- 519 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
747 – ÜVEY ANNE
Onur BİLGE
Işıl, dededen tatmin edici cevaplar alamadığından şikâyet ediyor, kendisine önem verilmediğinden yakınıyordu. Dede ise fazla üstüne varmak istemiyordu. Sonunda onun da canına yetmiş olmalı ki başladı veryansın etmeye!
“Bir kere “Gel!” demiş, kalkıp abdest almamışsın. İkinci kere demiş, umursamamışsın. Üçüncü kere de koyunun kaval dinlediği gibi dinlemiş, gökyüzünü ve etrafı seyretmiş, uyumuşsun. Sonra da diyorsun ki “Arka arkaya üç ezan dinledim. Ölüyorum sandım! “Bari son ezana eşlik edeyim!” dedim.” Ezan ne için okunur Işıl? Namaz vaktinin geldiğini haber vermek için, öyle değil mi? Ölüm vaktinin geldiğini falan haber vermek için okunmaz! Allah göklerde değil, alnını secdeye koyduğun yerde, aklında ve kalbindedir.”
“Ben ölüyorum sanmıştım. Ne bileyim namaza çağrıldığımı! Benim yerimde başkası da olsa düşünemezdi. Ayrıca sana bir itirafta bulunayım. Ben çocukluğumda ve lise çağlarımda namaz kılıyordum. Ayrıca Türkçe Kur’an’ım da vardı. Onu da okuyordum. Babaannemdeyken... O zaman onlarla beraber yaşıyordum. Gerçek babaannem değil ama beni büyütmüş. Belli bir yaşa getirmiş olan insan. Ne olursa olsun, benim gözümde babaannemdir ve çok değerlidir. Dedem de öyledir.”
“Babaannen sana bir şeyler öğretmiş. Bilmediğini söyleyemezsin. İşin kötüsü, bildiğin halde aldırış etmemen! Abuk sabuk şeyler düşüneceğine, kalacaktın, abdest alacaktın, hiç değilse iki rekat farz namaz kılacaktın ve huzur içinde uyuyacaktın. Doğru olan buydu! Hem sabah namazı şahitlidir ve kısacıktır. Sünneti bile yeryüzündeki her şeyden hayırlıdır!”
“Ben sadece gerçeğin peşindeyim. Yalanlar içinde kurulu bir dünyada uyurken doğruyu arıyorum.. Uyurken de en azından bilinçli olmaya çalışıyorum. Bilgiye aşığım. Neden biliyor musun? Çünkü ben dünyada öylece yaşayıp, sonra da gideyim diyen biri değilim. Hayatı iliklerime kadar içime çekmeliyim, anlamalıyım. Belki de “Bilgi gereksiz!” diyeceksin. “Nasıl olsa ölüm var sonunda. Değer mi kendini yormaya?” Biliyor musun, değer! Kendimi bilgi karşısında aç hissediyorum. Belki tıka basa doyamam ama en azından elimde fırsat varken, aklım yerindeyken, sağlıklı ve dinçken birazcık da olsa kendimi doyurabilirim. Toprağa girdiğimde bedenimin çürüyeceğini biliyorum ama bildiklerim çürümez. Çünkü ruh çürümez.”
“Sadece bilmek yeter mi Işıl? Tatbikat gerekmez mi?”
“Bana Yaratan sorarsa “Ne öğrendin?” diye. Ben en azından “Hayat baştan sona yalan ama biz insanlar yalan değiliz.” diyebilmeliyim. Bunun için de kendimi geliştirmeliyim. Yoksa beni ister dağ başında bir diken yapsın insanlar, ister sarayda sultan... Ben kimseden bir şey beklemiyorum ki! Benim ilgilendiğim maneviyat... Dünyalık saltanatlar değil.”
“İyi ya işte! Madem öyle... Ne duruyorsun?”
Işıl baktı ki çıkış yolu kalmadı, teslim oldu ama bunu ifade etmek yerine yan çizmeyi tercih etti ve bir anda konuyu değiştirdi. Belki de neden bu halde olduğunu açıklamak, kendisini suçsuz çıkarmak istiyordu. Belki bizi şaşırtmak belki de detaylara girerek acındırmak...
“Anne” dediğim insan öldüğünde beş yaşındaydım. Kendi öz annemin babamın kimler olduklarını öğrendiğimde on yedi yaşındaydım. Biliyor musun, beş yaşından bu yaşa kadar kişiliğimi kendi gayretimle oluşturmak zorunda kaldım. Çünkü çevremdeki herkes özel işleriyle meşguldü. Her zaman ve her konuda önce kendileri geliyordu, sonra ben...”
“Kötü yetiştiğin söylenemez. Anlayışlı ve modern görüşlü bir ailen var. Her şeye rağmen her zaman yanındalar. Daha ne?”
“Annem ölünce bana babaannem baktı güya ama aslında ben ona baktım. Ölmeden önce “Hakkını helal et!” dedi. Çünkü benim onda çok hakkım vardı. Tabii ki ettim. Ben çok zorluk yaşadım. Annem bildiğim kadın ölünce, baba bildiğim insan hemen, daha kırkı çıkmadan başka bir kadınla evlendi. Galiba hazırmış bir yerde. Hemen çıkıp geldi! Bunu hiç hazmedemedim!”
“Hayat sürprizlerle dolu... İnsan, her şeye karşı hazırlıklı olmalı ama küçük bir çocuktan da genç bir kızdan da hayatı olduğu kabul etmesi beklenemez. Şok tesiri yapan olaylar...”
“Ben çocuktum. Geceleri birlikte yattığımız annemin yatağında artık başka bir kadın, babamla yatıyordu. O kadın benim öz sandığım ve çok sevdiğim kadın değildi. Üveydi ve ben artık orada yatamıyordum. Üvey ana dayağı çok yedim. Sonra özür diledi ama geçmiş olsun! Büyüdüğümde pişman olduğunu söyledi. Affetmek Yaratan’a mahsus. Özrüne “Bende bıraktığın o izleri unutabilir miyim!” diye cevap verdim. Onun bende emeği yok! Benim onda var. Bana beş yaşına kadar o çok sevdiğim kadın, o ölünce de babaanne bildiğim insan baktı.”
“Madem ki pişman olmuş, onu da affetsen iyi olur. Affetmeyen affedilmez! Elinden bir bardak su içmişliğin vardır yine de... Anlattığın kadarıyla bildiğime göre hâlâ kol kanat geriyor sana.”
“Allah nankörleri sevmez! Nankör değilim ama şimdi öyle o. Anne bana küçükken lazımdı ve o zaman o şefkati benden esirgedi. Ben de ne yaptıysam önce kendimi geliştirmek için yaptım. Çok çalıştım. İlk girişte tıbbı kazandım. Bitiremedim ama olsun! Şimdi de içimde oluşturmaya çalıştığım ışıkla insanları aydınlatmak istiyorum ama henüz çok şey bilmiyorum. İnsan olmaya çalışıyorum. Ancak hiç de kolay değil!”
“İmkânsız da değil. Gayret edince olur. Önce Allah’ın kurallarına, sonra da toplumun kurallarına uymayı gerektirir. Muhteşem bir dine mensubuz. Çok değerli ve örnek bir ırktanız. Köklü gelenek ve göreneklerimiz, çok güzel âdetleriz var. Bir de vicdanımız temizse, mesele kalmadı demektir.”
“İki farklı kültür arasında tercih yapmak zorunda kaldım. Çok geç de olsa öz ailemi tanıdım ama onlarla görüşmüyorum. Ankara’nın bir köyünde yaşıyorlar. Kendilerine göre bir düzen kurmuşlar, o düzeni bozmak istemiyorum. Sırf onların iyiliklerini istediğim için hâlâ beni evlatlık alan insanların yanında kalıyorum. Alıştığım ortamda mutlu olmaya çalışıyorum. En azından maddi sıkıntım yok ve üvey annem bana artık diş geçiremiyor. Vaktiyle yaptıklarının ettiklerinin vebali altında eziliyor. Ben onun oğluna sahip çıktıkça utancından yerin dibine giriyor! Haldun beni çok seviyor. Beraber büyüdük. Ben de onu çok seviyorum.”
“Dostu sevmek kolaydır. Marifet, düşmanı dahi sevebilmektir. Kalbin o kadar genişlemeli ki içine herkes dolabilmeli!”
“Çocukluğumdan beri çevremdeki insanları inceliyorum. Davranışlarını, söylemlerini, bakışlarını... İçlerinde aradığım, sadece insanlık... Hayatım boyunca birçok yanlış ve kötü insanla karşılaştım. Onlara el de uzattım ama elimi tutmak yerine beni çekmeye başladıklarını görünce kendimi geri çekmek zorunda kaldım. Yaptıklarım için “Gençtir...” dediler. “Aklı beş karış havadadır.” Aslında doğruyu arayan biri oldum. Onlardan olmak istemedim. Elimden geldiği kadar kendimi korumaya çalıştım. İsteyerek hata yapmadım! Günahsız insan yok! Yine de İnşallah Allah affeder!”
“Âmin! Cümlemizi!..”
“Birçok insan tanıdım. İyisi de oldu kötüsü de ama insan olanının çok az olduğunu gördüm. Onun için kendime en yakın yine ben oldum. Şimdi de sen çıktın karşıma dede. Buradaki arkadaşlar çıktı. Nihayet doğru insanların arasındayım. İnşallah uzun süreli olur!”
“İnşallah ama bu en çok senin elinde... Öyle hemen tellenmek, çekip gitmek yok! Aklıma takıldı. Haldun kim? Öz kardeşin mi?”
“Değil! Kardeşim dediğim, yaşamakta olduğum eve annesiyle gelen, üvey anemin oğlu... Ona Taygeldi diyorlar. At gelince yanında tay da gelirmiş ya... Haldun, beni evlatlık alan adamın ikinci hanımının oğlu... Bir zamanlar ben onu koruyordum, şimdi de o beni koruyor. İlk hanımından, yani öz annem bildiğim hanımdan bir erkek çocuğu olmuş ama o altı yaşındayken trafik kazasında ölmüş. Sonra ben çıkmışım karşılarına. Beni altı aylıkken alıp evlat edinmişler. Annem, onun yerine beni basmış bağrına. Fakat yine de evlat acısına dayanamayarak kanser olmuş. İşte ben onu çok sevdim. Halen de seviyorum. Aslında ben gerçek ya da değil, tüm ailemi seviyorum. Doğruları bulmalıyım ki aileme de doğruyu verebileyim. Ben hazine arıyorum. Onu bulamazsam nasıl paylaştırabilirim ki?”
Biz, hazine aramaya çıkmamıştık bu sokağa saptığımızda ama önümüze çıkan harabede bir Define bulmuştuk! Onun için o gizli bahçeye Virane Kafe adını koymuştuk.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 747