- 485 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Şans
Yetmişe yaklaşan yaşından daha genç göründüğünden belli, bazen ona zor yetişiyorum. Birçok günler birlikte yürüdüğümüz Hasan Bey, 2004 yılında bağ kurdan emekliye ayrılmış, şimdi pazarlarda elbise satıyor. Hayatın insafı yok, bizi saman çöpü gibi sağa sola savuruyor. Kaç kişi memnundur çinde bulunduğu ortamdan, işinden, kazancından? Kaç kişi yoksullara, muhtaçlara, acizler, darda kalmışlara yardım edebilecek durumda? Durumu uygun olsa bile sıcak dost elini uzatacak insani olgunluğu ve erdemi gösterebilmek kaç kişiye nasip olmakta?
İlçemizde pazar kurulduğu günlerde bazen ziyaretine giderim. Hatta bir defasında tanıtma babında “Gel vatandaş, doğalgaz faturasını düşüren donlar bunlar“ diye bağırarak yardım etmek istedim. "Nerden bulursun bu lafları"deyip güldü. Genelde esnafın standart müşterileri olduğunu, bunun bir işe yaramayacağını söyledi. Esnaf ağlanacak durumdaymış, kendisi emekli olmasa ne yapacağını düşündüğü vakit tüyleri diken diken oluyormuş. Bu zamanda emekli maaşıyla yetinmenin de pek mümkün görünmediğini, bu sebeple böyle oyalandığını anlattı. "Pandemi esnafı fena vurdu" dedi. Yapacak bir şey yoktu, başa gelen çekilirdi. İnsan belki taştan da dayanıklı. Nelere alışmıyoruz ki zamanla?
Sürücü ehliyeti olmadan pazarlardan geri kalmıyor. Ehliyet almak için bir defa şansını denemiş. Yaş kemale erdiğinde kitap okumak, yazılı sınavı geçmek her babayiğidin harcı değilmiş. Geçememiş tabi. Bunları soğuk bir günün öğle vakti yürürken konuşuyorduk.
-Merak ettim abi. Ehliyet işini neden tekrar denemedin? Bazı durumlarda ısrar etmeden olmuyor.
- Bu yaştan sonra gerek yok, dedim. Nefesini, imkanını, zamanını boşa harcamayacaksın. Araba tutuyoruz, patron gibi kaykılıp gidip geliyoruz işte. Şehir içinde malum skotır yetiyor hoca.
Yolda herkese selam verir, sürekli konuşur, güzel de konuşur. Onunla vaktin nasıl geçtiği fark edilmez. Kendinizi yalnız hissettiğiniz böyle zamanlarda yanınızda - bazen aynı konularda bile olsa- konuşan bir kimse olması ilaç gibi gelir. İnsanın acısını insan alır derler. Dostluğa dair ne anlamlı ve güzel bir söz. Okuduğum bir kitapta geçen benzer bir ifade şöyleydi :"Bir kirlenmeden korunmak için susarak yaşadığım her şeyin bir yenilgi olduğunu çok sonra öğrendim." Her şey yerinde, zamanında olmalı, konuşmak ve susmak da. Aragon "Merdiven" şiirinde yalnızlığı en güzel şekilde tasvir etmiş: "Yalnız insan merdivendir./Hiçbir yere ulaşmayan!"
Yürümeyi seven bir arkadaşımın olması şans demekti. Şanslı yalnızlık hali. Diğer tanıdık ve arkadaşlar malum sebepten evlerinden çıkamıyor ve uzakta kalıyorlar. O ise her gün yürümeye ve konuşmaya programlanmış gibidir. Ev işlerine yardım ettiğinden, torunlarından, pazar işlerinin nasıl gittiğinden, bazen çocuklarından bahseder. Adeta makineli tüfek gibi seri konuşur. Hızlı konuşanlar hızlı düşünebilenlermiş. Hızlı düşünenler zeki olurlarmış. Otuzlu yaşlarında iken bir şekilde turist olarak gittiği Fransa ve Hollanda’yı anlattığı olurdu. Kim bilir Avrupa’daki ne çamlar devirmişsindir, diye takılırım bazen. Onun cesaretini, girişkenliğini hayranlıkla dinlerim.
20 bin nüfuslu ilçemizde yaşıtlarından tanımadığı, bilmediği kimse yok gibidir. Bunun da arka planında hem yerli oluşu hem de pazarcılık yapması olduğunu belirtir. Bense buraya geleli çeyrek asır olmasına karşın sadece komşularımla mesai arkadaşlarımı tanıyor olmamın ezikliğini duyarım. Bende mi var bir tuhaflık, bilemedim.
Çok defasında dediklerini onaylarım. Yoksa hiç istemesek de kendimizi tartışma ortamında buluruz. Neyi ve nasıl tartışır insanlar? Genellikle siyaseti, ekonomiyi futbolu ki bizde çoğu kimse kendini yüzde yüz haklı görür, üstelik her konuda uzman sayar kendini. Mesela bir iktidarın her yaptığı icraatı doğru, muhalefetin işi hep köstek olmak, doğru yapılanların bile kötülemek olabilir mi? Tam tersinden bir bakışla iktidarın her yaptığı yanlış, muhalefet ne diyorsa doğrudur, denilebilir mi? “Hayır” demiş olsanız bile bizde ‘tartışma metodu’ sadece kendi görüşümüzde ahmakça ısrar edip muhatabımızı kabul ettirmeye çalışmaktan başka nedir? O gün sormadan duramadım:
-Sen muhalife benziyorsun, öyle mi?
-Ben bilmem o işleri. Kimler iyiyse faydalı işler yapabilirse onlar gelsin.
Anadolu halkının irfanını onda görür gibiydim.
-Bence de.
-Hoca, sen ne dersin bu konularda?
Yürüdüğümüz yolun yarısına varmıştık. Bir bank ilişti gözüme. Oturalım diye işaret ettim, oturduk.
- Bana göre daha iyisi görünmüyor.
Sanki ne demek istediğimiz anlaşılmasın diye kısa cümleler kuruyorduk .Ama anlaşıyorduk.
- Ne? Öyle mi? Herkes sıkıntı içinde, zor yaşıyor. görmüyor musun bunları?
- Abim, bütün dünyada salgından dolayı sıkıntı var.
- Öyle mi? Neden 1 dolar 8 lirayı geçti? Amarika kötü durumda olsa 8 dolar 1 lira olurdu.
Sesini yükseltmesinden sonuç vermeyecek kısır bir tartışma ortamına girdiğimizi düşünmeye başladım.
-O konu uzun dönemlerin yanlış uygulamaları neticesidir.
- Valla sen okumuşsun amma hiç bir şeyin farkında değilsin.
- Yapma abi, lütfen. Kırıcı olmayalım.
Ben alttan almak istedikçe o damarına basmışım gibi bağırmaya, bir müddet daha ağır konuşmaya devam etti. Beş dakika kadar oturmuşuz, sonra kalkıp yürüdük. Artık yan yana gitsek de kan davalısı iki insan gibi susuyorduk.
Birkaç hafta birbirimizi hiç aramadık, sormadık. O bana dargın mıydı? Veya ben ona neden kırılacaktım? Nihayet eskiden çok kere gittiğimiz çay bahçesinde karşılaştık. Önce ben söze girdim?
- Nerelerdesin yol arkadaşım? Çoktan görüşemedik? Ne var ne yok, nasılsın?
- Sen aramadın, ben de aramadım. İyiyiz , sağ ol.
Gereksiz yere küsmediğimize çok sevindim.
20.01.21