- 460 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Çocukluğumuz
‘’Sizler; tutmak ister misiniz cümlelerimin ellerinden?
Sarılmak ister misiniz çocukluğunuza?’’
Tek kaygısı ve amacı, sınırları henüz çizilmemiş zihin dünyalarında uçsuz bucaksız hayallerden ibaret olan, bitmek tükenmek bilmeyen oyunların arasında izlediğimiz çocukluğumuzu fark edebiliyor musunuz?
Anılarımızın hissettirdiği duygularımız, belki biraz sonra iç çekişlerimize, ya da tebessüm edişimize, belki de uzun uzun dalıp gidişlerimize, mükedder oluşumuza sebep olacaktır.
Çünkü henüz kirlenmemiş, yalanı en güzel kullanan şarkıların için de kaybolmamışızdır. Tanıdığımız simalarda, aniden ortaya çıkan maskelerin hayal kırıklığıyla parçalara ayrılmamış, benliğimizi yitirmemişizdir. Kendi yaşamımızın içine örülmüş duvarların arasında yalnızlıkla imtihan edilmemiş ve yarım yutkunmalarımıza sebep olan sızılar kalplerimize mühürlenmemiştir.
Acıları; koşarken düşüp kanattığı dizleri ya da dirsekleri olan çocukluğumuzu anımsayabiliyor musunuz?
Ağlarken, biraz sonra kahkaha atarak elinin tersiyle gözyaşlarını silen, sızılarını bir an da unutan çocukluğumuzu.
Gökyüzünün sonsuz mavisin de uçurduğu uçurtmanın ipinin, ellerini sızlattığı çocukluğumuzu.
Sobanın üzerin de kaynayan güğümün sesini ninni olarak dinleyen çocukluğumuzu.
Bakkaldan aldığımız ekmeği eve götürürken ucunu kopararak yediğimiz çocukluğumuzu.
Ve sonra, Bayramlıklarını yastığının kenarına koyan ve heyecandan uyuyamayan çocukluğumuzu.
Bayramlarda, şeker toplamak için toplanan ve her kapıyı çalan çocukluğumuzu.
Susam sokağı şarkısını sokak aralarında bağıra bağıra söyleyen çocukluğumuzu.
Minik kuş, kurabiye canavarı, açık göz ve kırpık olan çocukluğumuzu.
Yere ya da duvarlara sürterek kıvılcımlar çıkaran çatapatların bizleri heyecanlandırdığı çocukluğumuzu anımsayabiliyor musunuz?
Saat soranlara, kolumuzu uzatarak ‘’eti kemik geçiyor’’ dediğimiz çocukluğumuz.
Mahalleye akşamüzeri giren ,Sinek ilacı arabalarını gördüğümüzde, her şeyi bırakıp ardındaki bulutun için de bağıra çağıra, kahkaha atarak koştuğumuz, koşarken nefes nefese kaldığımız çocukluğumuzu.
Arkası yarın dizilerini izlerken televizyonun sesini açmak ve kısmak için defalarca kalkıp televizyonun başına gitmek zorunda kalan çocukluğumuzu.
Çatıda ki beş metrelik televizyon antenini sağa sola çeviren babamızın ‘’oldu mu’’ diye bağırdığı ve karıncalanan televizyonun gidip gelen, kesik kesik görüntüsü karşısın da ‘’biraz sağa, hayır sola, az önce güzeldi, şimdi gitti’’ diyen ve içten içe üzülen çocukluğumuzu.
Hatıra defterine hatıralar yazan ve kokulu silgi tutkunu çocukluğumuzu.
Akşam ebesi, yakan top, ortada sıçan oyunlarını bilen çocukluğumuzu.
Oyunun en güzel yerin de eve çağrıldığımız çocukluğumuzu. Ninja kaplumbağa izlemek için erken kalkan çocukluğumuzu hatırlıyorsunuz değil mi?
Paylaşan, sarılan ve en önemlisi kucaklayan çocukluğumuzu...
Büyüsü bozulmamış zamanları yazıyorum. Sizler, yüzyıllar sonra bu satırları okuduğunuzda, yaşadığınız sosyal hayatın temellerinin atıldığı ve uğruna insan oğlunun büyük bedeller ödediği zamana tanık olan biri olarak yazıyorum.
Yukarda okuduğunuz satırları ve devamında okuyacaklarınızı, mitolojik hikayelerden anımsama ya da çok eski çağlardan kalma masallar olarak algılamayınız lütfen.
Tahayyül sınırlarınızı aşan çocukluğumuzun öyküsüdür tüm bu yazdıklarım. Okuyacaklarınız ise, bütün çocukların neredeyse ortak çocukluğudur.
Henüz sosyal mesafelerin mesafeler oluşturmadığı, insanı bireyselleştiren (Teknolojinin) kavramların icad edilmediği zamanları yazıyorum.
Bu öyküyü; insanın merhamet duygusunu yitirdiği, vicdanını öldürebildiği, kendi türünü katletmek için virüsler ürettiği, adına pandemi dediği, fakat esasında büyük bir katliam planının kendisi olan, bir gün de yüzbinlerce insanın hayatlarını kaybettiği 21. Yüzyılda yazdığımı bilin. Tüm bu sosyal yaşamın keskin dönüşüne tanıklık etmek kaderin bir parçası olsa gerek.
’’Yeni normal, kontrollü serbestlik’’ gibi kavramlarla Ülkelerin tedbirler aldığı günümüzde, durumun vehametini varın sizler düşünün.
Toplu mezarların, günlük birer rutin haline geldiğini bilin. Hastanelerde, yoğun bakım ünitelerinde insanların yüz üstü yatırılarak oksijen maskeleriyle tedavi edildiklerini bilin. Korku için de evlerimize hapsedildiğimizi ve zorunlu aşılar beklediğimizi bilin.
Maskeler takarak gezdiğimizi de bilin.
Sokağa çıkma yasaklarının sıkıca uygulandığını, okulların kapatıldığını bilin.
Ve hazindir ki artık, sokakların çocuksuz kaldığını bilin.
13.08.2021
Kocaeli/