- 2105 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
BOŞ BEŞİK
Bir zamanlar Bolu civarında yaşayan bir bey varmış. Evleneli yıllar geçmesine rağmen bir türlü çocuğu olmamış. Bu durum oba ileri gelenlerini endişelendirmeye başlamış. Soyun devamından endişelenen aşiret beyleri kendi aralarında toplanmışlar ve hanımını çok seven bey için kararlar almışlar. Fısıltılar kulaktan kulağa dolaşmış ve beye kadar ulaşmış. Bey de çareler aramaya başlamış.
Bir gün gizlice atına binerek uzak köylerden birinde tek başına yaşayan yaşlı bir bilgenin kapısını çalmış. Kuyudan oflaya puflaya su çeken yaşlı adamla selamlaşmış. Atından inerek yaşlı bilgenin elini öpmüş. Yaşlı adam ve bey selam faslından sonra yeşil çimenlere bağdaş kurup oturmuşlar. Bey bütün içtenliğiyle başından geçenleri anlatmış. Hanımını çok sevdiğini, kuma almayı aklından bile geçirmediğini defalarca tekrarlamış. Beyin zor durumda olduğunu anlayan bilge adam şöyle bir öğütte bulunmuş:
__ Bak oğul. Hemen obana yaylana dön. Zaten şu sıralar toprak ana hamile. Ne ekersen insanoğlunun verir eline. Bahçene yedi tane elma fidanı dik. Yedi yıl sabırla büyümelerini bekle. Onlara ecdadına bakar gibi bak. Yapraklarını okşa, sevgi lakırdıları fısılda! Sakın susuz bırakıp kurutma! Sabrın sonu selamettir. Yedi yıl sonra fidanların büyüyecek ve meyve verecek. Elmalar allanıp sallanırken senin de bir oğlun dünyaya gelecek ve ağaçlarla birlikte büyüyüp serpilecek. Şimdi var git oğul yoluna, demiş.
Beklenen gün gelmiş ve yedi yılın sonunda beyin nur topu gibi bir oğlu olmuş. Yılan boynuzlu koçlar kurban edilmiş, kazanlar kaynamış fakir fukara sevindirilmiş. Fakat bu mutluluk uzun sürmemiş. O yıl toprak çatlamış, dereler susuz kalmış. Hayvanların açlıktan karnı sırtına yapışmış. Sonunda aşiret ileri gelenleri toplanmış ve göç kararı alınmış. Hayvanların daha fazla telef olmaması için obada hemen hazırlıklar başlamış. Çadırlar sökülmüş, develer ve katırlara yüklenmiş. Ve kervan dağ yollarına dizilmiş. Oba sessiz sedasız geceleri dinlenerek, gündüzleri dağ taş yürüyerek uzağı yakın eylemiş. Beyin hanımı ise en arkadaki devenin üzerinde, öndeki beşiği gözetleyerek, ağladığında balasını emzirerek kervanı takip etmiş…
Göçün üçüncü günü gündüz geceye karışmış, gök gürlemiş, şimşekler çakmış. Sonunda gök yere boşalmış, yıldırımlar ağaçları yakmış. Hayvanlar kaçışmış, ana- oğul bağrışmış. Ve nihayet kıyamet kopmuş. Bütün oba çil yavrusu gibi dağılmış… Ertesi sabah gün ağarınca herkes birbirini bulmaya çalışmış. Bulduktan sonra, bütün oba deveye yüklü beşiği aramaya koyulmuş. Çoluk çocuk, kız kızan, dere tepe, ağaç gövde bebeği bulmaya çalışmış. Günler geçmiş bebek aranmış da aranmış. Nihayet bebek çalılar arasında bulunmuş. Bulunmuş bulunmasına da… ormandaki bütün karıncalar bebeğin gövdesine abanmış ve bebeğin gözlerini yerinden çıkarmış. Tahta beşik ise çam ağacının dalında asılı vaziyette kalmış. Bey kükremiş, kendini kaybetmiş. Yavrusunun bağırdak bağını koklamış. Feryadı dağlarda yankılanmış. Annesi ise yavrusunun başında ağıtlar yakmış:
Bebeğin beşiği çamdan
Yuvarlandı düştü daldan
Eğilip de öpemedim
Görünmüyor karıncadan…
Bey atına atlayarak ortadan kaybolmuş. Birkaç gün sonra eski konakladıkları yaylaya varmış. Eline aldığı baltayla bütün elma ağaçlarını gövdelerinden ayırmış. Sonra da aynı hiddetle atını sürmüş ve yaşlı adamın kapısını tekmeleyerek açmış. Bahçeyi nasıl talan ettiğini, ağaçları nasıl devirdiğini bağıra çağıra anlatmış. Bilge adam, sessizce beyi dinlemiş ve sonunda şöyle demiş:
Keşke birazcık tevekkül etseydin! Madem tevekkül etmedin, bari elma ağaçlarını kesmeseydin! Adsız bir yolcu ağzını ıslatır, suya kanardı. Sana ağız dolusu dualar ederdi. O dualar derya olur koynuna dolardı. Sen ki nehir oldun taştın. Günahsız ağaçlardan intikam aldın. Hani sen beydin, efendiydin? Ama sen sadece kendinden olanı sevdin! Var git yoluna beyim!
Yazan: MEHPARE GÖKÇE ( Anneannemden)