- 346 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Renkli Düşler Dükkânı 3. Bölüm
3
Renkli Düşler Dükkânı
Yedikavak yılın bu zamanlarında boşalan cadde ve sokaklarıyla baş başa kalırdı. Tabi bu durum burada yaşayan insanların daha iyi bildiği bir şeydi. Akşam oldu mu ders zili çalan okul öğrencileri gibi herkes evine giderdi. Özellikle yerli turistlerin kısa süreli konaklamaları bittikten sonra kasaba iyiden iyiye sessizliğe bürünürdü.
Kamil Gök ana cadde üzerinden arabasıyla görev yaptığı Yedikavak J. Krk. K.lığına gidiyordu. Arabası Anadol A2 SL idi. Tam bir klasik. Kamil iyi bir kahvaltı yapmıştı ama nedense midesi aynı şeyi düşünmüyordu. Gün boyunca o kahvaltıyla idare etmişti.
Arabayla giderken Renkli Düşler Dükkânı tabelasını gördü. Mağazanın önünden geçip gittikten sonra ‘Ah keşke bir uğrasaydım. Antika bir şeyler bakardım.’ Diye düşündü. Dükkânın ambiyansı hoşuna gitmişti. Ana caddeye güzel bir hava katmıştı.
Ana caddeyi geçtikten sonra sola doğru dönerek personel otoparkına girdi. Kontağı kapattı ve araçtan indi.
Bütün gününü asayiş timinde geçirdiği için oldukça yorgundu. Bedenen yorgunluk hissetmiyordu ama mental olarak yorgundu. Tüm bu yorucu günün ardından içki içecek gibi bir hali yoktu. Fakat, jandarma personellerinde arkadaşları Barometreye giderken onu da çağırmışlardı. Furkan Taner de dostlarına katılmayı zor da olsa kabul etmişti. Bir iki içkiden sonra kafam açılır diye düşünmüştü.
Kamil Gök’ün düldülüyle yola çıkmışlardı. Zoraki bir eğlenceye gidiyordu ama bunu dostlarını kırmamak için yapıyordu. Başı ağrıyor ve midesi bulanıyordu. Genel de boş mideyle arabaya bindiğinde araba tutardı. Bazen de demli çay içtikten hemen sonra araba tutardı. Araba tuttuğunda yaptığı şeyi yaptı ve nefesini tutarak araba sürmeye devam etti.
Midesi onu zorlarken aklında derinlerde bir yerlerde Merve Solmaz vardı. ‘Nasılsın? Yine ben geldim. Üzülerek söyleyeyim biz ayrıldık. Arkadaşlarımla buluştuğum o günü hatırlıyor musun? Hani kıskançlık krizlerine girdiğin günü… Beni baskıya alıp her şeyden ve herkesten kıskanmalarını anımsıyor musun? Sen bana kötü şeyler söyledin. Beni çok kırdın. Anneme olan özlemimi ve onun hayatımda bıraktığı eksikliği hiç anlamadın. Bunları unutmuş olamazsın. Neyse, yapacak bir şey yok artık Kamil. Ben senin zihnindeyim ve sana her şeyi hatırlatıyorum. Hatırlayacaksın. Hatırla.’
Barometreye gelmişlerdi neyse ki. Yoksa bu düşünceler zaten kötü olan ruh halini daha da bozacaktı. Torpido gözünde hala onun saç tokası vardı. Bir iki kopuk saçı hala sarmaş dolaş o tokaya bağlıydı. Herkes inince Kamil torpidoyu açtı ve dolu gözlerle o tokaya baktı.
‘Gitme diyorsam gitmeyeceksin. Evet bana hesap vereceksin.’ Kesinlikle Merve’yi kırmıştı. Annesinin ölümünden sonra ona bu kadar anlayışsız davranmamalıydı. Bu kıskançlık krizlerinin ve anlayışsızlığının sonunun ayrılığa gideceğini kestirememişti.
Kamil Gök, Emre Tunç ve Mahmut Orhan’la Barometrede saatlerce içti. Eğlendi, sohbet etti. Ama içinde hep bir hüzün ona eşlik etmişti.
İçinde yaşadığı sorunun içkiyle ya da başka bir şeyle geçeceğine inanmıyordu. Sorunun kaynağı hatıralardı. Anılarından arınması gerekiyordu. Zamanının çoğunu Merve’nin hayaliyle geçiriyordu.
Emre ve Tunç için güzel, Kamil için ise buhran ile geçen bir akşam olmuştu. Arkadaşlarını evlerine bıraktıktan sonra evinin yolunu tuttu. Arabayı park ettikten sonra silahını almak için torpidoyu açtı. Toka hala oradaydı. Öylece baktı. İçi özlem ve hüzün doldu. Bu toka Merve’nin ve saçları hala üzerinde. Böyle aksesuarları çok severdi. Mümkün olsaydı onunla Gratiste saatlerce beklerdi. Orada satılan şeyler Merve’yi heyecanlandırırdı. Makyaj malzemeleri, rujlar, takılar ve diğer aksesuarlar.
Kamil tokaya uzandı ve eline aldı. Işığı yaktı ve ona bakmaya başladı. Bu tokayı aldıkları gün canlandı gözlerinde. Toka çok çocuksuydu. ‘Buna bayıldım.’ Demişti Merve ama Kamil daha oturaklı bir şeyler almasını istemişti. ‘Siz erkekler ne anlarsınız.’ Deyip gülmüştü. Kamil ona çaktırmadan ‘Ne demezsin.’ Der gibi bir mimik yapmıştı. Fakat Merve bunu görmüştü. Kadınlar böyle şeyleri görmeseler de hissederdi.
‘Bu günden tam dört ay önce ayrıldık. Benim arkadaşlarımla görüşmeye gittiği günün akşamında. Senin aptal kıskançlığın yüzünden... Zaman ne çabuk geçiyor değil mi Kamil? Kafana takma. Artık daha mutlusundur.’
Onun arkadaşlarıyla buluşmasını neden bu kadar sorun haline getirdim? Neden hala onun saç tokasını saklıyorum? Neden? Neden?
Bir mendil aradı ama bulamadı. Gözlerinden akan yaşlar puslu görmesine neden oldu. Ceplerini yokladı ve montunun cebindeki mendille gözlerini sildi.
Toka hala elindeydi. Bir an kapıyı açıp onu fırlatmak geldi içinden. Bunu yapabilecek gücü yoktu. Onu beraber Gratisten almışlardı. Torpido gözüne koydu ve kapağı kapattı.
Arabadan indikten sonra nefesi kesilmiş gibiydi. Temiz havayı burun deliklerinden içine çekti ve ağzından üfledi. Bunu birkaç kere yaptı. Burnuna çevredeki evlerin birinden gelen patates kızartması kokusu geldi. Eve geçip film izlemeye karar verdi. Kendini toparlamak istiyordu.
İçindeki ses alaylı bir şekilde ‘’Ya ya ne demezsin. Film izlersen unutursun. O toka Merve’ye ne kadarda yakışıyordu ha Kamil. Ne çocuksu bir hava katıyordu ona. Hayat dolu bir kızı kendi ellerinle başkalarına kaptırdın. Ne yazık! On biraz rahat bıraksaydın ne olurdu? Merve seni aldatmazdı. Hem de asla. Bunu asla unutma. Unutma. Unutma.’
Kamil ‘Sus yeter.’ Dedi. Öylece evin yolunu tuttu. Hala hüzünlüydü.
Emre Tunç film camla kaplı olan bölümde gelen yazıları kontrol ediyordu. Hürriyet gazetesinden spor bölümünü açmış çayını yudumluyordu. Odada kendisinden başka kimse yoktu. Yan odada Mahmut Orhan bilgisayardan rapor yazıyordu.
Kamil iş yerine girip Emre’ye selam verdi. Diğer bölümde olan Mahmut’a göz kırptı. ‘Ne haber?’ der gibi bir baş işareti yatı. Var mı bir konu? Emre ‘Her zamanki işler. Dedi. Kamil masadaki sarma tütün izmaritlerine bakarak ‘Bu tütünü değiştirmelisin.’ Arada bir Emre’nin tütününden sarar ve içerdi.
Kamil ‘Akşam evde içmeye devam mı ettin? Gözlerin hala baygın bakıyor.’
‘Sorma evde birkaç bira daha devirdim. Ağrı kesicin var mı Kamil?’
Kamil odasına geçti. Çekmecesinin gözünden aldığı ve her zaman orada olan ağrı kesicilerden mesai arkadaşına getirdi. ‘Sana bir iş vermem lazım.’
‘Yazılar biter bitmez bakarım. Ama aceleyse yaparım.
‘Tamam.’ Kamil odada bulunan küçük çay ocağından bir çay doldurdu. ‘Senden birine trafik cezası kesmeni istiyorum. Durduk yere değil. Gün içerisinde herhangi bir ihlal görürsen yapacaksın bunu. Her şey kitabına uygun olacak.’
‘Şu müzik öğretmeni Furkan Taner’e mi?
Kamil ‘Evet’ dedi.
‘Şu Jandarma Komutanı Hikmet Torun’un oğluna özel gitar dersi veren Furkan Taner değil mi?’ Bu işe ben karışmasam olmaz mı?
‘Olmaz. Cezayı ben kesersem sebebi ampül gibi ortaya çıkar.’
‘Komutanla ben muhatap olayım öyle mi?
Emre’nin yüzünde telaşlı bir ifade vardı.
‘Ya bak zaten vatandaşa küçük bir kasabada trafik cezası kesmek bize geri dönüyor. Bir de kalkmış eski kız arkadaşınla çıkan herife ceza kesmemi istiyorsun. Bunu yaparım ama ciddi manada bir ihlal yaparsa ve hemen değil. Hatayı beklerim haberin olsun. Sırf seni gerçekten sevdiğim için.’
Emre çekmecesinde bulunan ceza makbuzunu çıkardı ve katlayıp cebine koydu. Demek oluyordu ki Kamil’in istediği trafik cezasını yazacaktı.
Kamil teşekkür ederek elindeki çayla odasına geçti.
Onu zor zamanlarında dinleyen ve anlayan arkadaşını aradı. Akşam onunla vakit geçirmek istiyordu. Kadın telefonun diğer ucundan ‘Alo’ dedi. Kamil depresyonda olduğundan ya da kendi iç sesinden ona bahsetmemeye karar verdi. Bu gün Bayan Ayla Akın’ında dertleri vardı. Mesela uzun vadede bir işe ihtiyacı vardı. Bunun dışında sebebi belirlenemeyen baş ağrısı onun bazı günlerini mahvediyordu. Ses tonundan bu açıkça belli oluyordu. ‘’Şu an benimle konuşurken parmaklarıyla alnına mesaj yapıyordur.’ Diye düşündü Kamil Gök. ‘İlaçlarını alıyorsun değil mi?’ Koltuğuna oturdu ve gözlerini kapatıp geriye doğru yaslandı. Şimdi o da parmaklarıyla alnına masaj yapar vaziyetteydi Diğer eliyle gömleğinin altındaki yeşim taşından yapılmış kolyesine dokunuyordu. O taşa dokunmak ona huzur ve güven veriyordu.
‘Nasılsın güzelim?’ diye sordu Kamil. Onunla böyle samimi bir dille konuşmaya bayılıyordu.
‘İyidir güzelim. Sen nasılsın. Sesin uykulu gibi geliyor. Uyanamadın mı hala?’
‘İş yerinden dostlarım sağ olsun geceleri beni bırakmıyorlar.’ Kamil, Ayla ile görüşmekten ansızın vazgeçmişti. Ayla onunla görüşeceği için çok mutlu olacaktı ama akşama kadar iş temposunun ardından onunla vakit geçirmekte zorlanacağını düşündü. Eve gidip Netflix izlemek daha cazip gelmişti. Hem Ayla da iyi değildi. Onun baş ağrısı bir başladı mı ne zaman biteceğini Allah bilirdi. ‘Yakınlarda görüşelim olur mu?’ diyebildi Kamil.
‘Sorun yok.’ Ağrı çektiği anlaşılan ses tonundan hafif sitemkâr bir ses tonuna geçmişti Ayla. Parmakları alnından gözlerine inmişti ve uykulu bir halde gözlerini ovalıyordu.
‘Baş ağrım beni zaten bu gün bırakmaz.’
‘Çok mu kötü?
‘Her zamanki kadar kötü...’
Kamil bu ses tonunu da bilirdi. Kadınlar genelde böyle anlarda yalan söylediklerini belli ederlerdi. Başının çok ağrıdığına ve 4-5 tane ağrı kesici içtiğine bahse girebilirdi.
‘Pekâlâ. Görüşürüz güzelim.’
‘Dur biraz. Sana bahsetmedim ama ben şu yeni açılan Renkli Rüyalar Dükkânına uğradım.’
‘Orayı duydum. Henüz gitmedim. Ama ne satılıyor? Anasını satayım bu isimde bir yer açan kafayı merak ettim doğrusu.’ Uzun uzun güldüler.
‘Her şey var. Hediyelik eşya, retro oyuncaklar, atariler, antikalar… Dışarıdan görünüşü, havası çok farklı. İçeri girince eskilere gidiyorsun. Bak ciddiyim. Naftalin kokulu bir dükkân…’
‘Şimdiden merak ettim. Mağazayı hangi ahmak açmış?’ Uzun uzun gülüşmeler.
‘O kadar konuşmadık. Benim şanslı müşterilerden biri olduğumu söyledi. Çokta yakışıklı. Dişleri bembeyaz. Işıl ışıl. Sen benimle çıkmaya başlamazsan yeni adayım diyebilirim.’
Çay bardağına kısa bir süre göz atan Kamil. Az sonra telefon konuşması bittikten sonra bir tane daha açık çay içmek istediğini düşündü.
‘Merve’de oraya gitmiş. Biliyorum artık ayrısınız ama biliyorsun biz hala bozuşmadık ve o bana adamın yakışıklılığından söz etti önce. Ve ben de dayanamadım. Sırf merakımdan gittim oraya.’
Kamil Gök bir anda depresyon ataklarına kaldığı yerden devam edeceğini sandı. Nefesi düğümlendi. Ne diyeceğini şaşırdığı için Ayla’nın konuşmasını ve bu konuşmayı telefonu kapatıncaya kadar devam ettirmesini istiyordu.
‘Merve’nin küçükken kırdığı bir vazonun aynısı o dükkânda varmış. Annesinin en sevdiği vazoymuş. Annesine ne büyük özlem duyduğunu benden daha iyi bilmen gerekir. Biliyor musun Merve’nin annesinin öldüğünden haberi olmadığı halde ‘Hoh ho anneniz yaşasaydı ve bu vazoyu görseydi çok mutlu olurdu.’ Demiş. Ayla buna sadece kendisi gülmüştü.
‘Bak sana neden bahsedeceğim. Ben mağazayı gezinirken ‘Burada herkes için bir şey vardır.’ Dedi bana. ‘Adamın adı Baki Kalır. Ve bana ne getirdi biliyor musun? Bir taç. Çok eskilerden kalmaymış. Onu bir mezattan almış Söylediğine göre bu tacı satan adam ona tacın ilginçliklerinden bahsetmiş. Tıbbi bir mucizesinin olduğundan... Üzerindeki bazı taşların özel olarak yerleştirildiğinden falan... Başımın ağrısı için iyi gelir mi diye aldım.
Kamil suskunluğunun devam etmesini istiyordu. Ayla konuşurken o dalgın dalgın dışarıyı izliyordu.
‘Ya öyle mi? İşe yaradı mı tatlım?’
Sırf laf olsun diye söylediği şeylerdi. Beklentisi Ayla’nın konuşmayı sürdürmesi yönündeydi. Münasip bir anda izin isteyip telefonu kapatacaktı.
‘İnanır mısın bilmem ama işe yaramaya başladı. Şu an kafamda ve psikolojik değilse kesinlikle iyileştirici bir etkisi var. Kaç para verdim biliyor musun? 10 TL. Söylemeyi unuttum. Bu tuhaf Bay Baki Kalır benden küçük de bir iyilik yapmamı istedi. Ben tabi 10 TL’yi duyunca hemen ‘Aldım.’ Dedim. ‘Hah ha. Ben onun şanslı başka bir müşterisiymişim.’Sadece Ayla gülmüştü.
Kamil ‘Şu dükkâna bir de ben gideyim.’ Diye mırıldandı. Gerçekten mırıldanmıştı. Konuşmayı bitirmek istediği net bir şekilde anlaşılabiliyordu.
‘Tamam, artık sen dinlen biraz. Başının ağrısı şu mucizevî taç sayesinde geçer umarım.’
‘Evet, öyle yapayım. Aradığın için çok sağol Kamil.’
‘Rica ederim.’
Telefonu kapattıktan sonra orada duran kurşun kalemini aldı ve karalama yaptığı kâğıtlardan birini aldı ve bir şeyler çizmeye başladı. Önce bir tavşan çizdi. Sonra derin bir tavşan yuvası çizdi. Çizdikçe çizdi. Karakalem çalışması uzunca bir süre devam etti. İçini yiyip bitiren Merve aşkı ile Alice Harikalar Diyarı filmindeki neredeyse tüm karakterleri şahane şekilde çizdi.
Kapı çaldı ve içeriye Emre Tunç girdi. Biraz telaşlı gibiydi. ‘Cezayı bastım. Ana caddede ilerlerken okula giderken sinyal vermeden ve tehlikeli bir şekilde döndü. Başka bir araçla çarpışabilirdi.’
‘Eyvallah ortak. Bu işle ilgili tüm sorumluluğu alıyorum. Hatta iş uzarsa senin adını kullanarak imza attığımı dahi söylerim.’
‘Bana da resim yapmayı öğreteceksin değil mi ortak?’
Emre gerçekten iyi resim çizmek istiyordu. Sesindeki heyecandan anlaşılıyordu. Kamil ‘Elbette.’ Der gibi bir mimik yaptı ve iskiv çalışmaya devam etmesini istedi.
Elini havaya kaldıran Emre havada sekiz çizerek odan çıktı. Kamil hemen ardından bağırarak ‘Omuzdan Emre omuzdan... Bilek oynamayacak. Elini fırlat. Onu özgürlüğüne kavuştur. Çizgileri fırlar at.’
‘Fırlat at. Özgürlüğüne kavuştur.’
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.