- 577 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
ARABANI DEĞİL KENDİNİ PARK ET
Günlerin sahibi bazı günleri aydınlık, bazılarını hafif kara, bazılarını ise çok kara yapmış Ayşe. Sonra günleri insanlara dağıtmış. Nazının geçeceğini düşündüğü insanlara kara günlerden birazcık fazla vermiş. Nasıl olsa onlar kimin verdiğini bilir, itiraz edip mutsuz olmazlar diye mi düşündü acaba. Günlerin en karalarını verdiği insanların başlarına gelenleri düşünmesi bile zor Ayşe. Testere ile ikiye bölünmek, çarmıha gerilmek, ateşe ya da denize atılmak, her türlü hastalığı tadıp yara bere içinde kalmak, en sevdiği oğlundan ayrı kalıp ağlamaktan gözlerini yitirmek, zindanlarda yaşamak, taşlanmak, aşağılanmak, boykota uğramak...
Burada Ahmet adında bir arkadaşımız var. Ormanın içindeki evinde yaşıyor ve çok sayıda tavuğu var. Halil abi ondan bir tavuk istemişti. Gelen tavuğu tek başına kalacağı bir kümese koyduk. Akşam bu kümesi kapamaya gittiğimde o tavuğun karanlıkla iyice büyüyen yalnızlığı ve ilk gün tedirginliği bana çok dokundu. O gördüğüm yalnızlıkta yeryüzündeki ilk insanı düşündüm. İlk insanlar da kendilerini o tavuk gibi yalnız ve çaresiz hissetti mi acaba. O ilk insanları bebek olarak hiç düşünemiyorum Ayşe. Annesiz babasız bir bebek. Beslenmeyi, uyumayı, oynamayı, konuşmayı öğrenmek için destek almalılar. İlk insanlar bebek değil de yetişkin ve her şeyi biliyor olsalar ne değişir ki. İlk insan da dünyadaki ilk gününde yalnızlık hissetmiş olmalı. Dünyanın henüz el değmemiş güzelliği dünyadaki ilk günü sevimli kılmaya yeter mi? İlk insanın dünyadaki ilk günü, o tavuğun yeni kümesindeki ilk gününden daha çok içimi acıtttı Ayşe.
Nereden geldim, ne yapıyorum, nereye gidiyorum...
Belki de insan, ilk soru işaretini bu cümlelerin sonuna koydu. Bunların cevapları herkesin kendi içinde. Herkes içini iyi dinlerse bir cevap bulacaktır. Bu soruları kimimiz cevaplamaz, kimimiz dine müracaat eder, kimimiz de felsefeye sığınırız. Bu sorular yaşamımın bazı zamanlarında her insan gibi benim de aklıma geldi. Rabbimiz insanı bazen boşluğa düşüp bu soruları düşünecek biçimde tasarlamış olmalı. İnsan nedir acaba? Bir çeşit “tasarım” olduğumuzu düşünüyorum Ayşe. Hani çocuklarımıza uzaktan kumandalı oyuncaklar alıyoruz ya, en çok da biz oynuyoruz onlarla, çocuklara bırakmayıp kavga çıkaranımız bile var. İşte o oyuncaklar gibi birer tasarımız biz de. Onlar kadar basit değiliz tabi. Örneğin eğer bir robotsak, robot bile yaptığımız için robot yapan robotuz. Hani var ya, torununun torununu görmek. Eğer yaptığımız robot da robot yapacak olursa diğer deyişle robot yapan robot üretirsek bir gün, o son robota, robotun robotunun robotu diyecek herkes. Robot konusuna neden değindim ki. Robotlar güçlüdür ve kendini üzen robot icat edildi mi bilmiyorum. Hani var ya, filmlerde robotlar arabalar tarafından ezilirler, ateş edilirler vs ama hiçbir şey olmaz onlara. İşte biz de biraz robotsak böyle güçlüyüz Ayşe.
Seninle kara gün dostuyuz ya, o yüzden günler hakkında yazmak istedim. Bu yaşamda hiçbirimiz başımıza ne geleceğini bilmiyoruz. Her günümüz aydınlık iken günleri hafif karanlık olan bir döneme girebiliyoruz birden. İnsan nedir sorusuna öğrencidir biçiminde de cevap verilebilir. Amerikalı matematik profesörü Jefrey’in bir konuşmasını dinlemiştim. Matematikçi olduğundan dolayı onun bakış açısını önemsiyorum. Matematik en çok “kesinlik” demektir. Matematiğin herhangi bir tanımında ya da teoreminde boşluk olamaz. Yıllarını matematiğin bu kesinliği ile geçiren Jefrey insanın yaşamdaki ilk gününü bir de Kuran’dan incelemiş. Bu incelemeyi ayrıntılı olarak anlattığı konuşmasında Müslüman din adamlarının fark edemediği çok ilginç tespitlerde bulunuyor. Örneğin ele aldığı bir kaç ayetten insanın en büyük gücünün öğrenen varlık olduğu sonucunu çıkarıyor ve dinleyenleri ikna ediyor. O zaman, insanı bir “öğrenci” olarak düşünmekte çok haklıyız Ayşe. Üniversite mezunu olarak sen de yıllarca öğrenci oldun. Bazı derslerin kolay bazıları ise zordu. Özellikle zor dersler hiç bitmeyecek ve onları öğrenemeyeceksin sanıyordun, ama hepsinden sınıfını geçtin ve mezun oldun. İşte insan da bu yaşamda bir öğrenci. Günlük güneşlik günlerimiz kolay derslere, kararan günlerimiz ise zor derslere benziyor Ayşe. Sen, kardeşlerin, kederli psikolog, yatağı cam kırığı dolu Musa, eşsiz resimler yaptığını bilmeyen Şule şu an zor dersleri işliyorsunuz. Böyle diye üzülüp kendinizi salacak mısınız yoksa daha mı çok çalışacaksınız. Şunu unutma, kalemin sevgi, defterin sabır ve silgin umut olursa geçemeyeceğin ders olamaz senin. Kendini salmak, bırakmak ve üzmek yaşamdaki en etkisiz, en yanlış eylem biliyor musun. Kendini üzme konusu ne zaman aklıma gelse arabasını park edemeyecek kadar kendisini çok üzmüş o kadını hatırlıyorum. Annesi vefat etmiş o kadını. Yaşama küsüp boynunu bükmüş o kadını. Oğlumla birlikte çarşıda yürürken aracını bir türlü park edemeyen kadın ve baygın hali dikkatimi çekmişti. Küçük çocuklar insanlara hep güven verir. Yanında oğlu olan bir babadan yardım istemesi gecikmedi. Annemi kaybettim, çok üzgünüm, aslında hiçbir işimi yapamıyorum, otomatik vites kullanabiliyorsanız aracımı buraya park edebilir misiniz demişti ve ben de kadının aracını sokaktaki o güzel yere park etmiştim. Keşke dilim çözülüp de, lütfen kendinizi üzmeyin, bunun annenize hiç yararı yok ve hem kendinizi üzdüğünüzü anneniz görseydi size çok kızardı deseydim. Deseydim de kadının asıl kendisini yaşam sokağında güzel bir noktaya park etseydim. O üzgün kadın o haliyle aklımdan hiç gitmiyor Ayşe. Belki tekrar görürüm ve o gün demediklerimi derim diye o sokağa az gitmedim ama ulaşamadım ona. Üzüntüden dolayı aracını bile park edemeyen biri karşıma tekrar çıkar mı? Eğer çıkarsa, kendini üzmekten vazgeçip sağlığına ve yaşam enerjisine yeniden kavuşmuş bu yeni halimle ona diyeceğimi biliyorum artık. Aracınızın değil, asıl sizin parka ihtiyacınız var diyeceğim. Yaşam her şeye rağmen o kadar güzelki, lütfen kendinizi huzur sokağında mutlu bir boşluğa park edin diyeceğim. Gülümseyen yüzümle diyeceğim. Evrenin güzelliğine eşlik eden coşkulu sesimle diyeceğim. Evrendeki özeni hissettirebilirsem beni anlayacak ve yüzüne hemen gülümseme koyacaktır.
Bu evrendeki her şeyin bir şeyler anlattığını düşünüyorum. Hiçbir şey boşuna değil Ayşe. Alnord Şvarsnegr’in terminatör filmi bile boşuna değil. Başkaları bu filmde ne görüyor bilmiyorum ama ben insanın ne kadar güçlü olduğunu görüyorum. Filmde Şvarsnegr aldığı tüm darbelerden hep sağ çıkıyor. Rabbimiz insanı çok güçlü yaratmış Ayşe. Dağlar mı yoksa insan mı güçlü sorusunun cevabını Rabbimiz kendisi söylüyor. Dağların kabullenmediği sorumluluğu insanın kabullendiğini ağlayarak anlatan biri vardı bir zamanlar. İnsan dağdan bile güçlü Ayşe. Sana semayı anlatacağım demiştim. Yeryüzündeki Sema’yı. Sema bizim apartmanımızda giriş katta yaşıyor. Bir sağlık görevlisi o. Kimi insanlar işten eve döndüğünde evleri evdir sadece, işi işyerinde bırakmıştır. Ama Sema öyle değil. O da işten eve döndüğünde evi sadece ev olsun, huzur koksun istiyor ama olmuyor işte. Çalıştığı devlet hastanesinde mesaisi sona erip de evine döndüğünde eve geldiğini hiç fark etmiyor bile Sema. Çünkü evi hasta dolu. Başta kendisi hasta, doğuştan beri şeker hastası. Şeker gibi bir kalbe sahip oluşu, ambulans gibi hayat kurtarmaya her an hazır duruşu bu yüzden olmalı. İnsanın ambulans değil onu çağırası geliyor. Daha anlatacağım ama şimdiden söylemek istedim, Sema kadar hayat dolu bir insanı az gördüm Ayşe. Sanırsın dünyadaki en sıkıntısız insan o. Bir o denizde bir bu denizde, bir o balkonda bir bu balkonda, bir o kedinin yanında bir bu kedinin yanında, sesi ise mahallenin her yerinde. Enerjisi bitmez mi hiç insanın, gülümsemesi hep mi yüzünde olur insanın, hayat bu kadar eğlenceli mi sahi. Şekeri dışında bir de tansiyon hastası o. Karaciğerindeki büyümeyi söylerken bile azalmayan neşesinin kaynağı ne olabilir. Kendi hastalıklarına dair bildiklerim bunlar. Bir insan hele de bir anne için yavrusunun sağlığı ne kadar önemlidir değil mi. Her anne yavrusunu güzel sever de Sema bu konuda da önde olabilir. Evlat sevme konusunda örnek olabilecek kadar güzel sevdiği 12 yaşında tatlı bir kızı var Sema’nın, adı Efsa. Efsa doğduğundan beri epilepsi hastası. Rabbim ona şifa versin inşallah. Bazen sık nöbet geçiriyor. O anlarda Sema’nın içinde ne karadelikler açılıyordur kim bilir. Bilmiyorum ki Sema bu yüzden mi kendisinin hasta olduğunu hiç umursamıyor. Sema küçük kalbine yaşam sevgisini doldurmuşta doldurmuşya bundan olmalı, küçücük evinde yaşlı ve hasta annesi de onlarla birlikte yaşıyor. Misafirin hiç eksik olmadığı ev Sema’nın evi. Herkesin bir yeri var sanki onun evinde, herkesin bir tabağı ve bir çay bardağı. Yaşamda hiçbir şey boşuna değil demiştim Ayşe, Rabbimiz özenle var ettiği evrene bir de tevafuklar yani eğlencelik enteresan denk gelmeleri yerleştirmiş. Yakalayınca bu nasıl olur diye saatlerce düşünüyor insan. Şuna eminim, bu yazıyı yazarken bir yandan da müzik dinliyor olsaydım örneğin Sema yazdığım anda dinlediğim şarkıda da Sema geçecekti. Düşünsene tam olarak aynı anda, yazıda ve şarkıda aynı sözcük geçiyor. Bu denk gelmeyi bu kadar küçük sanıyorsan yanılıyorsun. Ben sadece bana sık sık olan denk gelmelerden birini söyledim. Benimle hem de tam olarak aynı anda bir çok insanın bir şeylere denk geldiğini düşünüyorum. Bunu aklında bir canlandır Ayşe. Yeryüzünde milyonlarca insan tam olarak aynı anda bir denk geliş yakalıyor ve bu sık sık oluyor. İşte ben insanların adlarının da kendilerine Rabbimiz tarafından denk getirildiğine inanıyorum. Sema’yı oldukça uzun anlattım sana. Yaşamındaki tüm negatifleri pozitif yapmış Sema’yı bir de kısaca şöyle anlatayım, gökyüzündeki sema gibi yaşam dolu bir insan o.
Bir kaç kez tekrar ettim, evrende hiçbir şey boşuna değil. İyi olmak, huzura ulaşmak, yaşam enerjisini avucumuza almak, kara günlerimizi yeniden sarı, yeşil, mavi renkli gün yapmak mümkün. Etrafa ibretle bakmalı ve Rabbimizin bize gönderdiği cümleleri almalıyız. Şvarsnegr’i, kendini üzen kadını ve kendini üzmeyen Sema’yı anlattım sana. İsmi sevginin adı olan Leyla’ya, güllerin yeniden güzel kokması kendisine bağlı Songül’e, yaşamdaki ilk kadının adına denk gelmiş Havva’ya, firavunla konuşmakla görevlendirilen insanın adını kapmış, cam kırıklarından elmas üretmesi gereken şair Musa’ya, neşe dağıtma hazırlığı yapan kederli psikoloğa, ismi bile huzur veren Şule’ye ve kendime de anlattım. Artık hepimiz için iyi olma zamanı. Ne olursa olsun.
YORUMLAR
Yazının başlığı ilginç geldi... Okumaya başlamadan önce, bu başlık altında ne anlatmış olabileceğinizi tahmin etmeye çalıştım:) okuduğumda ise, bir tek başlık altında ne çok şey anlatmış olduğunuzu gördüm.
Farklı konu ve olaylar arasındaki geçişleriniz muhteşem! Kesmeden, akışı bozmadan... Göndermeler, betimlemeler, Sema’ya, yalnız tavuğa, üzgün kadına dair duygu aktarımları... her şey öyle yerli yerinde ki!
Tertemiz ve akıcı bir dille yazılmış çok güzel bir paylaşım olmuş. Naçizane fikrim!
Tebrikle, saygıyla...