- 519 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
Belli etmek suç...
"Düşünmek suç değil güzel kızım, belli etmek suç"...
Böyle demişti yaşlı adam. Ben anlamamıştım o vakit. Fazla küçüktüm bu cümle için. Ama bu yaşlı adamı durdurmamıştı. Sanırım unutmayacağımı anlamıştı...
Her yaz, okul kapanır kapanmaz bavulları toplar, üç aylığına anneanneme giderdik. Deniz, kum, arnavut kaldırımlı, labirentli sokaklar, gece yarısı bile yenen dondurmalar... Yer yaz, hiç bitmeyecek gibi gelen bir rüya içine dalardık. İstanbul’dan Bursa’ya, anneannemin evine gidebilmenin iki yolu vardı. Biri otobüs, diğeri vapur… İkisi de aşağı yukarı aynı saatte vardırırdı hedefe. Ve biz hep vapuru seçerdik. Vapur özgürlük demekti, alabildiğine koşturmaca, yeni arkadaşlar, anlatacak maceralar.
Annem beş saat hiç yerinde durmayan kızlarını zapt etmek için bir kaç gün önceden başlardı hazırlığa. Kekler, börekler, okunacak hikâyeler, el işi kâğıtlarından kuklalar. Bizi koltuklarda oturtabileceğini düşündüğü şeyler ve tabii ki kolonya. Bir sahil kızı olmasına rağmen deniz tutardı annemi. O hazırlıklar biraz da bunun içindi. Çünkü vapur iskeleden ayrıldıktan sadece bir saat sonra annem yeşermiş biçimde bir koltuğa yığılmış olurdu. Biz de kudurmak için tam da bunu beklerdik. İstanbul - Mudanya vapuru hiçbir zaman çok kalabalık olmazdı. Yolcular da o dönemde hep bizim gibi aileler olurdu. Vapurun yolcu nüfusunun çoğunluğu çocuk olurdu bu yüzden. Aileler misafirlik yapar gibi birbirlerinin masalarına bir şeyler taşır, çocuklar kaynaşırdı.
Sekiz dokuz yaşlarındaydım. Annemden en çok azar işittiğim yıllardı. Çünkü yaşıtlarım yerine hep dedeler ninelerle konuşuyordum vapurda. Annem de onları rahatsız ettiğimi düşündüğü için bana gözleriyle saydırırdı. Sağ kaşı bana bakarken hiç inmezdi. Ve ben hep o kaşı görmemiş gibi yapardım ki sohbete devam edebileyim. Ne hikâyeler anlatmışlardı ne hikâyeler... Çoğunu hala hatırlarım.
O vapura binmişler hatırlarlar. Vapur yolda iki kez dururdu. Bir İmralı açıklarında bir de Armutluda. İmralı adası o zaman da bir mahkûm adasıydı. Şu anki -bir katile lüks mesken etme- garabetinin aksine yaşayan bir adaydı. Vapur ve teknelerin yaklaşması yasaktı. Motorlarla yolcu taşınırdı adaya yahut vapura. O zaman pek idrakinde değildim ama darbe olalı sadece bir iki sene olmuştu. Önceki yıllarda olduğu gibi anons edilince birkaç aile, askerlerin yanında elleri kelepçeli bir iki adam, erzak kutularından bir öbek hazır oldular. Sakince, neredeyse sessiz sedasız motora bindiler. Onları getiren motordan vapura binenler de aynı sakinlik içindeydiler. Bu o kadar alışıldık bir durumdu ki, büyükler hemen hemen hiç ilgilenmezlerdi. O motora binenler ve oradan gelenlerden hemen hemen hiç kimsenin bir rahatsızlığı yoktu.
Motordan vapura geçen mahkûmlardan biri babamdan büyük ama genç bir mahkûmdu. Başı öndeydi ama mutsuz- umutsuz bir hali yoktu. Bize yakın bir koltuğa oturdular. Jandarmalar vapura binişte de olduğu gibi bir komik olduğunu düşündükleri bir konuda koyu bir sohbet içindeydiler. Derken vapurun kedilerinden biri koşarak o mahkûmun göğsüne atladı. Vapurların kedileri, serçeleri ve örümcekleri hiç bitmez… Adam muhtemelen geçmişte çok kedi bakmıştı. Kediyi ensesinden tutup kucağına oturttu. Kahverengi baharlık bir ceketi vardı. Ellerini jandarmaya gösterdi. Jandarma kelepçeleri açtı. Adam cebinden yarısı yenmiş balık ekmeğin olduğu bir paket çıkardı. Tahtadan koltuğun üstüne açtı. Kedi hemen balıklara yumuldu. O da başını okşadı biraz. Sonra ellerini uzattı. Başıyla jandarmaya işaret verdi. Jandarma neredeyse gönülsüz, tekrar kelepçeyi taktı. Arka locadan yaşlı teyzeler bir iki börek ve ev yapımı limonata ikram ettiler üçüne.
Ben bu sırada yeni arkadaşım yaşlı dededen Kore gazisi oğlunun maceralarını dinliyordum. Karşımda olanlar yüzünden anlattıklarına olan ilgimi kaybettiğimi fark eden yaşlı adam "Hayırdır kara kız? Nereye daldın öyle?" diye sormuştu. Ben de "Baksana çok iyi adam, ne suç işlemiş ki?" diye sormuştum. "O mu, o düşünce suçlusu" deyince ben de hayretle "Yaa dalga geçme dede, düşünmek suç değil ki. Herkes düşünüyor" demiştim. O da elinden düşürmediği tespihine doğru başını eğip "Düşünmek suç değil güzel kızım, belli etmek suç" demişti…
O yaz hemen herkese bunu sorduğumu, onun yerine o adada kalanların ne kadar mutlu olduklarını, çiçeklerinin, tavuklarının, atölyelerinin olduğunu, gardiyanların aileleriyle yaşadıklarını anlattıklarını hatırlıyorum. Oradaki mahkûmların şairler, yazarlar, gazeteciler olduklarını... O adada kalmalarının daha güvenli olduğunu… Avunmaydı, savunmaydı... Daha ilkokula yeni başlamış bir çocuğa anlatılamayan, anlayamadığım durumlardı.
Büyüdükçe okullarda düşünmenin değerini, fikir üretmenin mucizevi getirilerini anlattı öğretmenler. Her şeye ve herkese rağmen paylaşılması gerektiğini, paylaşılmayan bir düşüncenin ölü doğmuş çocuklar olduğunu anladım. Ama dünya anlamadı. Hala hiçbir şey değişmedi. Adalar değişti. Oralara giden vasıtalar değişti. Ama zihniyet değişmedi. Pek çok devir değişti; düşündüğünü belli etme suçu işleyenlerin yeri hiç değişmedi.
16.10.2020
YORUMLAR
Büyüklerimize çok kapsamlı bir soru sormuş olacağım ki onu anlamam için daha çok ekmem yemem ve su içmem gerektiğini söylemişlerdi.Şaşırmıştım.Ekmek ve su ile ne alakası var diye..Oysa yıllar geçmesi gerektiğini söylemek istediklerini sonradan anladım.Güzel bir paylaşımdı..Saygıyla..
neneh. tarafından 10/16/2020 9:02:18 PM zamanında düzenlenmiştir.