- 597 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
İkinci El Gazeteden İkinci El Hikaye
Bu öykü Sayın Ahmet Zeytinci’nin ’İkinci El Gazetede Elime Kimse Su Dökemez’ yazısının bir tekrar söylenişidir. Ahmet Bey kendi has, mizahi üslubuyla bir sohbet yazısı yazmıştı. Ben ise kendisinin hoş görüsüne dayanarak durumu hikayeleştirdim.
Dost yüze, düşman ayağa bakar derler. İnanmayın. Biz ayakkabıcılar kimsenin düşmanı değiliz. On dört ayakkabıcının bulunduğu Cevat Paşa sokağı da bir düşman yatağı değildir. Eğer bir zararımız varsa kendimizedir; başkasına değil.
Halimiz, vaktimiz yerindedir ama işlere de yoğun denemez. Sokaklarda ‘’Duydun mu ayakkabı kıtlığı varmış’’ fısıltıları dolaşmaz, kimse galeyana gelip ayakkabıcılara hücum etmez. Bayram öncesinde başımız biraz kalabalıklaşır, ama sonrasında her şey eski düzenine döner. Hava güzelse Muhittin’in dükkanının önünde tavla atılır. Hemen her birimiz tavlaya meraklıyızdır ama kendi dükkanımızın önünde de oynamak istemeyiz: malum, kimse gelen müşteriye aylak gözükmek istemez. Muhittin’in toptan alıp satar; tuzu kuru olunca sokaktan geçenin ne düşündüğü ile ilgilenmez, açar tavlayı dükkanın önüne.
Her ne kadar tavla oynamayı sevsem de, her gün zar sallamaya da bayılmam. Bakkalın çırağının getirdiği gazeteleri alır, bir yandan kahvemi içerken, diğer yandan da köşe yazarlarını takip ederim. Kahvenin ilk yudumu her zaman Celal Salik’in yazısına ayrılır. Uzaktan tavlacıların sesleri gelir. Aldırmam, kuş cıvıltısı niyetine dinlerim. ‘’Çay vereyim mi abi?’’ diyen kahveci çırağına ters bir bakış atar, Salik’in o gün için yazdığına geri dönerim.
Okuduğum gazetelerin ikinci el piyasası çok yüksektir. Benim büyük bir özenle gazete okumama bıyık altından gülenler, öğle vakti yaklaştı mı dükkanın kapısında biterler: ‘’Ahmet Abi, Yasin Abi fazla gazetesi var mı diyor’’ ya da ‘’Ahmet ya, şu Ömer kuluna Allah rızası için bir gazete’’ Yanlış anlaşılmasın, okumaya filan niyetleri yoktur. Benim gazeteleri öğle yemeğinde sofra örtüsü yapacaklar, onun peşindeler. ‘’Arada bir şunları da okusanız’’ diyecek olsam, ‘’Zaman mı var Ahmet Abi, işten başımızı kaldıramıyoruz ki’’. Bari serdikleri masada yemek yerken gözleri takılsın, belki ilgilerini çeker, okurlar diye makalesi bol olan sayfalardan verdim. Hiç birinden ses çıkmadı. Ta ki bir gün Apti çıkagelip ‘’Allah senden razı olsun Ahmet Abi. Meğer bir bildiğin varmış bize ‘’Oku oku’’ derken. Şu senin verdiğin gazetedeki ilanlardan bizim oğlana temiz bir ikinci el araba buldum. Hazır gelmişken, yeni gazete var mı?’’
Madem o kadar gazete meraklısısınız, bir gün de kendiniz alın; hem okuyun, hem masaya serin. Yok. Onlar benim gazetelere kesekağıdı muamelesi yapsınlar, ben de onlar için Cyrano’nun şairliği kötü, fırıncılığı iyi Ragueneau’su gibi üzüleyim.
Geçenlerde Koray’ı da kapıda görünce ondan önce davrandım: ‘’Dur söyleme. Sen bugün Financial Times istemiyorsun. Bir frankofonluk var üzerinde. Le Figaro, bildim değil mi?’’ Koray ilkin bir şey anlamadan bana baktı. Sonradan kendisine takıldığımı farkedip
‘’Yok abi, ben gazete peşinde değilim. Senden akıl danışmaya geldim.’’
Her şeyi herkesten iyi bilen Türk milletinin akıl danışması çok sık rastlanan bir durum değildir. Genelde baş belaya bulaştırılınca son dakika manevrası olarak yapılır.
‘’Hayırdır?’’
‘’Nasıl söylesem... Bizim akrabalar beni bir tanıdıkları kızla tanıştırdılar. Kız çok güzel; Allah seni inandırsın, bir içim su.’’
‘’Ama sen değilsin.’’
‘’Sağol be Ahmet Abi. Bulmuşken sen de göm bize. Neyse, kız çok hoş filan ama bir sorunu var.’’
‘’Yüzü güzel ama kilolu’’
‘’Yok be abi... Kilosu süper yerinde. Sorun kitap okumasında.’’
‘’Anlamadım.’’
‘’Abi, kız okuyor, ben okumuyorum. Her lafımda bu belli oluyor. Elinde kalın kalın kitaplar, benim ise tek okuduğum ‘Bolivya’dan geldi, Türk erkeklerini beğendi’ haberleri.’’
‘’Öyle haberi benim gazetelerde nasıl buldun?’’
Hiç yoktan adım çıkacak, baldır bacak gazetesi okuyor diye.
‘’Seninkiler değil abi, Rasim’den aldım.’’
Vay Rasim vay! Benim ikinci el gazete piyasasına rakip gelmiş, haberim yok.
‘’Sözün kısası ben de bir şeyler okumak istiyorum. Mağara adamı gibi durmamak lazım kızın yanında.’’
‘’Ne okuyor senin kız? Hiç gözüne kitap ya da yazar adı ilişti mi?’’
‘’Son seferinde çaktırmadan baktım, İlhan Kemal okuyor.’’
‘’Yaşar Kemal olmasın o?’’
‘’Yok, yok, İlhan Kemal. Teraziye, yok, Teodoraya Mektuplar gibi bir adı vardı.’’
‘’Koftiden yazarları okuyor demek ki. Hımm, bir anda seni kitaplara boğmak olmaz. Bugüne değin okuma huyundan kendini gayet güzel sakınmışsın. Bir anda kitapçıya dalıp, ‘Bir Kundera, bir Vian, gerisi hem hikaye, hem yalan’ diyecek halin yok.’’
‘’Buyur abi?’’
‘’Demek istediğim şu: Yavaştan, alıştıra alıştıra başlayacağız. İlkin gazetede sana işaretleyeceğim yazarları oku. Köşe yazısı hem kısadır, hem de seni gündemden haberdar eder; konu açıldığında duymamış olmazsın.’’
‘’Hay yaşa Ahmet Abi!’’
Koray’a her gün sevdiğim yazarları okutmaya başladım. Hoşuna gitti. Önce günde bir iki, sonra gazetedekilerin tamamı derken ‘’Abi bunlar bitti, daha var mı?’’lar başladı. Baktım gazeteler yetişmiyor, yazarların eski yazılarını derledikleri kitapları ona aldırttım (Benim kütüphanemden de verebilirdim ama geri gelmeyeceklerine adım gibi emindim) İlginçtir, o da en çok benim gibi Celal Salik’i sevdi. Arada dükkana uğruyor, Salik’in son yazısı üzerine sohbete giriyordu.
...
Yine bir gün Koray kapıda belirince ona uzun zamandır bir şeyi sormadığımı farkettim:
‘’Koray, ne oldu senin şu kız işi? O kadar ona hazırlık yaptık, daha adını bile bilmiyorum.’’
‘’Adı Şirin de, sen onu boş ver. Olmadı o iş.’’
‘’Niye olmadı ki Şirin’le? Adının Ferhat mı olması gerekiyormuş? Tüm tüneller yapılmış, sana kazacak dağ mı kalmamış, nedir?’’
‘’Yine dalga geçiyorsun Ahmet Abi benimle. Yok be, bir başka taliplisi çıktı, ona gitti. Biz o kadar kastırdık okuyup da gözüne girelim diye, o gitti kabzımala vardı.’’
‘’Belki kabzımal senden daha çok okuyordur? Hadi, hadi, bozulma.’’
‘’Bozulduğum yok be Ahmet Abi; hayırlısı oldu. Boş ver bunları da, sen asıl Celal Salik’in son yazısını gördün mü? Bak ne yazmış: ‘Boğaz’ın sularının çekilmekte olduğunu farkettiniz mi? Sanmıyorum’
Şirin’in kazdırttığı tünelden akıp gidiyordu Boğaz’in suları; ben farkındaydım.
YORUMLAR
İyiki de Ahmet abi ilham olmuş ilhan Kemal'e. Hikaye baştan sona çok keyifliydi. Gülümsetti üstelik. :)