- 699 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
763 - REFERANS
Onur BİLGE
“O arkadaşım vardı ya, Necibe... Artık ona hiç gitmiyorum. Yeteri kadar kullandı beni. Bir daha onunla muhatap olmamaya karar verdim. Gördüğümde ayaküstü birkaç cümle konuşuyor, hemen uzaklaşıyorum. Biliyor musun dede, ondan uzak kalmak bana iyi geldi. En azından düşünmemi sağladı. Ne kadar haklıymışsın!”
“Dedim ya Işıl! Kim zarar veriyorsa anında ondan uzaklaşacaksın! İnsan, çok yakınında olanları göremez. Gözün görüş mesafesinin ayarlanması gibi düşün! Bir şeyi gözünün önüne iyice yaklaştırırsan onu göremezsin. Çok uzaklaştırırsan da detayları seçemezsin. Onun için yazıyı bile belli bir okuma mesafesine getirmen lazım. Otuz santime mesela... Arkadaşınla da çok samimi olursan, ona tarafsız bakamazsın. “İyidir!” zannıyla bakarak, yanlış bir değerlendirme yaparsın. Onun için onun gerçek karakterini anlayabilmek istiyorsan, ondan biraz uzaklaşacaksın. O zaman görüş mesafeni tam ayarlamış olursun ve onun gerçekte ne ve nasıl olduğunu ancak o zaman anlayabilirsin.”
“Gerçekten öyle oldu dede. O kadar yakınımdı, o kadar yakınımdaydı ki ve ben onun hakkında o kadar iyi niyetli ve sevgi doluydum ki sen beni uyarıncaya kadar, gerçek bir değerlendirme yapamamışım. Hep zannımla hareket etmiş, hep kendimden harcamışım da hiç haberim olmamış!”
“Bir yere, yerden bakınca da onun bir tarafını görebiliriz. Daha yüksek bir yerden veya değişik zaviyelerden bakmak suretiyle onun görülemeyen taraflarını da görebiliriz. Yani kuşbakışı ya da çevresinde dolanarak her tarafını... Ev gibi düşünelim... Bir de içi var, öyle değil mi? İnsan, dışından çok içidir zaten. Ruh, bedenden büyük ve önemlidir. Ayrıca karakter de önemlidir. Bir de insanın zamanla karşılaştıkları ve içinde bulunduğu ortam nedeniyle kirlenmesi veya temizlenmesi mevzubahistir. Bunlara göre değerlendirilmesi gerekir.”
“Ondan uzaklaştığımda, aramızdaki ilişkiye tarafsız bir gözle bakmaya çalıştım. Tüm birlikte geçirdiğimiz zamanları tekrar tekrar düşünüp değerlendirdim. Benden çok zaman ve emek çalmış olduğunu gördüm. Üstelik çaldığı sadece zaman ve emek de değil... Manen de duygularımı, doğrularımı çalmaya başlamış. İyi niyetimi de sömürmüş. Çok teşekkür ederim sana dede! Şimdi kendimi yeniden uçmaya hazır bir kuş gibi hissediyorum. Yıllardır senin gibi biri çıkmamıştı karşıma. Bunu fark ettim. Bana en yakın olan da sen oldun.”
“Hayatım boyunca kendi düştüğüm hataları geriye dönüp düzeltme imkânım olmadığı için “Ben yandım, başkaları yanmasın!” diye gözümün gördüğü, elimin erdiği herkesi, tecrübemin ve dilimin yettiği kadar ikaz etmeye çalışıyorum ki en azından ulaşabildiğim kimseler, benim durumuma düşmesin! Bunun için çabalıyorum kızım. Bunda bir menfaatim yok.”
“Eksik olma dede! Allah razı olsun senden! İş için belki on yere başvurdum. Kısacası, bildiğim her yere başvuruyorum. Aslında göründüğüm gibi boş durmuyorum. İş peşinde koşuyorum. Bu yüzden iş bulacağıma inanıyorum. Önce mücadele ediyorum, sonra dua ediyorum.”
“Önce de sonra da dua etmelisin! İstediklerini sana bahşedecek olan tek Zat Allah’tır. Gerisi vesiledir. Duamız olmasaydı neye yarardık ki biz! Dua, imandandır. En büyük mercie yazılan istidadır. Mutlaka muameleye konacaktır. Kesinlikle değerlendirilecektir. Arzuhalde yazılı olanlar, yani arzu edilenler şüphesiz verilecektir. Ancak kadere mutabıksa burada, değilse orada... O öyle bir padişahtır ki, huzuruna çıkan, asla eli boş dönmez!”
“Bu kadarını düşünemiyordum dede. Nasıl sığınmam gerektiğini yeni yeni öğrendim. Dualarımı nasıl yapacağımı şimdi daha iyi biliyorum. Bunda senin payın çoktur. Biraz da okuduğum kitaplardan öğrendiklerim... Bana gereken bilgileri aldıktan sonra, imkânsız diye bir şey kalmayacak hayatımda İnşallah!”
“Memnun oldum. Böyle olmalısın! İşin kolayı varken kuyruğunu kovalayan kedi gibi dönüp durmaya ne gerek var! Açarsın avuçlarını, olanca yakınlığınla çalmaya başlarsın o kapıyı! Nasılsa açılacak! Sabırla, azimle, gece gündüz bıkıp usanmadan çalacaksın... Yatacaksın o kapıya! Başka kapı yok! O kapı tek ve istediklerinin tamamı onun arkasında!”
“Dedeciğim, Necibe bana o kadar zarar vermiş ki! Ben bunları nasıl görememişim! Hala hayretler içindeyim inan ki! Dost gibi görünmüş, boyuna kuyumu kazmış da farkına bile varmamışım! Uzun uzun düşündüğümde bana yaptıkları çok canımı sıktı! Yakınımda olsaydı, boğazını sıkacaktım! Ona karşı o kadar öfke doldu yüreğim!
Bak ne oldu! Bu, yakın zamanda olan bir olay... Evden çıkarken karşılaşmıştık, burun buruna gelmiştik: “Gel bir kahve iç!” diye davet etmişti. Ben de beni çağırdığı için sevinçle kabul etmiştim.
Laf arasında: “Neler yapıyorsun?” diye sordu. Her neyse... “Ben de yine bir işyerine başvurdum.” dedim. “Bakalım, komşumuzun birinin de o işyerinden tanıdığı varmış. “Ben de konuşayım!” dedi. Eski çıkarıldığım işyerini de referans olarak gösterdim.”
“Arkadaşım, sen her yere başvurdun, hiçbirinden bir cevap çıkmaması garibine gitmiyor mu?” dedi. “Neden?” dediğimde anlattıkları canımı sıktı ama belki de doğruydu. Yine de bir aklım dedi ki: “Kızma Işıl! Dost acı söyler!”
“Bir elemanı işten çıkarmak için şefine sorarlar. Şef ondan memnunsa, o eleman işten çıkarılmaz. Senin o çok sevdiğin insanlar seni yetersiz gördüler. Bunu da birbirlerine söyleyip anlaştılar ki seni işten çıkardılar.” dedi. “Sen de seni işten çıkaranları referans gösteriyorsun. Sen delisin! Ne bekliyorsun ki! Onları aradıklarında: “Işıl çalışkandır, iyidir.” demelerini mi? O zaman: “O kadar iyiydi de siz niye işten çıkardınız?” demezler mi! “O kız agresiftir, verimsizdir.” demişlerdir. Bence senin başvurduğun yerler orayı aradılar. Oradan olumsuz cevap alınca da sana dönmediler. Artık gözünü aç! Demek ki gece gündüz canla başla çalışman, özverili olman, mesai ücreti talep etmeden cumartesi ve pazarları bile işe gitmen bir anlam ifade etmemiş. Etseydi seni oradan çıkarmazlardı. Seni paçavra gibi kenara attılar! Artık bunu kabullen! Aklın varsa, bir daha o işyerini de, daha önce çalıştığın yeri de referans olarak gösterme!”
Madem dostumdu ve bunun böyle olduğuna inanıyordu, bana bunları neden bu zamana kadar anlatmadı? Neden beni uyarmadı? Çünkü ben ona sık sık yardıma gidiyordum. Bazı geceler işyerinde yalnız kalıyordu. Onu tek başına bırakmamak için ben de onunla beraber kalıyordum. Elemanı gibi bedava çalışıyordum. Neden kaybetmek istesin ki beni! Her gün ona olanı biteni anlatıyordum, hiç yorum yapmıyordu. Hiç uyarmıyordu beni.
Şimdi neden uyardığına gelince... Benden ümidi kesti ve beni üzerek intikamını aldı. Son zamanlarda ona gitmekten vazgeçmiştim, epeydir onunla görüşmüyordum ya... Sıkıştığında yardımına da koşmuyordum eskisi gibi... O gün de gitmeyecektim de ansızın karşıma çıkınca davetini reddedemedim. Ne de olsa o kadar zamanlık bir hukukumuz vardı. O da fırsattan istifade içindeki zehri kusma fırsatı buldu.
Güya gözümü açarak bana iyilik etti. Aslında beni aşağıladı. Hem de iki taraflı... Hem daha önceki çalıştığım yerlerde hiç de başarılı ve çalışma arkadaşlarımla uyum içinde olamadığımı, agresif davrandığımı, onun için onların benden hiç memnun olmadıklarını, hem de durum böyleyken, onların benim hakkımda iyi referans vereceklerine saf saf inandığımı söyleyerek... Kısacası böyle işte ama söylediklerine aklım yattı! Çok acıydı! Ya arkadaşımdı kötü olan ya da çalıştığım yerdekiler. Bunlardan biri ya da ikisi de kötüydü. Yani bir kötülük vardı ama hangi taraftaydı?
Belki her iki taraf ta kötüydü. Ne kadar acı! Peki ben neden kötü düşünemiyorum dede? Daha düne kadar ben Necibe’den de, eski işyerimdekilerden de ne kadar güzel bahsediyordum herkese! Onları hep savunuyordum. Neden ben haksızlık görüyorum? İyi niyetli olduğumu sanıyorum. Yoksa ben aptal mıyım?”
“Aptal değilsin Işıl. İyi niyetlisin. Fakat günümüzde insanların çoğu maalesef riyakâr! Anladığım kadarıyla, Necibe de onlardan biri... Söyledikleri doğru bile olsa, öyle denmezdi! Her doğru her zaman, her yerde ve o tarzda söylenmez. İnsanların kusurları yüzlerine o şekilde vurulmaz. Bunun kibarca, kırmadan, incitmeden bir söyleniş tarzı vardır. Dostlar, kusurları örtmeyi de bilmelidirler. Hepimiz hatalıyız, kusurluyuz. Allah hepimizin ne yaptığını ne ettiğini aklından ne geçirdiğini biliyor, buna rağmen kimsenin hatasını günahını yüzüne vurmuyor, ifşa etmiyor. Allah, Settar sıfatıyla hepimizin kusurlarını setrediyor. Onun için Allah’a yakın olmalısın Işıl! Baktın ki zarar geliyor, en yakınlarından bile uzak durmalısın! Dedim ya, o da annesiyle kardeşi de senin ruhunu bozuyorlarsa, böyleleriyle arkadaşlık etmek sana yarar yerine zarar getirir!”
“Benim ne mecburiyetim vardı ki ona o kadar yardım ettim! Para mı istedim karşılığında! Birkaç kere sigara aldı bana, o kadar! Orada çay kahve yapıyor, ikram ediyordu. Ben de evden yiyecek bir şeyler falan götürüyordum. Birlikte yiyip içiyorduk. Ben ona ne kadar güzel duygularla sokuldum, o beni yılan gibi soktu! Şeytan diyor ki: “Kimi tökezlemiş, düşmüş görürsen bir tekme de sen vur!” Yine de diyorum ki: “Şeytan! Git başımdan! Kötülükten ne çıkar! Ben yine her önüme gelene yardım edeceğim! Kabrime güzellikler dolduracağım, yılan çıyan akrep falan değil!”
“Ancak iyilik etmeye çalışırken, kendine kötülük de ettirmeyeceksin! “İyilik yap, at denize, balık bilmezse Hâlık bilir!” derler ama sen de alık değilsin ya! Baktın olmuyor, aksülamel yapıyor, vazgeçeceksin! Sırtında yumurta sepeti yok!”
“Dede, o atasözü öyle miydi? Ben de “İyilik yap, at denize, alık bilmezse balık bilir!” diye biliyordum.”
“Balık yerine mahluk da denir. O mahluk, çoğu zaman alık olur. Öyle olmayı tercih eder yani. Nimetşinas mı olacak! İyiliğe iyilikle mi karşılık verecek! Vefa, İstanbul’da bir semt olarak bilinmeye başlanalı çok oldu. Anlamı sözlüklerde kaldı. “İnsanoğlu nankördür!” diyor Allah-ü Teala. İyiliğe iyilik, ancak öte tarafta karşımıza çıkacak. Hem de en âdil şekilde! Hatta en az bire on hatta kat kat fazla... Kötülüğe bire bir mukabele edilecek. İyilere iki cennet var. İki cennet daha! İçlerindeki nimetleri kimse tahmin bile edemez! Allah’ın bildirdiği kadarını bile tahayyül edemez! Saymakla bitiremez!”
“Ben Necibe’nin yanına niye gidiyordum? Sırf yalnız kalmasın diye... Yoksa doğru dürüst iş falan da olmuyordu. Olsa bile bir arabayı tek başına yıkayabiliyordu zaten. Bana pek ihtiyacı olmuyordu. Yine de ben yapılması gereken bazı işleri yaparak, maddi bir karşılık beklemeden onun için özveride bulunuyordum. Ben onun elemanı falan değildim. Bana gösterdiği yakınlığın, çay kahve ikramının, arada aldığı bir paket sigaranın karşılığında minnet altında kalmamak için bazen geceleri yalnız kaldığında da yanında duruyordum. Yardım gerekirse ertesi gün de uykusuz olmama rağmen işçi gibi çalışıyordum. “Yanımda çalışması için Işıl’a para veriyordum.” diyemez.
Ne bileyim ya ben çok mu salağım? Ondan vazgeçmem çok kolay olurdu inan! Senin deyiminle ben hep arka taş oldum. Kolay kolay kimseye sırtımı dönmedim. Ne olduysa ondan oldu! Başıma ne geldiyse ondan geldi zaten!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 763