- 383 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BURUK YÜREK
Bir eseri ortaya çıkarmak için yüreğinin sesini dinlemek gerek, bu yürek insanlık adına hareket ettiği zaman daha anlamlı oluyor. Toplumları aydınlatma görevi olanların bir misyonunun olduğunu düşünüyorum, bu misyonu yazarlar, şairler, sanatçılar, politikacılar, toplumun kabul edebileceği oranda ve ölçütte ön planda tutabilmelidirler. Bazı yazarların, çizerlerin, şairlerin, politikacıların yazdıklarını okuyorum, söylediklerini dinliyorum sanki toplumu uyutma görevi verilmiş gibi hareket ediyorlar. Bunların yanında televizyon ve sosyal medya üzerinden yapılan programların bazıları da toplumu uyutma misyonunu yerine getirmek için programlanmış gibi bu tür faaliyetler el üstünde tutuluyor. El üstünde tutulmasa bile toplumun tarafından kabul görmesi için aman Allah’ım ne reklamlar, ne tanıtım filmleri yapılıyor, gırna gidiyor. Bu misyona uygun hareket edenlerin eserleri ne yazık ki kapış kapış gidiyor. Bireylerin beyni adeta uyuşturulmuş ve düşünmesi istenmiyormuş gibi bir çaba var bazı kesimlerce. Oltaya bir zoka bağlanıyor ve bu zokayı yutan çok insan oluyor. Zokayı yutan maalesef çıkarmak istese de çıkaramıyor, düşüncelerinin, hareketlerinin kontrolünü zoka verenlerin eline bırakmak zorunda kalıyor. Toplumun uyuşmasını, zoka yutmasını sağlayan, sağlıklı hareket etme kabiliyetini elinden alan ya da almaya çalışan kurum ve kuruluşlara karşı faaliyetlerini düzene sokacak kurumlar kurulsun diyesim geliyor ama bakıldığında bu tür kurumlar var gibi ama yok, bu kurumlar mış gibi faaliyetlerini yapıyorlar.
Son yıllarda özellikle toplumumuzun değerleri o kadar değersizleştirildi ki sanki bütün toplum aynı kokuşmuşluğun içindeymiş gibi bir normalleştirme faaliyeti yürütülüp gidiyor. Bazı saf insanlar da aval aval beyaz ekranda, yazılı basında veya sosyal medyada olanların doğruluğunu sorgulamadan, teyit etmeden inanıyor, bu inançlar toplumun kendileri gibi düşünmesini isteyenlerin ekmeğine yağ sürüyor.
Toplumu aydınlatma görevi olanların, bireyleri düşünmeye sevk edici faaliyet içinde olması gerektiğini düşünüyorum. Her şeyin güllük gülistanlık olmadığı gibi beyinlerin uyuşmasını sağlayan sadece hedonist duygulara hitap eden yazılar, filmler, sanat eserleri, televizyon programları daha çok okur kitlesi ya da seyirci kitlesi buluyor. Bu programları yapanlar hayatı iki apış arasına sıkıştırmaya çalışılıyorlar. Çeşitli edebiyat sitelerinde, çeşitli televizyon programlarında toplumu düşünmeye sevk eden, doğruyu, güzeli, mutluluğu, iyiliği teşvik eden ya da bu tür hasletlerin ön plana çıkmasını sağlayan faaliyetler görmezlikten geliniyor, değersizleştirilmek için de özel çabalar sarf ediliyor.
Dünya konjonktürü bize hedonist duygulardan uzak, araştırmayı, yeni buluşlar bulmayı zorunlu kılan bir düzen içinde yaşamamızı emrediyor. Barıştan, demokrasiden bahsetmek insanın duygusunu okşuyor ancak çevremizde olanlar objektif olarak değerlendirildiğinde demokrasi, insan hakkı, kul hakkı sadece ve sadece kâğıt üzerinde kalıyor. Kanunların doğrudan uygulanması, adaletin tam olarak uygulanmak istenmesi kültürel yoksunluğu ve ekonomik yoksunluğu olanlar ve sahipsiz olanlar için cuk diye uygulanıyor. Ensesi kalın, sırtı pek olanlara kanunların ve kuralların tam olarak uygulandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Dünya düzeni de böyle değil mi? Ensesi kalın ülkelerin her türlü sömürgecilik faaliyetlerini yapmalarına kimse ses çıkaramıyor, teröristleri istedikleri gibi büyütüp ve semizleme haklarını kendilerinde görüyorlar ve kimsenin gıkı çıkmıyor.
Yürek nasıl buruk olmasın, bütün emperyalist devletler emellerini geri kalmış ülkelerin üzerinde denerken birilerinin bu düzene çomak sokarak dur demesi gerekiyor. Çomak sokmak silah alıp karşılarına dikilmeyi gerektirmiyor. İnsanlarda ya da devletlerde farkındalık oluşturmak adına bir şeyler yazmak, çizmek gerek. Bu eylemlerin kelebek etkisi yapacağını düşünüyorum. Yazmak sorunu çözmeye yeterli olur mu? Sanmıyorum ama olsun kafalarda istifhamlar oluşturabilmek bile başarı sayılır. Bireylerin aydınlanması adına sömürü düzenlerine buğz etmek için çalışmak, üretmek gerek. Hedonist duyguların tap yapması için var gücüyle çalışan, beyinlerin uyuşması için özel çaba harcayan, sömürü düzeninin devam etmesini bütün gücüyle isteyen ve bu doğrultuda yazanların paylaştıkları ne yazık ki tap yapıyor. Bunları maalesef buruk yürekle okuyorum ama isyan ederek. Yüreklerin sevgiyle dolması dileğimle.
YORUMLAR
Yazdığınız konu hakkında çok kişinin yüreğinin buruk olduğunu düşünüyorum. Bu duyguyu hissetmemiz kadar bundaki payımızı da sorgulamalıyız ki çözümü üretebilelim!..
Her toplum, layık olduğu gibi yönetilir. O nedenle kişisel olmasa bile toplumun önemli bir kesiminin bu yaşananlara cevaz verenlerle aynı vebalini paylaşması gerektiğini düşünüyorum.
Kimse bu toplumun üstüne zembille atılmadı!.. ( küresel güçlerin planlarını saymazsak(!) ve tabii ki devreye toplum mühendisliği girdi.
İnsanlığın iki zafiyeti olduğunu biliyorlardı. Din ve cinsellik!...
Bizim gibi geri kalmış ülkelerde en çok sahneye konan oyun da bu!.. ve tutuyor ne yazık ki! Samimi dindarlarla buna alet edilenler sapla saman gibi karışınca da toplumsal kaos başlıyor.
İşin acı tarafı, artık kendileri bile hangileri olduğunu pek de bilmiyorlar. Çünkü samimi dindar, bu konulara hiç girmez, kimseyi sorgulamaz, ahkam kesmez, cennete bilet hiç kesmez!..
Oysa bugün 'insanlar' bunu ayrıcalık sandıkları için olsa gerek, herkesin gözüne sokmaya çalışıyorlar.
Stendhall'ın KIRMIZI VE SİYAH romanını herkes okumalı ki dinle askeri otorite arasında defalarca gidip gelen Julien Sorel'in hiçbirinde samimi olmadığını, toplumdaki değişkenliğe göre oralarda tutunmak için neler yaptığını.... ve işlenen konunun bizim bugünümüze ne kadar da uyduğunu görebilsinler...
Onların orta çağında yaşananlardır bugün bizde yaşananlar. Acı ama gerçek!..
Kaleminize sağlık Özer Bey.
Saygılarımla....