- 400 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
YARDIMCISI ATTİLA İLHAN'I ANLATIYOR
9 yılın her anı yan yana...’’Burun buruna yaşadık’’ diyor Belgin Sarmaşık. Attila İlhan’la tanıştığında 17’sindeydi: ’’O kadar çok iz var ki...Yılmadan çalışmak. Dürüstlük. Lafını sakınmayan biriydi. Hiç kimsenin adamı değil. Hiç bir şey söylediğinden vazgeçmeyerek ayakta kalmış biri. O tek. Ayakta. Bunlar önemli izler.’’
Şimdi 40’lı yıllarını sürüyor Belgin Sarmaşık. En kritik dönemi, olgunlaşma, yetişme çağını Attila İlhan’ın yanında geçirmek...Ne çok şey öğrendi kim bilir. Ama hissetmeden, inceden inceye, Attila İlhan öyle yapardı diyor Belgin Sarmaşık. Öğretir gibi yapmazdı. Bir bakardınız ne çok şey öğrenmişsiniz ! Kendiniz bile şaşardınız. Farkında olmadan olayları değerlendirişiniz. Hayata bakışınız beni bir pencere edinmiş kendine. Ama öyle dışarıdan alma değil, sizin içinize işleye işleye kazandırırdı o bakışı. Kendi bakışını kopyalamak da değil. Adı üstünde öğretmek ve öğrenmek...
Usta’yı anlatmayı sürdürüyor Belgin Sarmaşık: En son Emirgan’da oturuyorduk, tabak taşıyan garsonlardan bir tanesi hiç bir şey söylemeden masaya yaklaştı, ’’seni dava edeceğim! ’’ dedi. Şaşkınlıkla bakıyoruz, ’’beni geceleri uyutmuyorsun’’ dedi. Sonra başka bir şey demeden elindeki tabakları mutfağa götürdü. Bu Attila İlhan’ı çok etkilemişti. Halktan bir insanın bu samimi tepkisi onu çok etkiledi. Bir kerede her zamanki sabah yürüyüşünü yaparken parkın bir yerinden merdivenlerden inmek üzere olan yaşlı bir adam, sırtında çantası, sakallı, belli ki İslam inancı kuvvetli biri, ’’çok dua ediyorum, öbür dünyada Allahuteala bizi cennette karşılaştırsın diye.’’
Attila İlhan’la ilk karşılaştığımda Lisedeydim. Bir arkadaşımla birlikte acaba ulaşabilir miyiz diye düşündük. Hani şairler yazarlar bizden çok uzaktalarmış gibi gelirdi. Yayın evinden telefonunu bulduk. Bu kadar kolay ulaşmamıza çok şaşırdım. Bir iki telefon konuşmamızdan sonra, gelin çocuklar konuşalım dedi. Sabahleyin koştura koştura gittik, heyecan içinde. Ben de bir şeyler çiziktiriyordum ama arkadaşım daha çok yazıyordu. Onun şiirleri üzerinde durdu. Benim şiirlerimi pek beğenmedi. Daha çok nesire yakınsın dedi. Ne şiir yaz, şunları şunları oku dedi. Arada belli çalışmalarınızı göstermek için gelebilirsiniz dedi.
Üniversiteyi kazandık. Ben Bursa’ya gittim. Tezimi erken almaya karar verdim. Aldığım konuda çok oturaklı bir konuydu. Bunu ancak Attila İlhan’la çözebilirim diye düşündüm. Ben neredeyse her hafta çantamı toplayıp eve eşyamı bırakıp onun yanına gider oldum. Üniversite sona gelince o bana asistanlık teklif etti.
Attila İlhan çok erken saatte kalkardı. 6.30-7. 00 gibi. Daha geçe kaldı mı kendi kendine mesele yapardı. Kalkar takvimini işaretler. Tıraşını olur mutlaka. O günkü çalışması için bir hazırlık yapar, ya da hazırlığı zaten varsa onu uygular, yürüyüşe çıkar. Kahvesine gelir. Haberleri alır, yabancı kanalları izler, özellikle Fransız kanalları. Fransızca dergiler ve gazeteleri düzenli takip eder. Yazı ve konuşmalarında o dergilerden çeviriler yapıp değerlendirir. Belgesel izler. Onlarda özel belgesellerdir. Mesela uzay bilimi. Gök taşı düşmüşse bir yere onun üzerinde organik bir şey bulmuşlarsa. Ertesi gün yeni bir şey buldular diye anlatırdı.
Yazılarında, konuşmalarında kullandığı önemli bilgilerin kaynaklarını araştırmak dışında yeni bir fikri vardı. Onun üzerinde bir çalışma yapacaktık. Dünyadaki kadınların bir değişime doğru gittiğini görüyordu. Çünkü kadınlar çalışmaya başladılar ve çalışmaya başladıktan sonra hayattaki yerleri değişti. Bu acaba nereye doğru gidecek? Önümüzdeki yüzyılın kadınların yüzyılı olacağını düşünüyordu. Bu tabii hem fiziklerine yansıyor hem alışkanlıklarına, hayata bakış açısına...Bunların üzerine düşünürdü.
Espirili biriydi. Zaman zaman çocuk tarafı vardı. Hatta bu yaşta bu çocuk taraf ne oluyor diye kendi bile şaşardı. Anneannesinden ve annesinden anlattığı öyküler olurdu. Ege deyimleri vardı. Ailede sanatçı bir ruh olduğundan herhalde gerek annesinden gerek anneannesinin benzetmelerinden söz ederken , bunlarda herhalde hikayeci tarafımız derdi. Önceleri babasının şiir düşkünlüğünden aldığını düşünürdü yeteneğini. Sonra fark etti ki bu anne tarafından geliyor.
Paris onda derin bir etki yaratmıştı. Onu söylüyordu. Bir kaç defa gitmiştir. Daha ilk gidişinde Avrupa’nın, Fransa’nın zannettikleri gibi ülkeler olmadığını söylerdi. Gidişinden dört beş yıl sonra Türkiye’ye geri dönmüştü. Bu kararında bir kaç sebep etkiliydi ama en önemlisi kendiliğinden gelen bir şiirin sokakta yürürken Fransızca olarak gelmesiydi. Bu onu çok dehşete düşürmüş ve bir an önce Türkiye’ye geri dönmesi gerektiğini, bir Türk aydını olarak orada bir şey yapamayacağını, bir Türk aydınının kendi ülkesinde bir şeyler yapabileceği kararını vermişti.
Bir şiir yazıyordu, sanıyorum onun devamını bekliyordu. Bazen bir şiir tam olarak gelir derdi. Bazende iki mısra olarak gelir arsından geleceğini hissedersiniz...’’Jöntürklerin sonuncusu’’ diye bir roman yazmayı düşünüyordu. Hiclal-i yazmayı düşünüyordu, Fena Halde Leman içinde geçen. En az dört beş roman tasarısı vardı. Bazı senaryolar vardı onları romanlaştırmak mümkün olabilir mi diyordu. Ama zaman yetmedi. Hatta ikincisine bile yetmedi. Allahın Süngüleri ikinciye bile. 10 sayfalık bir eksik var. Onu bir şekilde tamamlayıp okurlarına ulaştırması gerekecek.
Attila İlhan, ölümün bir elektrik kesilmesi olacağını söylerdi. Elektrikler kesilecek ve bitecek. Onun içinde ölüme karşı bir korku asla olmadı. Ölüme neredeyse hazırdı ama yapacağı çok işlerde vardı. Onuda biliyordu. Kafasında hep o planlar vardı. Hiç bir zaman onları bırakmayı düşünmedi. Batılıların ölümden korktuğunu, Asyalılıkta ölümden korku diye bir şey olmadığını söylerdi. Batı ve Doğu’yu birbirinden ayıran bir özellikte bu derdi.
Bana gelince: Bana vasiyet diye aldığım sözleri yerine getirmeye çalışacağım. Benim yapabileceğim bazı çalışmalardan bahsetmiştik, onlara başlayacağım. Onu da hep beynimde yaşatmaya çalışacağım.