaldandır. Çırağı müslümanların işi için ışıklandırdım.
Korktum ki, o çırağ ışığında selamını alsam, kıyamet gününde, müslümanlar bana hasım olurlar [haklarını isterler]. Allahü teâlâ beni ondan sual edip, ben cevap vermeye takat getiremem.
(M. Ç. Güzin)
7.MENKIBE:Aşere-i mübeşşere’den (Peygamber efendimiz tarafından cennetle müjdelenen on sahabeden) birisi olan Hz. Talha r.a. bir gece, gecenin karanlığında Medine sokaklarından birinde, Hz. Ömer’in r.a. bir eve girip çıktığını görür.
Sabah olunca, o eve gider ve kapıyı çalar. İçeri girmesine izin verilip eve girdiğinde bir de bakar ki evde gözleri görmeyen ve kötürüm olan yaşlı bir kadın oturmaktadır.
Kadına:-Dün gece bir kimsenin bu eve girip çıktığını gördüm. Onun maksadı nedir, bu eve niçin geliyor?” diye sorar.
Kadın:-O gelen adam, şu kadar zamandan beri devamlı olarak her gece bana gelir, benim ihtiyaçlarımı karşılar, temizliğimi yapar, ondan sonra da çeker gider.” Diye cevap verir.
Bunun üzerine Hz. Talha r.a. kendi kendine:-Anan seni yetim bıraksın ey Talha! Sen, kendine bakmıyorsun da, Hz. Ömer’in ayıplarını mı araştırıyorsun? (O, neler yapıyor, sen nelerin peşindesin?!)” diye söylenerek oradan ayrılır.
Hz. Eslem r.a. anlatıyor:Bir gece Hz. Ömer b. Hattâb r.a. (Medine mahallelerini, Medine sokaklarını) dolaşıyordu. (Bir evin önünden geçerken, içerden ağlama sesleri işitti.)
Bir de baktı ki evin içinde bir kadın ve kadının etrafında ağlayan çocuklar, bir de ateş üzerine konmuş, içine su doldurulmuş bir tencere!
Hz. Ömer r.a. kapıdan yaklaşarak:-“Ey Hz. Allah’ın hizmetçisi kadın! Bu çocuklar niçin ağlıyor?” diye sordu.
Kadın:-“Çocuklarımın karnı aç, ağlamaları ondandır!” dedi.
Hz. Ömer r.a.:-“Peki şu ateşin üzerinde kaynamakta olan tencere nedir?” diye sordu.
Kadın:-“Çocukları uyuyuncaya kadar oyalamak için ve içinde un olduğunu (onlara hamurlu bir çorba yapacağımı) sansınlar diye tencerenin içine yalnız su doldurup ateşin üzerine koydum!” dedi.
Bu durumu gören Hz. Ömer r.a. ağladı. Sonra ‘Sadaka Evi’ne geldi. Bir çuval alarak içine un, yağ, iç yağı, hurma ve (kadına ve çocuklara) elbise koydu. Çuval ağzına kadar doldu. Bir miktar da para aldı.
Sonra bana:-“Ey Eslem! Şu çuvalı kaldır ve sırtıma yükle!” buyurdu. Ben:-“Ey Mü’minlerin Emîri! Sen bırak, ben yüklenir, götürürüm!” dedim.
Bana:-“Hayır ey Eslem! Sen götüremezsin! Zira kıyamet gününde onların (o kadın ve çocukların) hesabı senden değil, benden sorulacak. Onun için bu çuvalı benim yüklenip götürmem lazım!” dedi. Öyle de yaptı. Kadının evine gelinceye kadar içi erzak dolu çuvalı kendisi taşıdı.
(Erzak ve elbise dolu çuval Mü’minlerin Emîri Hz. Ömer’in r.a. sırtında içeri girdik. Hz. Ömer r.a.) içerisinde yalnız su kaynamakta olan tencereyi ateşten indirdi. İçine biraz un, biraz iç yağı, bir miktar da hurma koydu.
(Tencereyi ocağa yerleştirip zaman zaman) tencerenin altında yanmakta olan ateşi üfledi. Bir ara baktım ki, Hz. Ömer’in r.a. sakalının aralarından duman çıkıyordu.
Hz. Ömer r.a. yemeği pişirdi, kendi elleriyle sofrayı hazırladı ve çocuklar doyuncaya kadar yemeklerini yedirdi. Sonra evden çıktık ve tam karşılarında (çocukları görebileceğimiz bir yerde) bekledik.
Hz. Ömer r.a. (orada öyle sessiz ve dikkatli bir şekilde bekledi ve evi gözetledi ki) O’nunla konuşmaktan, O’na bir şey söylemekten korktum.
Çocuklar gülüp oynayıncaya kadar oradan ayrılmadı. Çocukların neşelenip oynadıklarını görünce kalktı ve:
“Ey Eslem! Bilir misin, onların karşılarına geçip, bu kadar niçin bekledim?” dedi.
Ben:“Bilemem ey Mu’minlerin Emîri!” dedim. Hz. Ömer r.a.:“Ben, o çocukların ağladıklarını gördüm. Onları (ağlar bir halde bırakıp gitmeyi,) gülüp eğlendiklerini görmedikçe buradan ayrılmayı hoş karşılamadım. Gülüp oynadıklarını görünce de rahatladım. (Haydi bakalım, şimdi gönül huzuru ile gidebiliriz)!” buyurdu.
8.MENKIBE:HZ. ÖMER (R.A) ŞAM’DAKİ İSLÂM ORDUSUNU DENETLEMEK GAYESİYLE YOLA ÇIKTI..
Şam sınırlarına gelince, Şam Komutanı Ebû Ubeyde’ye (r.a) âit bir çadırda konakladı.Ebû Ubeyde ile görüştü.
O sırada kahvaltı vaktiydi. Hz. Ömer’e: -“Size ordu yemeğinden mi yoksa komutan yemeğinden mi getirelim?” diye sordular.
Hz. Ömer Efendimiz: -“İkisinden de getirin!” buyurdu. Ordu yemeğini getirdiler ki; et, çorba ve tirit idi. Hz. Ömer:
-“Ordunun yemeği bu mudur?” diye sordu.
-“Evet, ey mü’minlerin emîri.” dedi. -“Komutanın yemeğini getirin bakalım!” dedi. Onu da getirdiler. Kuru ekmek parçaları ve biraz süt!Hz. Ömer bu manzara karşısında ağladı ve-"Sana ‘Emîn’ adını veren elbette doğru söylemiş!” dedi.
Biz bu ruhu kaybedince kaybettik...!!! Efendimiz (a.s.v) Ebu Ubeyde b. Cerrah’a (r.a) "Ümmetin emini" derdi...
***
Şimdi yukardaki resimle bağlantılı olan yazımıza geçebiliriz.Resimde görülen Kırıkkale’de 1996 li yıllarda yapılan Kültür Park ismiyle maruf olan içerisinde Osmanlı Padişah büstleri,anfi tiyatro,tabiat Parkı,konser alanları,Estergon Kalesi ve en son da belediye Nikah salonu ve de Silah Müzesinin olduğu bir külliyedir.
Uzun yıllar hizmet veren bu Kültür Park devrin Belediye Başkanı Mhp’den seçilen Ülkücü kimliğiyle tanınan Mustafa Pekdoğan başkan zamanında çok büyük paralar harcanarak yapılmıştır.
Silah Müzesinde bulunan eserler silahlar daha sonra bir gece başka bir yere kaçırılmış sonrada MKEK tarafından bulunabilenler muhafaza altına alınmıştır.Şimdilerde meydandaki MKEK eski açıkhava düğün salonunun yerine Silah Müzesi yapılmış bulunmaktadır.
Daha düne kadar Belediye Nikah Salonunda bir yakınımızın düğününe ve Osmanlı Padişahlarımızın Türk Büyüklerinin büstlerini hayranlıkla seyredip, yazın bahçesine pikniğe gidiyorduk.
Geçen gün Bahşılı’da bulunan bahçemize giderken hatun söylemişti buraya bir şeyler yapılıyor diye ama araç sürdüğüm için durup bakıp ilgilenememiştim.
Bugünlerde Kırıkkale Belediyesinin sosyal medya hesabından gelen görüntüleri görünce şaşırdım kaldım.Koskoca park yerle bir edilmiş yerine Bilim Merkezi yapılacakmış.Yazıklar olsun bu köhne tarih düşmanı zihniyete dedim içimden.
Yahu arkadaş hiç mi güzel şeyler yapılmaz bizim Kırıkkale’de.Rahmetli babam anana mı sövdü babana mı sövdü derdi olumsuz bir şeyi görünce.Ne zararı vardı arkadaş.Talibanın Pakistandaki tarihi eserleri yakıp yıkmasından bir farkı olduğunu düşünmüyorum bu yapılan işin...
Yer mi yok koca Kırıkkale’de kıç kadar yere Bilim Merkezi adında bir şeyler ucube binalar dikiyorsunuz.Yarın yanına nasıl yeni ilave binalar yapacaksınız söyleyin Allah aşkına yapacak yer mi var.yer mi var.?
Birileri köşeyi dönecek biri yıkacak biri hurdalarını gaspedecek biri de yeniden yaparak köşeyi dönecek.Yahu siz hiç Hoca önüne diz çökmediniz mi.?
Tüyü bitmedik yetimin hakkı nedir bilir misiniz?Siz hiç Allah korkusu nedir bilmez misiniz?Zerre kadar benimde hakkım varsa vallahi billahi helal etmiyorum.Bu kadar aç insan varken beytül malin paralarını bu kadar sorumsuzca ısraf edenlerden yarın Huzuru Mahşerde davacı olcağımın bilinmesini isterim!!
***
9.MENKIBE:Hz. Ömer’in halifeliği döneminde Şam valisi olan ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in arkadaşlarından olan Sad b. Ebi Vakkas (r.a.) Şam’daki bir camiyi genişletmek ister.
▪️Bu nedenle de caminin civarındaki arsaları kamulaştırır. Herkes arsasının bedelini alır ve isteyerek arsasını camiye devreder. Ancak Şam’da yaşayan bir Yahudi, camiye bitişik olan arsasını satmak istemez. Vali arsasının değerini fazlasıyla verse de Yahudi vatandaş arsasının kamulaştırılmasına rıza göstermez. Bunun üzerine vali arsaya el koyar ve bedelini adama gönderir.
▪️Arsasını kaybeden Yahudi, komşusu olan bir Müslüman’a derdini anlatır. Sızlanır. Bana zulmedildi, der. Müslüman vatandaş da kendisine, Medine’ye git. Orada halife Hz. Ömer vardır. Derdini anlat. Ömer, son derece adildir, elbette seni dinler, der. Şamlı Yahudi Medine’nin yolunu tutar. Yorucu bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaşır. Halifeyi sorar. Vatandaşlar bir hurma ağacının gölgesinde dinlenen halifeyi gösterirler. İşte halife bu zattır, derler.
▪️Adam Hz. Ömer’in yanına gider. Selam verip yanına oturur. Derdini anlatır. Hz. Ömer adamı dinler. Sonra bulduğu bir deri veya kemik parçasının üzerine şu cümleyi yazar: “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim.” Kısa ve özlü bir cümle. Yahudi bu yazıyı alıp ayrılır. Ama yolda giderken de kendi kendine şöyle konuşur: “Şam’daki idarecilerin giyim, kuşam ve oturdukları yerdeki ihtişam ve debdebe nerde,
Medine’deki halifede bulunan tevazu nerde. Şam’dakiler şu mütevazı halifeyi ciddiye alırlar mı? Hiç sanmıyorum.” Kendi kendine böyle konuşur. Sonunda Şam’a varır. Doğrusu valiye gitmek de istemez. Çünkü sonuç alamayacağı kanaatindedir. Bununla beraber, mademki yorulup da oralara kadar gittim, bari halifenin şu yazdığı cümleyi valiye vereyim, der.
▪️Valinin huzuruna çıkar ve deri parçasını uzatır. Medine’deki halifenin size mesajıdır, der. Vali bu cümleyi okuyunca, sapsarı kesilir. Uzun müddet başını yerden kaldıramaz. Sonra endişe içinde, başını kaldırıp şöyle der; arsanız size geri verilmiştir.
Yahudi vatandaş hayret eder. Şaşırır. Bir tek cümlenin valiyi bu kadar sarsacağını hiç tahmin edememişti. Merak ve dehşet içinde sorar.
▪️Lütfen bana bu cümlenin neden sizi bu kadar dehşete düşürdüğünü anlatır mısınız der.
Şam valisi Hz. Sad, bak der, sana bu cümlenin hikayesini anlatayım. O zaman benim neden bu kadar ürperdiğimi anlarsın:
▪️İslam’dan önce ben ve bugün halife olan Hz. Ömer İran taraflarına ticaret için gittik. Yanımıza 200 deve almıştık. İran’a vardık. Orada cirit oynayan gençleri seyrederken, birileri zorla elimizdeki develere el koydular. Çok kalabalık bir çete grubuydu, bir şey yapamadık. Elimizde para da kalmamıştı. Üzgün bir şekilde, geceleyeceğimiz bir eski han bulduk. Hanın sahibine de sıkıntımızı anlattık. Adam iyi biriydi. Bize yardım etti.
Sonra da; gidip krala durumunuzu anlatın, o adil bir adamdır, mutlaka size yardım eder, dedi. Biz de sabahleyin kralın huzuruna çıkıp durumu anlattık. Şikayetimizi bir mütercim krala tercüme etti. Kral Nuşirevan dikkatle dinledikten sonra her birimize birer kese altın verdi ve olayı inceleteceğini söyledi. Bize de, memleketinize dönün, dedi.
Biz tekrar Han’a döndük. Ama doğrusu sonuçtan çok da memnun olmamıştık. ▪️Hancı sonucu öğrenince son derece üzüldü ve burada bir hata var, dedi. Gelin beraberce gidelim, ben size tercümanlık yapayım, teklifinde bulundu. Biz de gittik. Huzura çıktık.
Hancı durumu Nuşirevan’a anlattı. Develerimize el koyan kişilerin kıyafetini, halini, olayın geçtiği yeri anlattı. Dikkat ettik, Nuşirevan’ın yüzü sapsarı kesildi.
Bir gün önceki mütercimi çağırttı. Ona sorular sordu. Sonra ayağa kalktı, her birimize 2 şer kese altın verdi, akşama kadar develeriniz gelecek, develeri alın ve sabahleyin burayı terk edin dedi. Ama giderken biriniz doğu kapısından, diğeriniz de batı kapısından çıkın, talimatını verdi. Bizler de bir şey anlamadan huzurundan çıktık.
▪️Akşamleyin 200 devemiz kapıya geldi. Durumu anlamak için hancıya sorduk. Neler oluyor dedik. Hancı şöyle dedi: Sizin develerinize el koyan kişi Nuşirevan’ın büyük oğlu ile veziridir. Bunlar bir çete kurmuşlar. Garibanların mallarına el koyuyorlar. Siz ilk gittiğinizde, mütercim bunu anlamış. Ama sizin sözlerinizi Nuşirevan’a yanlış tercüme etmiş. Böylece kralın oğlunu ve veziri korumuş.
Ben sizinle gidip durumu anlatınca Nuşirevan bu oyunu anladı. Ama neden ayrı kapılardan gidin, dedi, ben de anlayamadım. Hele yarın olsun anlarız, dedi. Hz. Sad, anlatmaya devam ediyor: Ertesi gün ben doğu kapısından çıktım. Kapının çıkışında iki kişinin darağacına asılı olduğunu gördüm.
Halk toplanmış seyrediyordu. Sordum kim bunlar ve suçları ne, diye. Dediler ki, bunlardan biri Nuşirevan’ın büyük oğlu diğeri de veziridir. Bunlar, buraya gelen iki Arap’ı soymuşlar. Ceza olarak Nuşirevan ikisini de asarak idam etmiştir. Nuşirevan kendi öz oğlunu idam etmişti.
Hz. Ömer’in çıktığı kapıda ise bizim şikayetlerimizi yanlış tercüme ederek, kralın oğlunu korumaya çalışan kişinin asılı olduğunu gördük.
▪️İşte Hz. Ömer senin eline verdiği deri parçasının üzerine “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim” sözüyle bana bunu hatırlatıyor. Halkına zulmedersen seni darağacına çekerim diyor. Senin gözyaşlarına bakmam, tıpkı Nuşirevan’ın öz oğlunun gözyaşına bakmadığı gibi.
Şimdi anladın mı neden benim benzim sarardı.Bu hadiseyi bire bir yaşayan Yahudi vatandaş, hem arsasını hibe etti ve hem de İslam’a girdi.▪️Allah Şefaatlarına nail eylesin...!!!
***
Kırıkkale’de bugünlerde bütün kış boyu kaldırım yapılıyor.Parke taşlar sökülüp atılıyor yerine taşlar döşeniyor.Millet caddesinden başlayarak tüm Vilayet civarı kaldırımlar, mahalle aralarındaki kaldırımlar, Plevne Caddesi boydan boya yenileniyor.
Ama ne yenilenme kış günü kaldırım mı yapılır arkadaş.Benim bildiğim kışın tüm inşaatler durur.Sonra ne mi olur.Beton tam olmaz baharda yazda patlar.Onca paraya onca emeğe yazık olur.
En çok paranın yandaşa kolayca yedirildiği yer kaldırımlardır.Cumhuriyet Meydanındaki andazit taşlar kırılır su alır durmadan değiştirilir.
Çünkü altında sadece kum vardır çimentolu beton yoktur.Üzerine su darbe gelince hemen yumuşar ağırlığa dayanamaz ve kırılır parçalanır.Ama aynı taştan yapılan Nur Camiinin meydanındaki taşlara bir şey olmaz.
Birini Belediyeye iş yapan sahtekar sözde müteahhiitler diğerini gerçek ustalar yapmışlardır da ondan.
Hırsız müteahhit denilenler taşörenler işte tam da bunlardır.
Hırsız müteahhitle deyince durup üzerine bir şeyler söylemeden olmaz.
Vazifemiz icabı 26 yıl ilk olarak Trabzon,sonra Yozgat ve en son 1994 ten beri de Kırıkkale’de öğretmenlik yaptım.
Yıl 1993 yılı olsa gerek ...ta kırsalda bir okulda öğretmenlik yapıyorum.Okul 15-20 yıl evvel yapılmış oldukça sağlam kapıları sağlam.Okulu tadilata aldılar.Shp’li Yozgat milletvekillerinin bulup ihale verdikleri kırmızı yüzlü bir müteahhit işi aldı.
Okulun sağlam kapıları pres kapıyla değiştirildi eski kapılar köydeki evlere gitti sanıyorum.Bir hafta sonra öğrenciler içerden dışardan zorlayınca zımba ile tutturulmuş kapılar birer birer kırıldı çöpe atılmaya başlandı.
Elektrik priz ve lambalarının kırık olanları yenisiyle değiştirildi.
Çatıya gelince eski kiremiterden bazıları parası ne kadar yağlıysa ukardan aşağı atılıp imha edildi.Yerien yeni kiremitler seyrek olarak serpiştirildi.Tamamı yapılmış gibi parası alındı.
Kışın donan radyatörler gözden geçirildi dökümler ayrılıp aralarına yeni dilimler eklendi.Hiç unutmam öğrencilere kartondan contaları kestirip müteahhitin işine yardımcı olmuştum.
Türkiye’de bu ihale okul kurum onarım işleri bugünlerde de aynı minval üzere yapılıyor.
Bu işler şu şekilde yürüyor.Bilmeyenler de bizden duysun bilsin.
Yıl 2010 yılı Kırıkkalede bir okulda öğretmenim.Satın alma Komisyonuna seçildik okul idaresince.Birileri olacak imza atacak Devletin ve müteahhitlerin işleri böylece kolaylaşacak.
İhale günü geldi.Ellerinde sarı zarf olan elemanlar bir bir okula gelmeye başladılar.Biraz sonra Milli Eğitimdeki İnşaat emlak ihale işklerine bakan Devletin elemanlarıda gelip masanın başına oturdular.
Toplantı başladı.Komisyon başkanı bir bir zarfları açıp verilen tutarları not aldırmaya başladılar.59.150 tl.59180 tl.59200 tl.böyle rakamlar bir birine yakın devam ediyordu.İçlerinden birine dişleri yerinden fırlayacak tam bir yeyip yutucu cinsinden sandığım müteahhite ihale kaldı.
Müteahhit taşaröndü her şeyi başka başka birilerine verip başında durdu sadece.Doğulu elemanlar bir kaç haftada okulu yalıtım boya çevreyi parke taşla kaplama türünden boyayıp cilaladılar.Benim atölyede on cm.eninde 3 metre boyunda bir yeri arkalı önlü boyayın yarım kaldı dedim boyamadılar.
Ayrıca bir kaç eski kullanılmış fırçayı ruloyu alıp atölyede sakladım diyerek laf işittim.Müteahhite birileri veriyor ondan başkaları alıyormuş bir şey kalmıyormuş.Bir de bir okul biri bir okulu diğeri hangisi partiye daha fazla veriyor ve azgınsa mafya ise ona veriliyormuş bu işler.
Bırakın beni ne müdürün ne de Milli Eğitimdeki adamların hiç bir dahli olamıyor!!
***
Kırıkkale’de bir çok köprü alt üst geçit yapılmıştır son zamanlarda.Bunlardan en büyüğü 43 ilin geçtiği yol üzerine inşa edilen Terminal kavşak köprüsüdür.
Bu alt üst geçitli köprü yapılırken uzun süre aksaklıklar yaşanmış kimisi Müteahhitinin Fetö bağlantısını kimi side proenin yanlış olduğunu,hesap hataları yapıldığını öne sürmüştür.
Her geçişimde beni sıkıştıran tır kamyon vb. olunca bolca dualar ederim yapana da yaptıranlara da her sürücü gibi..Yahu iki aracın yan yana geçemeyeceği köprü olabilir mi?Her an bir araç gelip beni biçecek zannediyor sürücüler.
Köprüye Kırıkkale halkımız protez ayaklı köprü adını çoktan vermişlerdir.Kırşehir Kayseri tarafından gelenler görmüşlerdir köprümüzün orta ana tabliyesinin sağ tarafı demir profilden imal edilmiştir.Ana gövde betonarme gri renk,protez ayak ise mavi renkle boyalıdır.
İkinci olarak Emniyet karşısında trenyolu alt geçiti faaliyete geçmiştir.Yuva Semtine Karşıyaka semtine buradan gidilir.Daha doğrusu Yuva geçitine büyük Demiryolu köprüsü inşa edilmöeden önce ihtiyaca binaen yapılan bir alt geçittir.
Burası da tavanı çok basık ama ondan daha kötüsü ancak bir arabanın ucu ucuna geçebileceği genişlikte yapılmıştır.Bendeniz Yuva Selim Özerden evliyim buradan gelip geçerken çok dikkat ederim ve de aynen yapana yaptıranların anasına babasına bol bol hayır dualar okurum!!
Üçüncü olarak yapılan köprümüz Yuva Semtine açılan trenyolu üzerindeki köprüdür.Burada da çok büyük yapım hataları-proje noksanlıkları mevcuttur.İlkokul mezunu bir adam bile bu köprü yanlış yapılmıştır şöyle olsa daha güzel olacaktı diyecektir.
Dördüncü olarak yapılan Devebağırtan-Protokol yolu alt geçididir.Önceleri Valiliği Kayseri-Ankara yoluna bağlayan Protokol yolu olarak çok güzel inşa edileceği söylenen bu alt
geçit tam bir fiyasko ile sonuçlanmış bir proeye sahiptir.
Ne olurdu tünel olarak ve de biraz aşağıdan alsaydınız.Ne olurdu bir araç geçebilecek şekilde değil de iki araç yan yana geçecek şekilde yapsaydınız.Yer mi yoktu?Yoksa paranız mı yoktu?Böyle olacağını bilseydim sizin için milletten yardım toplardım.Her gün yaptığımız bu değil mi zaten.
Her gün bir kaza oluyordur.Kaldırımlara duvarlara toslayan sürten ,çarpan araç izlerinden belli zaten.Eskiden bu dik yokuşta develer oturmak dinlenmek zorunda kalırlarmış.Bu yüzden burasına Devebağırtan demişler.
Yapan müteahhitin de yapımına müsaade edenlerinde o develer gibi bağıracağını sanıyorum.Yetimlerin vebali var.Atalarımız beytül malda tüyü bitmemiş yetim ve öksüzlerin hakkı vardır demezler miydi?
Şu anda Etilere battı-çıktı üst geçit inşaati devam ediyor.İnşallah iyisi olur.Olmazsa yine buradan yazmak seslenmek zorunda kalacağız.Yazık bu milletin vergilerine.Vallahi bunları böyle yapanın da yaptıranlarında ahirette yatacak yerleri yok!!
Kırıkkale bir Cumhuriyet şehri.Tarihi henüz yüz yıla varmadı.
İlçelerimiz Keskin, Delice, Sulakyurt,Yahşihan Kırıkkale’de tarih olarak daha önceden kurulmuş,dolayısıyla tarihi eserler mevcut.
O nedenle ilçeler hariç Kırıkkale merkezde Osmanlıdan kalmış bir tane eski eser bina yoktur!!
Bir tane tarihi binamız var o da Almanların Kırıkkale fabrikaları kurulunca yaptıkları şimdilerde Kültür Merkezi olarak hizmet veren bina.
Onu yıkmadılar ya da henüz onu yıkmaya yerine yeni bir bina dikmeye sıra gelmedi.
Onca MKEK evlerimiz vardı hepsini yıkıp yerine lojman,park,Adliye olmadı konutlar yaptılar.
Şimdiki Kent Parkının,Umut evlerinin yerinde,Adliyenin olduğu alanda ve de Cumartesi Pazarının olduğu sahada MKEK nin iki ya da tek katlı evlerinin olduğunu hepimiz hatırlarız.
Türkiyede müzesi olmayan,Belediye Otobüsleri olmayan,yerel televizyonu olmayan iller yazın googleye hemence Kırıkkale adı çıkacaktır ekrana...
Bizim Kırıkkale’de muhalefet yapmak kumalik yapmakla eşdeğerdir.
Kırıkkale’de hemşericilik vardır.Siyaset vardır.Obalılık-Keskinlilik mücadelesi vardır.Hepsi vardır tek olmayan Kırıkkalelilik bilincidir.Kırıkkalde aidiyet yoktur.Ben bu ilin sahibiyim diyen birileri yoktur.
Abd deki Demokratlar-Cumhuriyetçiler misali Belediyeyi bir Oba Köyleri dediğimiz Kırıkkalenin doğusunda kalan köylere mensup aileler alır.
Bir sonraki devre Keskin’liler alır.Oba’lı gelince Keskinlilerin yaptıklarını yıkar,hemşerilerini kalkındırır.Keskin’liler gelince Oba’lıların yaptıklarını yıkar yakar.
Bürokratlar ne yapsın müdürlüğünden olmamak için selin önündeki kütük gibi yuvarlanıp gider gününü gün edip zaman doldurur.
Bunun için çoğu zaman aman ne Keskinli ne de Obalı olmasın diye dışardan Çorumlu Karadenizli Rizeli birileri İl Başkanı olur,resmi görevler onlara verilir.
Rahmetli Çankırı’lı hemşerimiz eski Sağlık Bakanı Osman Durmus’un yaptığı eser Yüksek Ihtisas Hastaneşi görülmesin diye tam da önüne onu gölgeleyecek 6- 7 katlı Hastaneyi şehrin yoldan görülecek gözde yerine yapmak muhalefet olamaz.
Sonra ne mi oldu bu iktidar geldi onunkinden daha güzel olmalı diyerek bir yeni hastane yapmaya karar verdiler.
Sanki Kırıkkale’de yer yokmuş gibi onun tam da önüne yol tarafına 43 ile giden şehirlerarası karayolunun başına devasa 6-7 katlı ucubeyi diktiler.
Mahsus ucube diyorum yahu behey gafil yer mi yok Kırıkkale’de git sen de başka bir yere bir yeni Hastane yap!!
Yazıklar olsun diyorum bu bozuk zihniyete!!.
Bizim töremizde büyüğe yaşlıya saygı vardır vefa vardır.
Osmanlı böyle yapsaydı şimdi bir tane tarihi cami hastane köprü kalmazdı.!!
Kırıkkale’de çarşı ortasında Hüseyin Kahya Parkı diye bir park vardır..Burası Emekliler parkı olarak bilinir.
Buradaki iki katlı bina üç beş sene evvel Emekli Evi olarak yapıldı sonra da Millet Kıraathanesi oldu.Orta yerde 1970’ li yıllarda bir mozaik havuz vardı.
Dükkanlar su ihtiyaçlarını teneke yangın kovalarıyla burdan alarak giderirlerdi.Çocukluğum babamın dükkanı olması münasebetiyle bu havuzlu parkta geçti.Çocukken yaşadığım bir çok anım var bu havuzla ve Hüseyin Kahya Parkıyla ilgili.
Komşumuz Niğde’li mobilyacı, Obalı (Kenan bey obası-Beyobası-Hüseyin bey Obası-Mehmet bey Obası,çevre köyler vs.)tuzcu, lokantacı esnaflar bir cam siseyi ispirto dökerek yakip iple bağlayıp kesmek istemişler okuldan yeni gelmiştim küçük olduğum için merakla onlara yakından bakarken yüzüm sacim biraz ütülenmiş soluğu havuzda almıştım.
Bu havuzun yerine bizim amca oğlu rahmetli Sanayide esnaf Suayib Doğan abim 1992’ lerde bu havuzu kaldırıp,o yıl Romanyada bir trafik kazası sonucunda vefat eden kardeşinin Habip Doğan’ın hayrına bir şadırvan yaptırdı.
Belediye Parkı olduğu için kendisi de Belediyede oldukça etkin olduğu için burada bir şey olmaz Emmoğlu çok uzun yıllar hayratımız devam eder demişti.
Millet 2003’ lere kadar belki Cemalettin Akdoğan ve Keskin’li Mustafa Pekdoğan dönemlerinde abdestini alıp Çarşı camiinde namazlarini kıldılar.
Sonra gelen Obalı Başkan parkı yeniden dizayn etti havuzda sâdırvanda yıkılıp hayrına son verdiler.
Keskin’li Mustafa Pekdoğan döneminde bir çok taş nadide çeşmeler yapıldı.
Mustafa Pekdoğan’la el sıkışmışlığım yoktur.Bir kere bile yan yana gelip konuşmadım kendisiyle.Mhp’ li olduğunu Keskinli olduğunu biliyorum sadece..
On tane kesme taştan sarı çeşme suları tatlı su olan vardı.Hepsi duruyor ama suları 20 yıl olacak hiç akmıyor.Adeta yıkılsın kendi kendine ortadan kalksın istiyorlar.
Kendileri iş makineleriyle yıksalar olmayacak halk ne oluyor niye yıkıyorsunuz ayaklanacak.Bu kadar da milletin öfkesinden gazabından korkuyorlar..
Onun için hayır yapmak isteyen tüm Kırıkkalelilere bu örnekleri vererek her zaman derim ki hayır yapacaksanız bir camii içine bir Talebe Yurdu Bahçesine ya da özel mülkünüze yapın.
Allah akıl fikir versin .Bu memlekete Allahtan korkan beytül mali koruyan,din iman edebiyatı değil de gerçek anlamda dinini yaşayan Hz. Ömer ra.gibi mübarek idareceler nasip etsin..
16.02.2022//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.