NEDEN İÇ HUZURSUZLUĞU ÇEKİYORUZ?
Düşünce, duygu ve davranışları dengeli; neyi, nerede, ne zaman ve hangi dozda kullanması gerektiğini bilen, irade sahibi ve lider özellikli kişilerde olunanla olmak istenilen arasında mesafe yoktur. Kişi kendisinden ve tepkilerinden memnundur. Hayata öncelikle gözlemci sıfatı ile dahil olup devamında aktif bir rol almayı tercih ederler. Bastırmak ya da kaçınmak gibi bir kaygıları olmadığından kendilerini ifade etmekte zorlanmazlar. Mükemmelliği ararlar ancak mükemmel olma kaygısı çekmezler. Herkesi memnun edemeyeceklerini bilirler ve yeri geldiğinde kırılması gereken insanları kırmaktan çekinmezler. Bunun aksine anksiyete, depresyon ve panik atak gibi rahatsızlıkları yaşayan insanlarda genellikle aşırı dürüstlük sergileme ve memnun etme kaygısı vardır. Korku, kaygı, üzüntü, yalnızlık, değersizlik ve yetersizlik gibi duyguları iç içe yaşarlar ve birikmişliklerini öfke, panik, heyecan duyguları ile dışa vururlar. Tarif edemedikleri bir anlamsızlık, iç sıkıntısı ve boşluk hissi ile yaşam sürerler. Hemen her duygularında yersizlik, zamansızlık ve doz aşımı göze çarpar.
İç huzursuzluğunun ve kontrol edilemeyen duyguların başlıca iki nedeni vardır:Kaçınma ve bastırma. İnsan çevresel ve içsel fenomenleri (olay, durum, yorum ve yargıları) ve bu fenomenler neticesinde açığa çıkan duyguları olduğu gibi kabullenmedikçe kaçınma ve bastırma kaçınılmaz hale gelir.Yaşanan çevresel ya da zihinsel fenomenin üstünü örtmeye, görmezden gelmeye, halının altına süpürmeye çalıştıkça sonu gelmeyen ve genellikle sonuçları gitgide ağırlaşan bir kısır döngünün içine girilir.Kısır döngünün getirdiği çözümsüzlük, bilinçaltı zihinde var olan; kalıplaşarak inanca dönüşmüş suçluluk, pişmanlık, yalnızlık, değersizlik, yetersizlik, kibir ve kıskançlık gibi duyguların pekişmesine neden olur. Çeşitli gerekçelerle kaçınılan ve bastırılan her düşünce, inanç, duygu ve davranış zihinde kök salacak ve üst bilinci etkisizleştirecektir. Dolayısıyla kişi bilinciyle değil, bilinçaltının talimatları doğrultusunda hareket eden bir otomatik pilotun insafına kalacaktır. Böyle bir durumda, karşılaşılan içsel ve çevresel olay ve durumlara bilinç süzgecinden geçmemiş, duygu ağırlıklı ve otomatik tepkiler vermek kaçınılmaz hale gelir. Zihnimizin otomatik pilotu sürekli geçmişe ve geleceğe gidip geldiğinden şimdiki an silikleşir ve insan geçmişin korkuları ile geleceğin kaygıları arasında sıkışıp kalır, günlük yaşantıya adapte olamaz, iletişim kurmakta zorlanır, dikkat eksikliği ve odaklanma bozukluğu yaşamaya başlar. Ortada bir anormallik olduğunun genellikle farkındadır ancak sorunun kökenini dışarda ve özellikle başkalarında aradığından çözümü de bulamaz. İnsanları ve çevresel gerekçeleri bahane göstermek kolayına gelir ve çevresel şartlar ya da insanlar düzelirse sorunlarının hallolacağı yanılgısına kapılır. Bu yanılgı insanları ve hayatı daha sert yargılamasına neden olur. Yargılamaları, kişiyi insanlardan uzaklaştırır, iletişimi zorlaştırır, hayatı yaşanılamaz hale getirir. Normal olanı bilir ancak anormalden normale nasıl geçiş yapılabileceğini kestiremez. Bu durum normal olarak gördüklerine karşı içsel ve kendisine bile ifade etmekten korktuğu bir kıskançlık geliştirmesine neden olur. Aile içi duygusal ve fiziksel şiddet olaylarının, öngörüsüz davranışların, iş hayatında yaşanan sorunların başlıca nedenleri bunlardır.
Çözüm, kişinin hayatında bir anormallik olduğunu fark etmesiyle başlar ancak bu fark ediş genellikle zaten var olan yetersizlik duygusunun pekişmesine neden olabilir. Ama çözüm için bir aşamadır ve yaşanmasına müsaade edilmelidir. Devamında, kişi kendisine eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşır ve sebat ederse gün geçtikçe içsel bir farkındalık kazanmaya başlar. Düşüncelerini, duygularını ve inançlarını ireledikçe aralarındaki ayrımı daha net görür ve neyin neyi tetiklediğini, en son açığa çıkan duygu ve davranışın aslında çok derinlerde yatan başka nedenlerden beslendiğini fark eder. Çözüm en derindedir ancak bunu fark etmek tek başına yeterli değildir. Herşeyden evvel farkına varılan düşünce, duygu ve inançların olduğu gibi kabul edilmesi, gözlemlenmesi, onlara öfkeyle değil şefkatle yaklaşılması gerekir. Şefkat beraberinde kabullenmeyi getirecektir. Yargılanmaksızın kabullenildiğini hisseden herşey gibi düşünce, duygu ve inançlar da zorlamaya maruz kalmaksızın zamanla etkisizleşir. Böylece kişi bir bakıma yaşadığı içsel çatışmanın taraflarıyla adilane bir antlaşma yapmış olur ve tüm taraflar bu antlaşmadan memnun hale geleceğinden en son ortaya çıkan ve zarar verici, hayattan koparıcı duygu ve davranışlar yerini sükunete, dinginliğe ve iç huzuruna bırakır.
Hayatta geçmeyen hiçbirşey yoktur. Acılarımız da geçer, mutluluklarımız da. Aynı şekilde düşünce, duygu ve inançlarımız da geçicidir. Fenomenlere yüklediğimiz anlamların aslında sadece yorum olduğunu, yorumlarımızın ise genellikle nesnel gerçeklikle uyuşmadıklarını kabullenirsek fenomenlere daha gerçekçi ve tarafsız bir gözle bakma imkanı buluruz. Beynimizin fabrikasında sürüp giden düşünce üretimini durdurmamız mümkün değildir. Fakat üretilen düşünceleri sadece düşünce olarak kabul edip gerçek oldukları yanılgısına düşmediğimiz müddetçe, onların duygularımızı tetikleyip davranışlarımızı yönlendirmelerini engellemiş oluruz. Böylece otomatik pilotumuz kendiliğinden devre dışı kalacaktır.
YORUMLAR
az önce başka bir yazıda yazarı sevmişliğim,
yorumculara toptan sövmüşlüğüm baki kıymetli yazar.
size hak verirken, yazının epey bir yerinde kendimi bulmuşluğumda elbet.
dediğinizce hayatta geçmeyen hiç bir şey olmasa da,
ya korkular, bizi her adım atarken takip edenler ?
12 Eylül, onca işkence, insanlık dışı aklınıza gelen ne varsa örneğin.
ve günde polis devleti, medya, sosyal medya ve buralar.
nice korkanı olsam da örneğin ben o günleri " yeniden yaşar mıyım " düşüncesiyle,
ve yine de kibarca sövmekten kendimi alıkoyamıyorken düzenin düzdüklerine,
iç huzursuzluğuma sebep nedir sizce sahiden ?
beğenerek, düşünerek ve en çok da kendime dönerek okudum.
eyvallah.
SİLÜET
YediYıldız
Dostlukla
Yazınızı çok öğretici ve uzun zamandır okumayı istediğim türde buldum. Ki bu duygu sömürüsü yapmadan farkındalığı yüksek olandır benim için. Bu kapsamda yürekten tebrikler
Ancak anlamadığım ve sormak istediğim düşüncenizle çakışan üzerinde çalıştığım
“Düşünce üretimini durdurmak “ ile ilgili bölüm oldu...
Nedir ki gerçek derim hep, gerçeğin bir tanımı var m gerçekten ?!? Hayat dışımızdaki etkenlerle sonu belli olan yol’da yaptığımız seçimlerle yaşadığımız bi süreç değil mi? Gerçek saydığımızda görebildiğimiz değil bize gösterilen kadarındaki kabullenişimiz.
Allah bizi olayları yorumlamamız yani düşüncelerimizle doğruyu yaşamamız için göndermedi mi ki buraya; huzurlu olmamızı değil huzuru bulma yolunda bir olmamızı istiyor bence nacizane yoksa niye Dünya ya yollasın doğruca Cenneti’ne alırdı değil mi?
İlgiyle bu konudaki düşüncelerinizi duymak istiyorum geniş olarak.
Çok teşekkürler şimdiden
Dostlukla
SİLÜET
Farkındalık ve içgörü kavramları özünde, seçimler yaparken zihnimizi yargı, yorum ve değerlendirmelerden arındırma ve gerçekliği mümkün mertebe olduğu gibi görebilme halidir. Zira yorum, yargı ve değerlendirmeler karıştıkça gerçeklik çarpıtmaya maruz kalır, olay ve durumların gerçekçi bir bakışla anlaşılması zorlaşır. Düşünceler düşünce olmaktan çıkar ve duygusal bir boyut kazanır.
Yorumlarımızı elbette yok sayamayız. Fakat öncelikle gerçekliği inanç ve duygularımızı bir kenara bırakarak aklımızla anlayıp sonra onun üzerine yorum ve değerlendirmede bulunabiliyorsak, işte o zaman en doğru sonuca varmış oluruz. Dolayısı ile kararlarımız daha isabetli bir hâle gelir.
YediYıldız
Netleşti zihnimde yönlendirdiğimin beni kandırdığı ve göremediğimden uzaklaştırdığı.
Sayenizde algılayamadıklarımı, algıladığım kadarına yerleştirmeyi duygusal olarak yaptığımı ve bu örüntü içinde gerçeklikten uzaklaştığımı farkettim.
Var olunuz mutlulukla
Not: daha çok yazı yazmanızı ve ben de okumayı isteyerek ayrılıyorum sayfanızdan.🙏