- 601 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
616 - CAN DAMARIM
Onur BİLGE
“Can Damarım,
Ben kendimi yok sayıyorum. Adem’im diyorum ama ben kendim için yokum. Beni ben yok ediyorum. Sen beni yok etmedin. Yok edemezsin! Ne beni, ne bendeki seni, ne de yazdıklarımı! Bilesin!
Senin için bir satır bile yazmayacaktım aslında ama duramıyorum. İçimde: “Yaz! Yaz! ” diyen biri var. İçimde, içime sığmayan bir yürek, yüreğime sığmayan devasa bir sevgi var. Güzellikler fışkırıyor ruhumdan, kâğıda taşıyor. Kan gibi sevda dolaşıyor özümde, kan gibi...
Bana hayat veren o! Vücudumu ısıtan, beni ayakta tutan... Özümde bir gönül var tıkır tıkır işleyen, kalp gibi atan. İşte o gönül, sevgiyi eviren çeviren, yoğuran, ruhumda dolaştıran.
Sense, ne yaparsan yap, nasıl olursan ol, damar damarsın içimde. En ücra yerlerime kadar varan, beynimde kıvrım kıvrım yer alan… Kalbimde şırıl şırılsın, biteviye coşkuyla akan. Ağ halinde gözlerimdesin. Gözbebeklerime kadarsın. Her yerimde sen varsın, hem de benden çok. Damarlarımsın. Yedi ekvator kadarsın.
Senin için bir kelime bile yazmayacaktım ama engel olamıyorum elime. Sen nereden bileceksin yazdığımı! İçime sığdıramadığımı… Kâğıt parçalarına taşırdığımı… “Bunları ben mi yazdım!” diyerek şaşırdığımı…
Fısıl fısıl seninle konuşup durduğumu… Kaybetmemek için her fırsatta bizi kaydetmekte olduğumu… Dönüp dönüp telrar tekrar okumak için… Tekrar tekrar yaşamak için birlikteliğimizi… Acı tatlı, mutlu mutsuz her olanı biteni… Duygularımı, düşüncelerimi… Yaşattıklarını, yaşadıklarımı…
Nasıl girdiğini hayatıma, ne güzellikler getirdiğini… Nasıl uzaklara gittiğini, neler çektiğimi… Nasıl bocaladığımı, nasıl kıvrandığımı… Teselliye muhtaçken teselli verdiğimi gelen gençlere… Ümidimi kaybettiğim halde ümit aşılama gayretimi…
Kaptan’la nasıl dertleştiğimi… Nasıl ağabeylik yaptığını bana… Nasıl tuttuğunu elimden, hiç bırakmamacasına… Nasıl yürütmeye başladığını beni adım adım… Ne kadar emek çektiğini bana…
Gecelerimi anlattım bu mektuplarda… Bitmek tükenmek bilmeyen gecelerimi… Gündüzlerimi anlattım, yana yakıla sokaklarda parklarda seni nasıl aradığımı… Gezdiğimiz yerlerdeki ağaçlarla taşlarla nasıl konuştuğumu… Masalara banklara seni sorduğumu…
Seninle doğduğumu anlattım dağa taşa. Toroslara baştan başa adını yazdım hayalen. Hamile olduğunu duyduğumda, Feslikan’a ayaklarını uzatarak yatan hamile genç kadın siluetini seyrettim saatlerce, başımı sıradağlara çevirdiğimde. Yerlere koyamadım ben seni. Torosların doruklarına koydum. İstirahat etmen için seni zirveye yatırdım. Antalya güneşiyle ısıttım aydınlattım. Bulutları örttüm yorgan yerine serin günlerde üzerine, yaylalarda üşümeyesin diye.
Hareketsiz yatıyordun dağların tepesinde. Devasa hamile bir manken gibi… Kaya gibi diyeceğim, kayaydın. Sırtımı dayayamadım sana. Kaçıverdin arkamdan. Taş gibi diyeceğim, taştın. Taş gibiydi yüreğin. Aferin!.. Ben seni yerlere koyamamıştım. Dağların tepelerine yatırmıştım.
Arkadaş ne demektir, bilir misin? Nerden bileceksin onun anlamını! Ben de kime ne soruyorum! Anlatıyorum. İyi dinle! Seninle arkadaş olmak istemiştim ben. Arkadaş kalmak, ölünceye kadar… Ölümüne!..
Arkadaş, arka taş demektir. Kaya gibi olmalıdır! Sırt dayanabilecak sert ve sağlam bir kaya… Poır taş değil. Yaslanınca yıkılıverecek nevinden değil. İşte sen öyle olamadın ne yazık ki!
Göğüs göğse savaşlarda, dövüşlerde insanlar kendilerini korumak için sırtlarını kayaya verirler. Arkadan kalleşçe bir saldırıya karşı tedbir almış olurlar böylece. Arkadaş, arkada duran taş, kaya demektir. Güvenilir insan demektir. Ne olursa olsun, olduğu yerde kalan, durduğu gibi duran demektir. Gerektiğinde masaya yumruğu vuran, arkadaşını canı gibi koruyan…
Ben hep öyle olmaya çalıştım senin için. Son âna kadar hiç bozmadım duruşumu. O rest çekme ânına kadar kaya gibi arkandaydım. Dağ gibi arkanı dayayabilecektin, her zamanki gibi. Ya sen ne yaptın? Sonu başından belli basit bir macera için arkadaşını sattın!
Duygularıma sahip olamadım, onun için onlar bana sahip oldular ama pişman değilim. Tarifi imkânsız bir aşk yaşadım kendi içimde. hiç kimsenin yaşayamayacağı biçimde. Hislerimi belli etmedim, çeşitli nedenlerle. En küçük bir ayrıntıyı atlamamacasına kaleme aldım. Sabitledim. Aşkım ölümsüzleşsin diye! Sakladım, örttüm, mayalansın da artsın diye. Şiirsel bir dille yazdım, efsaneleşsin diye!
Bakıp görmeyen, konuşup dinlemeyen, dokunup hissetmeyenlerden olmadım, olmak da istemem ben. Hayvanların bile kendilerine göre bilinçleri ve hisleri vardır. Bense insanım, kelimenin tam anlamıyla.
Yok gibi biriyim. Çok gibi biri… Senin cana can katan varlığınla çoğaldım. Çoğalışımı her hissedişimde bir misli daha arttı coşkum ve aşkım. Ben bir uçtan bir uca sıradağlar gibi aşkım!
Duygusallıktan nasibini alamamış biri de olabilirdim. O zaman yaşadığımı nasıl hissedebilirdim! İnsan ne kadar duygusalsa o kadar vardır ve insandır.
Kolay kolay anlatılamayan duygularım vardır benim. Onlar anlatılamaz, ancak yudum yudum yudumlanarak yaşanır. Açıklanamayan sevgilerim vardır, adı konulamayan… Sözcüklerle izah edilemeyen bakışlarım vardır ki gözden anlayanın ciğerini deler de geçer! Göz bakmayı bilmezse, iki çıra budağıdır.
Bozuk para gibi harcamak istemedim hislerimi. Hasisçe gizleyerek biriktirdim. Gölgenden kıskandığım halde seni kendi ellerimle ellere teslim ettim.
Kaderdi hayatımı pençesinden kurtaramadığım. Ayrılıklar yazılmış kocaman majiskül harflerle alnıma. Yalnızlıklar yazılmış. Tadına doyamadığım mutluluklar hep yarım kalmış.
Aşktan öte yakınlıklar vardı ölümüne! Arkadaşlık gibi dostluk gibi nadiren rastlananlarından… Kitabı yazılacak kadar büyük önem arz edenlerinden…
Yazdıklarımla dokunmak isterdim yüreğine. Kelimelere sığmayan hislerimi dillendiremedim. Acizim. Sevgiyi hissettikçe yeşerdi gönlüm Antalya Ovası gibi baharlaştı. Sevdiğim kanatlandı, kuş oldu uçtu gitti. Aşkdeniz gibiydi. O kadar aşkmavi, o kadar engin ve derin… O kadar lacimavi, o kadar tasviri imkânsız ve eşsiz…
Duygusuz olsaydım dayanamazdım bu hayata. Bunca çileye… Çoktan çürürdüm. Sürüne sürüne Hakka yürürdüm. “Kalpleri uyuyanlar hedefe ulaşamazlar.” diyor Mustafa Kaptan. “Azimlerini ve iradelerini kaybedenler kısa sürede yıkılırlar. Hissedene bakma, hissettirene bak!”
Belki bağrım delik deşik, çakılıp sökülen çiviler nedeniyle. Olsun! Daha yüzlercesi için yer var, hazırım, buyursunlar! İşte onlar, hayatıma girip çıkanlar, o kadar duygusuzlar!,.
Dışa karşı bastırdım duygularımı. Hislerimin hissedilmesini istemedim. Utandım ifşa etmekten. İçime kaçtım. Bazen karmakarışıktı, çözemedim. Bazen kelime kelime dizemedim. Bazen de kıyamadım, ayaklarımın altında ezemedim.
Ne ve nasıl olurlarsa olsunlar, bana aittir onlar, Can Damarı’m. Malım mülküm gibidir. İtirazın mı var! Bir ben bilirim, bir de bildirmek istediklerim. Onlardan biri de sen olamayacaksın! Onlar hak edenlere…
Bir ben sorumluyum hislerimden. Kime ne? Kimseyi mutlu etmek için üretmedi kalbim onları. Söylenmemiş hisler esir etse de, yazarak yaşamaya mahkûm etse de beni, rencide edilmekten iyidir yine de.
Bütün güzelliğiyle gelmiş olsa da bahar, sen göremedikten sonra neye yarar!
Yazmak, bir yönüyle yaşananları özgün bir şekilde süslemek, şairane bir dille dillendirerek hayal ettirmek demektir. Yaşananlar geçmişin derinliklerinde yiter. Ömür rüzgâr gibi geçer gider, yakalanamaz. Ben ancak geçmişi anabiliyor, geleceği hayal edebiliyorum. Anı fark edemiyorum. Canlı tutmak istiyorum yaşadığım güzellikleri. Onun için tespit ediyorum.
Ruhlar yaratıldığında yakın mı düşmüşüz acaba? Dünyaya gelmeden önce mi tanışmışız? Neden hep ben ebe oluyorum bu oyunda? Şefkat arıyorum, sevgi arıyorum. İhanet çıkıyor karşıma, nereye baksam.
"Sağım solum, önüm arkam sobe!” diyerek aramaya başlıyorum kaybettiklerimi. Aşkın gözü kör, kulağı sağır… Hayatıma girip çıkanların da öyle, biliyorum. Öyle bir an geliyor ki sırra kadem basışlarını nimet biliyorum. Çünkü “Her hayrın içinde şer, şerrin içinde hayır saklıdır ama sen önceden fark edemezsin. Olay vuku bulduktan sonra göreceksin!” diyor Kaptan. Güzel günleri ümitle bekliyorum.
Sen beni yok etmedin aslında, inadına var ettin, yok oluşunla. Yok edemezsin beni de sevgimi de… Ne beni, ne de zarfsız pulsuz mektuplarımı. Bilesin!
Sen, sendeki seni yok ettin. Bendeki seni değil! .Bendeki sen, hep benimle… Harflerimle kelimelerimle, cümlelerimle… Sendeki sen nerede? Resimleşen, şiirleşen… Hani devleşen, efsaneleşen, ölümsüzleşen…
O bende! Yanımda, hemen şurada! Şiir şiir konuştuğum, mektup mektup yazıştığım. Dertleştiğim…
Özümde biteviye duyduğum… Canımda damar damar, şakır şakır atansın. Kimsemsin, eşimsin, işimsin, memleketimsin. Bana benden yakın, benimle varsın. Evren kadarsın!
Sendeki sen nerede? Bir yokla! Ara, bul, göster! Artık, yazdıklarımda yaşarsın. Bir de özümde… Dediğim biçimde...
Bir daha göremeyeceksin beni! Gözlerime soramayacaksın merak ettiklerini. Yazdıklarımdan haberin olmayacak. Okuyamayacaksın, duymayacaksın! ..
Şiir şiir, mektup mektup bende kalacaksın! Ne olursan ol! İstersen öl! Ölürsen öl artık, bana ne!
Senin için ben olmayacağım. Benim için de sen olmayacaksın bundan sonra. Seni de senden bir haberi de beklemeyeceğim. Bende ne kadar var olduğunu hiç bilmeyeceksin.
Bilsen de bilmesen de ben sağ kaldıkça bende bu şekilde yaşayacaksın!
Senli Ben”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 616