- 655 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
720 - BURSA TARZAN'I
Onur BİLGE
Bursa’nın caddelerinde arada sırada görünen, Uludağ’da yaşayan, yaz kış çıplak gezen bir genç var. Ona Bursa Tarzan’ı diyorlar. Bir de Manisa Tarzan’ı var. Bazen gazetelerde onunla ilgili haberler çıkıyor. Poz poz fotoğrafları basılıyor. Bursa Tarzanı’nın da yerel gazetelerde ara ara resimlerine ve haberlerine rastlıyoruz.
Çıplaklığa alışık olmayan Bursa caddelerinde onu gördükçe: “Neden böyle bir yaşam tarzını seçmiş acaba?” diye birbirimize soruyorduk ama sorularımız cevapsız kalıyordu. Hakkında etraflıca bilgi alamıyorduk.
Bir gün Yeşilova mahallesinde oturan Şule gelmişti Virane’ye. Biz de yerel gazetelerden birinde fotoğrafı ve hakkında kısacık bir yazı çıkan Tarzan hakkında konuşuyorduk. Şule onu da ailesini de yakından tanıyormuş. Hakkında bize epeyce bilgi verdi.
“Bursa Tarzanı’nın adı Ali Atay’dır. Yirmi bir yirmi iki yaşlarındayken bir Tarzan filmi seyretmek için sinemaya gitmiş. Orada bir genç kızla tanışmış. Kızın adı Çiçek’miş. Birbirlerine âşık olmuşlar. Her fırsatta buluşuyor, geleceğe dair hayaller kuruyorlarmış. En çok da Kültür Park’ta, o güzelim yeşilliğin içinde geziyorlarmış. Ara sıra da teleferikle Uludağ’a çıkıyorlarmış. İkisi de doğa âşığıymış. Hayatlarının en güzel günlerini birlikte yaşamışlar.
Kız, onunla Tarzan filmi seyrederken tanıştığı için olsa gerek, Ali’ye: “Tarzan’a ne kadar çok benziyorsun!” demiş. Çiçek Jane’e hiç benzemiyordu. Tipik Bursa kızıydı ama Ali o günden sonra kendisini Tarzan gibi hissetmeye başlamış.” dedi. Neşe:
“Şehre indiği zamanlarda onu görüyoruz. Hiç üşümez mi bilmem ki! Biz kabanlarımızın içinde donuyoruz, o aynı Tarzan gibi geziyor. Elinde uzun bir sopayla dolaşıyor.” diye söze girdi. Şule devam etti:
“Ancak zaruri ihtiyaçları için çarşıya iniyor. Hayatını Uludağ’da, çam ağacının üstüne yaptığı evde yaşıyor. Merak ettik biz de ailesiyle birlikte gidip gördük. Yaklaşmadık ama uzaktan baktık. Yerini köylüler söylediler. Yoksa koskoca ormanda nasıl bulabilirdik!”
“Bizim merak ettiğimiz konu, dağdaki yaşamı değil. Uludağ’da, onca yabani hayvana rağmen çam ormanının içinde vahşi bir hayat sürmeye karar vermesinin sebebi.”
“İşte anlatıyorum ya… Sevdiği kızı ailesinden istetmiş. Çiçek’in ailesi, evlenmelerini istememiş. Halbuki onların bütün istedikleri birbirlerine kavuşarak mutlu bir yuva kurmakmış. Gençlere anlayış göstermeyen kızın ailesi, ikisinin de geleceğini karartmış.
Çiçek, sevdiğine kavuşamayacağını anlayınca bir kutu uyku hapı içerek kendisini öldürmeye kalkışmış. Hemen hastaneye kaldırmışlar. Ali haber alır almaz yanına koşmuş. Kız son bir gayretle gözlerini açıp Ali’nin gözlerine bakmış: “Geldin mi Alim!..” demiş ve canını teslim etmiş.
Neredeyse koro halinde “A!.. Vah vah!..” diyecektik. Olacak şey değil! Böyle bir şey beklemiyorduk. Aramızda konuşurken, o gencin, sadece dikkat çekmek ve meşhur olmak için böyle bir yola başvurduğunu düşünmüştük.
”Ali o acıya dayanamayarak Tarzan gibi yaşamaya karar vermiş. Uludağ’a çıkmış. Tek başına yaşamaya başlamış. Uçsuz bucaksız ormanda, vahşi hayvanlara rağmen yapayalnız… Çam ağacının üstüne derme çatma bir ağaç evi yapmış. Yıllardır orada yaşıyor. Hayatına kimseyi karıştırmıyor.
Yılanı akrebi, ayısı kurdu çakalı, karıncası arısı… Her türlü yabani hayvanın arasında hayatını devam ettirebilmek kim bilir ne kadar zordur ama o, yaz kış o şartlara katlanıyor.
Aşkını dağlara haykırıyor, ağaçlara sarılarak ağlıyor, yağmur gibi yaş döküyor. Herkes onu Tarzan gibi haykırıyor, sevinç çığlıkları atıyor sanıyor ama o yüreğindeki acıyı boşaltmak için bağırıyor. Kimseyi rahatsız etmeden, kendi kederini kendisi çekiyor. Yıllardır yas tutuyor. Biz onun ne çektiğini bilemeyiz ki! Tahmin bile edemeyiz!
Giderek doğayla bütünleşmiş. Bitkilerle ve hayvanlarla kaynaşmış. Bulunduğu yere uyum yapmayı başarmış. Bazıları onu deli zanneder ama değildir. Bazıları mecnuna benzetir. Haksız sayılmazlar. Yerli Mecnun’dur. Bizim Mecnun’umuz…
Bir gün ormanda bir yavru ayı bulmuş. Onu kucağında büyütmüş. Onunla arkadaşlık kurmuş. Soğuk havalarda birbirlerini ısıtmışlar. O yaramaz da köylülerin kovanlarına giderek bal çalmaya başlamış. Köylüler kızmışlar. Bunları arayıp bulmuşlar. Ali’nin saçı sakalına karışmış. Tanıyabilene aşk olsun!
O zamana kadar ailesi onun öldüğünü zannederek yas tutuyordu. Bizim komşumuz onlar. Bilseniz ne kadar çok üzüldüler ama elden gelen bir şey yoktu. Ali ortalıktan kaybolmuştu. Onca aramaya rağmen ne ölüsüne rastlanmıştı ne de dirisine… Kimse ondan bir haber getirmedi. Aile çılgına döndü! Kızın ailesine nasıl kızıyorlardı! Nasıl!..
Ali’yi yakalayan köylüler, yabani zannederek, kendilerine bir zarar vermesinden korkarak büyük bir kafese koymuşlar, Nilüfer ilçesinin Hasanağa köyü yakınındaki Çongara mevkiine götürmüşler. Jandarmaya haber vermişler. “Dağda vahşi bir adam yakaladık! Gelin de bir bakın! Bizim balımız çalınıyor.” demişler. Jandarmalar gelmişler bakmışlar ki yabani falan değil, özgürlüğünü seven biri… Zararsız diye bırakmışlar.
İşte bu olaydan sonra gazetelere haber verilmiş. Muhabirler gelip röportajlar yapmışlar Bursa Tarzanı’yla. Yerel ve ulusal gazetelerde onun hakkında yazılar ve boy boy resimler çıkmış. Millete haber lazım! El elin içini bilmez ki!”
Bursalıların yoğun ilgisini çekiyor. Kapalıçarşı yakınlarında gördüm geçenlerde. Gençler sarıverdi etrafını bir anda. Gençlerin sevgili Tarzan’ı! Yörede çok seviliyor. Uludağ’da yaşamaktan vazgeçmiyor. Dağda yalan dolan, dedikodu falan olmadığını, kimseden kötülük gelmediğini, insanların çekilmez olduklarını söylüyormuş.
Jane’siz Tarzan, ormanda yıllardır bir başına ilkel yaşamını sürdürüyor ve halinden çok memnun görünüyor.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 720