- 239 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Neden 'kırırganlığımız' artıyor?
Arkadaşım hakverirsen kulağına küpe et: Mürşidimin mesleğinin ’hatveleri/adımları’ olarak tarif ettiği ‘acz, fakr, şefkat ve tefekkür’ ayrı ayrı yapılacak şeyler değil bence. Ya? Birbirini kuşanması, birbirine bulanması veya birbiriyle boyanması gereken şeyler. Misal: Acz bilincine varılmadan fakirliğin ideal bir şekilde hissedilebileceğine inanmıyorum ben. Yani, tamam, o insan zatında fakir olabilir. Fakat fakir olduğunu layıkınca hissetmez aczini de idrak etmedikçe. Aksine kibirle karışık bir isyana dönüştürür. İstağnayla bezeli bir haksızlık duygusunda boğulur. Yoksunluklarıyla barışmaz. Hatta ihtiyaçlarının çokluğu bilakis zenginlik gibi görünür. Yaralarını çoğaltır. Tüketimini kıskançlığını/hasedini kaşıyarak arttırır.
Gayr-ı zaruriyi bile kendisine zaruri kılar. Evet. Bu insan hedonisttir. Lakin bilmez ki nice bir hedonisttir. Zıttına maruz bırakıldığını savunur. Her sabah yoksunluklarına ağlar. Her gece zevkleri için sabahlar. Ama yine onlardan mahrum bırakıldığına inana inana yapar bunu. Doğrudur: Her ihtiyacın ucuna şevki için Rahman u Rahim tarafından bir lezzet takılmıştır. Davetçisi kılınmıştır. Enerjisi bağışlanmıştır. Koşması sevdirilmiştir. Bilir. Kovalar. Fakat, artık araç amaçlaşır onda, amaçlarsa araçlaşır. Kokusuyla ihtiyacına sevkolması gerekirken o sadece zevkolmaya başlar. Odağını kaydırır. Şimdi ’yaşamak için yedikleri’ değil ’yemek için yaşadıkları’ vardır. İhtiyaç ile israfı birbirinden ayıramaz olur. Heba edememeyi dahi yoksulluğuna yorar. Halbuki, ihtiyaç yapılırken zevk alınandır, israf zevki için yapılandır.
Fakirlik böyle de şefkatin durumu farklı mı? Hayır. Asla. Hiç. O da en az fakirlik kadar sağlığını acz marifetine borçlu. Neticede kırmamaya çalışmak kırılganlıktandır. Yani aczinin farkında olan şefkat eder ancak. Ötekinin de kendisi gibi nârin olabileceğini düşünür. Kalbinden kalbine yollar bulur. Halinden haline caddeler kurar. Yaralar yaralara benzer çünkü. Sancılar sahiplerini birbirine çeker. Demem o ki arkadaşım: Şefkat bir açıdan da aczin empatisidir. ‘Kırılganlığı’ azalan insanın ‘kırırganlığı’ da artar.
Firavun neden o kadar zalimdi? Stalin neden bu kadar acımasızdı? Hepsinin ’aczinin şuurunda olmamakla’ bir ilgisi var. Öyle ya: İnsan ötesini berisine kıyasla tanıyabiliyor. Başkasını benliğiyle tartarak anlayabiliyor. Ene Risalesi’nde aldığımız derslerden birisi de bu. Allah bu bilinci her bilişin kapısı kılmış. İşte muhatabımızın ’merhamet edilesi’ olduğunu da ’merhamet edilesi’ yanlarımızdan anlıyoruz. Yoksa duvarlaşıyoruz, duyarsızlaşıyoruz, kırıyoruz, zulmediyoruz. Canımızın yandığını anlayınca fakat can yakmaya korkuyoruz. Çünkü çektirdiğimiz çekebileceğimiz oluveriyor. Kibrimizde bir delik açılıyor. Düşünsene hem: Sağır, sesinin yüksekliğini, ’sesin bir başkasını rahatsız edebilecek kadar yükselebildiğini’ anlamadıkça nasıl anlar? Hayvanat bahçelerini kafestekine benzer hayatlar yaşamaya başladığımız ahirzamanda akıl etmemiz tesadüfle açıklanabilir mi? Demek: Hürriyeti unutan başkasının özgürlüğünü almanın ne olduğunu da unutuyor. Orucu bırakan açın halini umursamıyor. Açlıktan çok tokluk bir kafes.
Şunu da dokunmadan bahsi tamam edemeyiz arkadaşım: Tefekkür de şefkatle kemalini bulur. Evet, İslam akıl dinidir, fakat inceliğe dikkat et: Şefkatli bir aklın dinidir. Bu yüzden atom bombasını müslümanlar yapmamıştır. Müslüman aklı o kadar kişiyi masum-suçlu ayırmadan katledecek bir teknoloji üretemez. Ne mutlu ki üretmemiştir. Şefkatli tefekkür iyileştirir sahibini. Ve şifa olur dünyaya. Aczini bilmemiş, fakrını görmemiş, şefkat etmemiş aklın tefekküründen korkarız biz. Aczimizi hissetmediğimiz yerden korkarız. Karun’un servetinden, Hâmân’ın kulesinden, Calut’un ordusundan, Firavun’un devletinden korkarız.
"İnsan azgınlaşır..." buyurur Kur’an-ı Hakîm mealce, "kendisini ihtiyaçtan uzak görünce..." İşte İslam’ın aklı yüceleştirdiğini söyleyenler burada eksik kalıyorlar. Bütünlüğü ıskalıyorlar. İslam sırf aklı yüceleştirmez. İsmetli bir aklı yüceleştirir. İstikametli bir aklı yüceleştirir. Şefkatli bir aklı yüceleştirir. Yani aklı kalbin içinde tarif eder. Gözünü bütüne açar. Onu da istiğnasından eder. Evet. Bizde kalp, aklın harici değil, latifelerle birlikteliğidir, dengesidir, istikametidir, yardımlaşmasıdır. İnsanî tamamiyetin nirengi noktasıdır müslüman için yüreği. Manzaranın tamamıdır. Sair hassalarımızın da talepleriyle akla sınırlar koyabildiği bir düşünüştür müslüman tefekkürü. Elhamdülillah. Arkadaşım, sözü bir parça uzattım, daha uzamasın diye gerisini omuzlarına bırakayım: İstersen, beni bıraktıktan sonra, ‘dört hatve’yi bu pencereden bir de sen incele. Hidayetini her vakit Allah’tan dile. Kaybolanların kutup yıldızıysa sünnet-i seniyyedir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.