- 511 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
826 – RAMAZAN BAYRAMI
Onur BİLGE
Bayramdı. Bayramımız mübarekti zaten. Kutlu ve mutlu olmalıydı.
Ramazan ayı, helallerin bile haram olduğu aydı. Aslında biz ömür orucundaydık. İmsak kesileli epey olmuştu. İftar kim bilir ne zamandı? Kaç gün, kaç ay, kaç yıl sonra? İftar etmeden ölmek de vardı.
Bu ayda Kadir vardı. Kur’an’ın sırrının indirildiği, bin aydan daha değerli bir ömür gecesi… En hayırlı İlahi gece… Onun için susmalı, beklemeli, hak etmeliydik. İnşallah cümlemize, cehalet karanlığından kurtulup, O/nur/lu geceleri, hakkını vere vere ihya etmek nasip olur.
“Ramazan’ın başı Evveli Rahmet, Ortası Mağfiret, Sonu Cehennemden Kurtuluş… Yakıcıdır. Günahları yakar!” diyordu Define.
“Berat da vardı ondan önce. Ondan önce Miraç, daha önce de Regaip vardı. En çok Miraç, ismiyle hoşuma gider. Regaip, temizlenme… Acaba her Kandilde af isteyen affedilmiş midir?” diye sormuştum.
“Önemli olan, bizim ne anladığımız... Nasıl ihya ettiğimiz... İlk ışık yanmadan ötekiler yanmaz. Çünkü her birinin makamı ayrı… Fenafillah olmadan Berat yok. Demek ki Berat, Fenafillah Makamıymış. Bunlar söz... Hakikatte sözle öz bir olmayınca, gönülde tezahür etmedikçe, zevkine dalmadıkça hiçbir faydası yoktur.”
Bayramımız bayram oldu. Turnuvalara devam... Herkes birbiriyle şakalaşıyordu. Dede de bana takılıyordu:
“Pek o kadar şirin değilsin. Soğuk nevale! Buz senden sıcak! Çay üstüne çay… O çay sana, bu çay bana... Vay ki vay!” diye ayaklı uyaklı sözler söylüyordu. Ona tavla oynamayı teklif ettim. Birilerini birkaç kere yendim diye çatmaya başladı.
“İnsanları rezil etmek hoşuna gidiyor. Sen de yenilgiyi kabul et! Yenersen beni de dillere destan edersin!”
“Mars yaptın ya, zorla mars olmaya çalıştın, yine de olamadın.”
“Sana şans tanıdım, yakalayamadın.”
“Kıyasıya oyna benimle! Acımasızca… O zaman tadı çıkar.”
“Altı kapıya alabilirdin. Yenen sayılır bu yolda yenilen. Tavlanın galibi sensin!”
“Kafadan galip ilan ettin ya teşekkür ederim.”
“Aslında tavla falan oynayacak halim yok ama uyumamak için meşgul oluyorum. Bayram geceleri de ihya edilen gecelerdendir. Biraz ibadet etmeye çalıştım. Gece uyumadığım için uyumam lazım ama gelen giden çok oluyor. Özellikle benimle bayramlaşmak için gelenler olunca uykulu uykulu kalkmak istemiyorum. Bayram… Akşam da gelenler olabilir.”
Hem zar atıyor hem havadan sudan konuşuyorduk.
“Ayağımı karınca ısırdı. Nerden çıktı bu karıncalar! Mezara girmeden bitirecekler beni!”
“Şeker Bayramı ya... Şeker dökülmüştür bir yerlere. Belki de elini öpmeye gelmişlerdir.”
“Kim bilir, belki de...”
“Neydi o çocukluğumun bayramları! Ne güzeldi o günler!”
“Çocukluk yılları elbette anlamlı ama ben en çok şimdiki ruh halini anlamaya çalışıyorum.”
“O günden bu güne çok şey değişti. Ruh aynı ruh, beden eskimekte…”
“Ben de mezar yaptım bedenimi kendime.”
“Benim aklımı kurcalayan, cevabını bulamadığım, çok merak ettiğim bir sorum ve sorunum var. Sen çok görmüş geçirmiş, çok okumuş yazmış, Bilge bir adamsın. Bu müşkülümü çözmede bana yardımcı olur musun? Koca denizlerde yol mu biter, yem mi tükenir! Balık o küçücük oltaya neden takılır?”
“Allahın hikmeti! Herkes rızık peşinde... Nasip kısmet meselesi... Rızık bazısının ağzının içine kadar girer de yutmak nasip olmaz ona. Ava giden avlanır. Rızık ararken rızık olur. Eceli gelince bir an tehir edilmez. Öne de alınmaz. Nasip ararken nasip olur. Kim nerede ölecekse oraya sevk edilir.
Kıtal ayeti inzal edilince bazıları korkarak savaşa katılmak istemediler. O zamana kadar her farza seve seve razı oldular da o emre itaat etmek zor geldi bazılarına. Allah aşkı can vermeyi gerektirir! İslam, can pahasına sevilir! Halbuki eceli gelen, nerede ölecekse oraya sevk edilir. Kimin ne zaman, nerede doğacağı, nerede öleceği bellidir. İnsan ne kadar kaçarsa kaçsın, sakınırsa sakınsın, ecel anında öleceği yerde olur.
Balık, okyanusta da olsa, can vereceği anda, ezelde kararlaştırılmış olan yere gider ve emaneti teslim eder.
Şimdi benim de sana bir sorum var. Acaba sen kimin oltasına takılacaksın? Nasip ararken kime nasip olacaksın?”
“Annem: “Armudun iyisini ayı yer!” diyor.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 826