- 639 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
604 – BALLAR BALI
Onur BİLGE
“Ballar Balı,
“Akıllı kimdir?” diye bir soru sormuştu ya Kaptan Ağabey bana, ondan ayrıldıktan sonra beynimin içini turladı durdu o soru. Sayende dibinin bakırı çıkan aklımı kalayladı, parlattı. Aklımı sıyırmıştım, karıştıra karıştıra. Elimde sen, Dünyalar Güzeli malum kepçe…
Yavaş yavaş düzene girmeye başlayan uyku aralarında soru hep aklımdaydı. Kaptan bunu bilhassa mı yapıyordu acaba? Hani seni düşünmeyeyim diye sorular yönelterek beynimi onlarla mı meşgul etmeye çalışıyordu? Aklımda seninle yarışıyor, zaman zaman da seni kenara iterek öne geçiyordu. Bir beyin kurdu da o oldu.
Durdum duramadım, ertesi gün dayandım kapısına! Tebessümle içeriye aldı beni. Ayağıma terlik vermeye kalktı.
“Aman efendim! Lütfen…” diyerek elinden aldım. Sırtımı sıvazladı. Camın önündeki meşhur sedirine oturttu beni. Kendisi de her zamanki yerine, sağ tarafa oturdu. Dirseğini camın kenarındaki yastığa dayadı, elindeki tespihin ritmik hareketlerine ara vere vere hal hatır sordu.
“Nasıl olacağım, Kaptan! Amuda kalkmış vaziyetteyim. Yastık kılıfı gibi ters yüz ettin beni aylar önce, işte öyle duruyorum. Nasıl düzeleceğimi bilmiyorum.”
Hiç sesli gülmezdi. Ağzından kahkaha benzeri kısık bir ses çıktı. Beni karıştırıp bırakıyor, bir de bundan zevk alıyordu. Ben mi yanlış tanımıştım onu? Yoksa sadist bir tarafı da mı vardı? Bana uyguladığı kendine has işkence tarzı mıydı neydi?
“Hoşuna mı gitti? Bir de gülüyorsun. Aşk olsun! Yemek tenceresi gibi oturttun beni ateşe, kaşık elinde, karıştırıp duruyorsun! Fıkır fıkır kaynamaya başladım. Yeter artık ya! Neredeyse dibim tutacak! İndir artık ateşten!” diye güldüm ben de.
“Dibin tutmasın diye karıştırıyorum ya… Karıştırmazsam temizlenemezsin. Ov Allah ov!”
“Bir soru sordun, aklım pişti!”
“Pişseydi cevabı gelirdi. Demek ki henüz pişmemiş. Tamam, ateşin harını azaltırım. Kısık ateşte daha lezzetli olur içindeki.”
“Akıllı kimmiş! Herkes akıllı… Akıllı olmayan var mı! Af edersin! Yanlış dedim. Bir ben varım akılsız! ” diye söyleniyordum bir taraftan da onu dinliyordum. Ne diyordu bu adam? “Nedir benim içimdeki? O yemeğin adı ne? Söyle de ben de bileyim!” diye sordum. İyi paslaşıyorduk. Bakalım ne diyecekti. İnşallah altta kalırdı! O zaman da ben kıs kıs gülerdim.
“Nefis!..” dedi. “Nefis bir yemek işte! Adını sen koy! Hangi yemeği çok seviyorsun mesela? Neyi çok seviyorsan içindeki odur!”
“Nefis bir kızı seviyorum! Bilmiyor musun! Bile bile neden soruyorsun Kaptan? “Parça etli kuru fasulye” dememi mi bekliyorsun?”
“Nefis bir kız, nefis bir yemek, enfes yiyecekler içecekler… Para pul, mal mülk, eş evlat, ana baba, yar yaren, gezme, uyku… Aklına ne gelirse, şayet putlaştıracak raddede seviyorsan vay haline!.. Şirke batmışsın demektir! Allah’la beraber neye tapıyorsan, onu O’na şerik koşuyorsun demektir! O’ndan başka neyi şiddetle istiyorsan nefsindendir. Nefis de şeytandandır.”
“Ben de ruhumu sanmıştım, nefsimi mi pişiriyorsun? Ruhum kavruluyor da…”
“Öncelikle nefsini… O pişince, ruh da pişmiş olarak gelecek yanına. Hiç endişen olmasın!”
“Sen eskiden Kaptan değil de aşçı mıydın? Kaşık da ne güzel yakışmış eline!”
“Mevlana: “Hamdım, piştim, yandım!..” demiyor mu!”
“Ben de yandım, aşk elinden!..”
“Sen daha yanma görmemişsin! “Kahhar” sıfatının tecellileri belirmeye başladığında görürsün! Anlarsın, nasıl olurmuş yanma!.. Daha ne gördün!”
“Her lafıma bir lafın var, Kaptan! Bana bir soru sormuştun ya… Cevap veriyorum şimdi. Akıllı sensin!” dedim ona, omzuna vurarak. Arkadaşız ya güya. Oysa o benim hocam! Bir harf öğretenin kölesi olmam lazım!
Şaka yapmalıydık arada sırada ama laubali hareketlerden kaçınmalıydım. Saygıda kusur etmemem gerekirdi. Anında özür diledim, ondan ilk duyduğum sözü hatırlayarak… Her şeyden önce edep gerektiğini… “Önce edep… Önce edep…” derdi hep. O da edeple çıkmış bu yola. Edeple yürümüş. Onun için edep timsaliydi. Mükemmel bir örnekti benim için. Keşke onun kesip attığı tırnak kadar olabilsem!
“İstifini bile bozmadı. “Estağfurullah” dedi tevazuyla. Yüzünde aynı mütebessim ifade… Kabahatimi gördü, hatamı yüzüme vurmadı. “Bilemedin Necmettin! Ben şahsı kastetmedim zaten. Umumu düşün! Akıllı olanlar kimlerdir?”
“Düşüne düşüne aklımın kalayı sıyrıldı, daha düşünecekmişim! Bana akıl verdiğine göre akıllı o! Kabul etmiyor. Yardım istedim. “İp ucu ver bari! “dedim.
“Akıllı insan nasıl olur, ne yapar?” İşte sana ipucu! Bu kadar yeter de artar bile. Bizim zamanımızda aşçı denmezdi, bostancı denirdi, rehberlik edenlere. Ben bana yardım edene Bostancı derdim. Adı Refik’ti. Kastamonuluydu. Nerden nereye, değil mi? Kimin kimin elindendir nasibi, yalnız Allah bilir. O gemide karşıma çıktı. Tam otuz iki yaşındaydım. O da kırk altı…” Epey bir anlattı, ona kılavuzluk eden arkadaşını. Onun ona yaşattıklarını, akıl almaz maceralarını…”
“Sen de şimdi benim ensemde boza pişiriyorsun!” dedim.
“O bostancıydı. Ekti, suladı, yetiştirdi. Mahsulü meydana çıkardı. Ensemde boza pişirmedi ama o yakıcı kavurucu yaz güneşinin alnında aralıksız pişirdi. Cayır cayır yaktı, kavlattı! Kavun karpuz ne bilsin olduğunu! Onu ancak Bostancı bilir.” derdi. Sonra de dedi ki: “Bak nasıl olgunlaştın! Çaldım bıçağı, kabuğun ses verdi. Yardım ikiye, kan kırmızı çıktın! Bakmalara da yemelere de doyulmaz! İstediğin kadar soğuyabilirsin artık. Kovaya konup kuyuya mı sallanmak istersin, buz gibi sulara dalmak mı? Pınarın gözünde keyif çatmak mı idtersin, yoksa ıslak bezle sarılıp sarmalanıp rüzgârın okşamasına bırakılmak mı? Nasıl dilersen öyle olsun!” Bende çok emeği var. Allah öylelerinden yerden göğe kadar razı olsun!"
"Demek ki onun için: “Bostanlar başın buldum, bostanım yağma olsun!” demiş Koca Yunus." diyerek mal bulmuş Mağribi gibi keyifle güldüm. Mustafa Ağabey’in gerçek kimliğini öğrendiğim ve ona rastladığım sevinçliydim. Bilge şahsiyetiyle ele almıştı beni. Bu yaşa kadar olgunlaşamayan bu keleği özenle yetiştirmeye başlamış. Kelek ne bilecek olgun olup almadığını! Onu ancak bostancı bilir.
Bazen laf arasında "Bostancı" diyorum ona. Duyanlar da bostanının nerde olduğunu soruyor: “Biz de görsek ya, sebeplensek ya ucundan bucağından!” diyorlar. O da cevaben bir tek dize söylüyor: o her zaman mutluluktan ışıldayan O(Nur/lu yüzüyle:
“Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun!”
Kelek”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 604
YORUMLAR
Teşbihleriniz'e hayranlığımı vurgulamayı borç bilerek okuyorum yazılarınızı. Alacağınız çoğalıyor benden desem yeridir. Neyse ki Dua var. Ödemeyi anında yapmayı kolay kılan. Hamd olsun.
Bu defa yine keyifli bir yazıyla ağırlamış olsanız da akıl konusuna açıklık getirmemiş yazınız. Dilerim burada nihayete ermemiştir ve bizi o durağa taşırsınız kaleminizle.
Okur olarak sizde bulduğum vahdet duygusuna yazık ki 56 yıldır rastlamadım bile. Ve bunu hiç Vahdete değinmeden yapabiliyor olmanızda ayrı bir güzellik. Hayır bu yazıdan değil şuana kadar okuduklarımdan vardığım sonuç bu.
Mevlam muvaffak kılsın.
Hayırlı sabahlar.