- 582 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
756 – HAŞYETULLAH
Onur BİLGE,
“Allah’ı sevmeli miyiz, yoksa ondan korkmalı mıyız? Daha önce açmıştım bu konuyu da terazinin iki kefesinin denk olması gerektiğini söylemiştin, yanlış hatırlamıyorsam dede. Yani mesela ben kimse benden korksun istemem. Herkes beni sevsin, çok sevsin isterim!”
“Aslında Haşyetullah ne kadar büyük olursa o kadar makbuldür. Çünkü Allah Kur’an’da, cezaya çarptırılacak olanların en çok O’ndan korkmayanlar olduğundan bahseder. Allah’tan korkma ve korkmama meselesi, Hazreti Âdem’in iki oğlu arasında geçen hadisede dahi vardır. Onlardan ikisi de Allah rızası için kurban kestiler. Birinin kurbanı kabul edildi, diğerininki edilmedi. Kurbanı kabul edilmeyen diğerini kıskandı. Çok kızdı ve ondan hırsını almaya kalktı. Çünkü onun kurbanının kabul edilmesinin sebebi, Allahtan korkmasıydı. Diğeri Allah’tan korkmadığı için kurbanı kabul edilmemişti.
Öfkeye kapılıp Allah’tan korkmadan kardeşini öldürdü. Habil Haşyetullah nedeniyle ona elini bile kaldırmadı. Çünkü cehenneme gitmek istemiyordu. Kabil onu öldürdüğünde onun da günahına girmiş olacak, hak ettiğine kavuşacak, cehennemi boylayacaktı!”
“Kabil, ilk katil oldu! Hem de kardeş katili! Okumuştum. Habil’in cesedini ne yapacağını bilmiyordu. Ona, onu gömmesi gerektiği, Allah tarafından bir karga vasıtasıya öğretildi. O da onu gömdü. Görüyor musun dede, yalnız insanın insandan değil, kuştan bile öğreneceği şeyler varmış!”
“Karıncadan da, arıdan da, örümcekten de öğreneceği şeyler var. Bakara, Neml, Nahl ve Ankebut surelerini düşün! Keşke günah üstüne günah işlemeye devam edeceğine, tövbe etseydi de kardeşini değil, günahlarını gömseydi! Kardeşini öldürünce dünya ona mı kaldı! Dünya hayatı nedir ki! Ne kadar! Nereye kadar! Onun için Allah’ın istemediği şeylerden uzak durmak lazım. Ruh çağırmak, fala, uğura uğursuzluğa inanmak... Böyle şeyler hiç iyi şeyler değil!”
“Ama dede, ben uğura ve uğursuzluğa da inanıyorum.”
“Şirk yapıyorsun o zaman Işıl!”
“Nasıl yani dede? Allah vardır ve birdir. Başka bir ilah edinmedim ki ben. Yalnız O’na inanıyorum.”
“İnanıyorsun ama bir şeylere daha inanıyorsun. Nedir onlar? Mesela inci kolyen sana uğur getiriyor olsun. İnci kolyenin bir şeyler yapmaya veya bir şeyleri engellemeye gücü var mı? Yok, öyle değil mi? Bunun böyle olduğunu bilerek ondan yardım ummak ne demek oluyor Işıl? Hani Fatiha’da: “Yalnız Sana kulluk eder, yalnız Senden yardım dileriz!” diyordun? Allah’ın yardımı ve gücü yetmiyormuş gibi bir de kolyenden mi yardım diliyorsun? Ek bir güç olarak bir de onun gücünü mü talep ediyorsun?”
“Hiç böyle düşünmemiştim. Bak, iyi ki uğura ve uğursuzluğa inandığımı söyledim de çok büyük bir günah işlemekte olduğumu öğrendim. Çok teşekkür ederim dede! Allah razı olsun senden! Sen çok uzun yaşa İnşallah! Ne kadar faydalı bir insansın!”
“Fala, uğura ve uğrsuzluğa inanmayan sayılamayacak kadar çok kişinin, ki haliyle bunlar sadece Allah’a inanan ve yalnız O’ndan yardım bekleyen insanlardır, sorgusuz sualsiz cennete girecekleri rivayet edilir. Sağlam bir hadise dayandırılır.
Bence de öyledir, ancak sorgusuz sualsiz olmasına aklım yatmıyor. Çünkü dünyadayken cennetle müjdelenen on kişinin başında geldiği halde topraktan ilk çıkacak olan Efendimiz bile sorguya çekilecekken, Allah’a hesap verecekken, kimsenin sorgusuz sualsiz cennete gireceğine inanamıyorum.
Ancak büyük günahları ve üzerlerinde kul hakkı yoksa, sevapları günahlarından çoksa ve onlar yalnız Allah’a kulluk edip, yalnız O’ndan yardım umanlardan, hayır ve şerrin Allahtan geldiğine inananlardansa neden olmasın!”
“Bundan sonra mı! Tövbeler tövbesi! Ne fal, ne uğur ne de uğursuzluk... Yalnız Allah!..”
“Hele fal! Hele fal!.. Kur’an’da altı yerde yasaklanmış. Şeytan işi! Pislik!..”
“Uğur uğursuzluk dedik ya... Geçen gün çok canım sıkıldı! Bizim yolda bir karakediye araba çarpmış. Ben de bir arkadaşımla içeride oturuyordum. Arkadaşımın işyeri bizim evin tam karşısında, fırının yanında...
Fırındaki koca koca adamlar güle oynaya ona: “Senin kedilerden biri ölmüş! Hem de uğursuz karakedi...” diye haber verdiler. Biz de dışarıya çıktık.
Bir ölüye baktım, bir de o gülüp, dalga geçen o insanlıktan nasiplerini alamamış insanlara... Sonra içeriye döndüm. Hemen bir şiir yazdım ve anlattım yüreğimi acıtan, içime sığmayan duygularımı.
Arkadaşımın dükkânında kalan birkaç kedi var. Onlardan biriydi ölen. Arkadaşımın da canı çok sıkıldı. O daha fazla üzülmesin diye kendi üzüntümü sakladım, onu oyalamaya çalıştım. Her neyse... Kusuruma bakma! İçimi boşaltmam gerekiyor.
Kedinin karasını da beyazını da Yaratan Allah değil mi! Kara kedileri uğursuz ilan etmişler. Karşılarına çıkmasını, önlerinden geçmesini istemiyorlar. Başlarına gelen kötü şeyler nedeniyle onları suçluyorlar.”
“Bunlar batıl inançlar... Kur’an’ı okumayan, İslami bilgilerden mahrum kalan insanlar, halk arasında dolaşan hurafeleri ezberlerler ve tatbik ederler. Saymakla bitmeyecek kadar çok batıl inanç var! Hangi birini sayalım!
İnsanlar da batıl inançları o kadar iyi öğrenmişler ve uyguluyorlar ki! Bunların çoğu Şamanizm’e inanılan çağlardan kalma, kültürümüzde yer etmiş, adetler halini alan davranışlar. Abdestin yahut da namazın farzlarını sorsan bilmezler, bunları sor, sular seller gibi anlatsınlar!”
"Yine bir ara o arkadaşıma gitmiştim. Annesi ve kardeşi gelmişti. Onları hiç sevmiyorum. Acımasız insanlar... “Ben biraz eve gideceğim. Sonra yine gelirim.” dedim, onları bırakıp gittim. Neden mi? Anlatacağım...
Arkadaşımın işyerine çocuklar yavru bir kedi bırakmışlardı. O da ona severek bakıyordu. Aslında çok daha önce onun otuza yakın kedisi vardı. On günlük bir tatile gidince babası o kedileri çuvallara koydurup attırmış. Büyük kedileri de yavruları da... Ben böyle vicdansızları hiç sevmiyorum ve yanlarında duramıyorum! Ruhum sıkılıyor! Annesinde, kardeşinde, bir de babasında çözemediğim bir kötülük seziyorum. Hiçbir şey yapmasalar da içimi bunaltıyorlar. Bunları insan olarak görmüyorum.
İşte bu bahsettiğim, çocukların oraya bıraktıkları yavru kedi o kadar sevimli ki sorma! Kapkara bir şey. Evcil ve elcik... Neyse... Bunlar onu gördüler ya... Kardeşi hemen: “Ay! Bunun ne işi var burada!” diye feveran etti. Annesi: “Biz kedileri attık. Bu da nereden geldi! Götürün şunu!” diye kendini paralamaya başladı.
Sonra bana döndü annesi: “Işıl, şunu sizin oraya at gel!” dedi. Ben de: “Ben yapamam!” dedim. Orada çalışan bir çocuk var. Cumartesi ve pazarları yardıma geliyor. O çocuğa dedim ki: “Bizim sokakta kedilere bakan bir kadın var, onun evinin yakınına bırak, o görür, dayanamaz alır, bakar. O kadın vicdan sahibidir. Neyse... Arkadaşımın hatırına hiçbir şey demiyorum ama inan ki yüzlerini bile görmek istemiyorum!
İşte o gidişimde, onlar geldiklerinde sofradaydık. Yediğim yemek boğazıma dizildi. O küçücük kedi için ortalığı yaygaraya verdiler ya! Yemeği bıraktım, kalkıp gittim. Onlarla oturmak istemedim. “Evde işim var, geleceğim.” dedim ya bahaneydi. İşim falan yoktu. Onların yaptıklarına çok üzüldüğüm için yanlarında bir dakika bile duramadım!
Böyleleriyle muhatap olmam ama sadece arkadaşımın hatırına katlanmak zorunda kalıyorum. Kısacası, çok canımı sıkıyorlar. Her gün de oraya geliyorlar. Bu tavrım, arkadaşımla aramızdaki ilişkiye de zarar veriyor ama ben bir şey yapmıyorum ki! Saygısızca davranmıyorum. Sadece onlardan hoşlanmadığımı belli etmiş oluyorum. Bunlarda zerre kadar Allah korkusu yok!.."
"Kork Allah’tan, kork Allah’tan korkmayandan!"
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 756