- 703 Okunma
- 3 Yorum
- 4 Beğeni
597 – TUTKU
Onur BİLGE
“Tutkum,
Kendime güveniyorum artık. Hiçbir şey olamadığım için hayıflanıp duruyordum. Halbuki şimdi mümin olduğumu hissederek gururlanıyorum. Nihayet doğru yolu buldum ve bu yolda sona kadar azimle ilerlemeye ahdettim.
Ne kadar zor geliyordu bana ibadet! Oysa hayatta zor ve mümkün olmayan bir iş yok. “İman tamamlandığında, şüphe kalmadığında güven artar.” diyordu Kaptan. Gerçekten öyleymiş.
Bu zamana kadar kime güvendiysem, hayal kırıklığına uğrattı beni. En çok onlar üzdü. İnsanı en çok ve en kolay güvendikleri aldatabilirmiş.
Kendim olmaya başladığımı hissettiğim için güvenim yerine geldi. Meğer içimde inanmak ve güvenmek açlığı varmış. Onun için yalnızlık çekiyormuşum. Onun için huzur içinde yaşayamıyormuşum. İnanç ve güven içimde gizliymiş. Kaptan beni bana getirdi. İçimde Allah’ı buldum. Artık çok huzurlu ve mutluyum.
Kime güvendiysem beni yarı yolda bıraktı. Bundan sonra kolay kolay kimseye inanamam. Kaybettiğim şeyi bulmuş olmanın sevinci içindeyim. Hep inemeyeceğim ağaçların dallarına tırmandım. Onun için zora soktum kendimi. Zehir ettim yaşantımı.
Birisi çıksa da karşıma, yeminle benimle beraber yaşamak istediğini söylese ve her şekilde teminat verse, beni inandıramaz artık. Hele kadınlara itimadım kalmadı. Onlar toz bulutları gibidirler. Bana da savrulurlar ani bir rüzgârla, başkalarına da…
İnsanların en acınacak halde olanlarının, yeryüzünde kimseye güvenemeyenler olduğu söylenir. Güya böylelerine de kimse güvenmezmiş. Kendimi öyle görmüyorum ben. Aksine eskisinden çok daha güçlü olduğumu hissediyorum. İtimat edilmeyecek biri olmadığımdan da adımın Necmettin olduğu kadar eminim.
İlk namazımda duyduğum heyecanı ve huzuru anlatmam mümkün değil! Onun için başka bir camide ilk namaz olayını anlatacağım.
Giritliler’den altmış yaşlarında hidayete ermiş temiz kalpli yoksul ve yalnız yaşayan bir adamcağız vardır. Son zamanlarda sık sık birkaç ay önce ölen anneciğinin kabrini ziyaret etmek gayesiyle Andızlık’a gitmeye başlar. Onun kabrine ektiği çiçekleri sular, diğer kabirlerin de üstlerindeki yabancı otları yolar, çerini çöpünü temizler. Sure bilmez. Sadece dua eder. O da benim gibi koca bir ömrü boşa geçirmiş. Dünyanın yaldızlı bir yalan olduğunu, annesinin ölümüyle anlamış ve yavaş yavaş Allah’a dönmüş.
Bir gün Serpil Çay Bahçesi’nin önünden geçiyordum. O da orada oturuyormuş. Beni görmüş, çağırdı, bir çay ısmarladı. Yarım saat kadar oturduk, konuştuk. Laf lafı açtı, konu namaza geldi.
“Yeryüzünde tek dayanağım vardı, onu da kaybettim. Bi süre üzüntümden kendime gelemedim. “Ben de ölcem! Günahlarımla sevaplarımla annem gibi hesaba çekilcem. O ne yaptı ne etti, bilmiyom. Ben ne yapcam, ne diycem!” diye söylenmeye başladım kendi kendime. Bunalıma girdim. Çünkü bende ne aptes vardı ne de namaz! Param pulum yoktu ki zekât verem! Sadaka yok, hayır yok! Oruç tutamadım gençliğimde, şimdi de ülserim var. Yakınlarıma ölmek istediğimi söylemeye başladım. İntihar da canını şeytana teslim etmekmiş. Ağlaya ağlaya gözlerim allak bullak görür oldu.
Baktım olmayacak. “Bari bi de camiye gidem.” dedim. Bizim Şarampol’deki camiye daldım. Ondan bundan gördüğüm gibi aptes aldım, bahçesinde. Namaz kılmayı bildiğimden değil, içimdeki sıkıntıyı gidermek maksadıyla. Baktım, herkes sıra sıra dizildi, ben de aralarına karıştım. Bi yere durdum. Yan gözle yanımdakine baka baka, o ne yapıyosa aynısını yapa yapa namazı tamam ettim. Herkes dizüstü oturuyo, “Galiba dua ediyolar.” diye düşündüm. Ayıp olmasın diye ben de önüme bakıyom. Öyle oturuyom.
Sağ tarafımdaki adam bi tesbih attı kucama. Şöyle bi sıçradım! Ben de aldım, sol tarafımdaki adama fırlattım! Görenler bana tuhaf tuhaf bakmaya ve kıs kıs gülmeye başladı. Meğer namazdan sonra tesbih de çekiliyomuş. Adamcağız benim boş boş oturduğumu görünce, tesbihim yok sanmış, bi tane vermiş ki çekeyim. Ben ne bilem! Birbirine tespih atılcak sandım. Bu kadar cahildim arkadaşım ya!”
“Ben de o namazdan sonra çekilen tespihin sebebini sordum Kaptan’a. “Namazın eksiklerini tamamlamak için çekilir.” dedi. Sonra da ona dair bir rivayet aktardı: “Hazreti Ali ile Hazreti Fatıma bir akşam evlerindeki sedirin üstünde yan yana oturuyorlarmış. Peygamber Efendimiz yanlarına gelmiş, o da oraya oturmuş. O kadar yakınmışlar ki, ayakları birbirine değiyormuş. Onlara demiş ki: “Allah’ın en çok hoşlandığı tesbihatı size söyleyeyim mi?” Merakla beklemişler. “Otuz üç Sübhanallah, otuz üç Elhamdülillah, otuz üç Allahuekber, yüze tamamlamak için de Allahuekber Kebiren.” Bahsi geçen, namaz tesbihatımızdır. Necmettin, daha sonra bunun hakkında daha geniş bilgi vereceğim.”
Daha düne kadar benim zikrim sendin. Daima aklımdaydın. Kendi kendime mırıldandığımda adın tekrar tekrar dilimde, sustuğumda defalarca iç sesimde… Her gece son dediğimdi ismin, her sabah ilk söylediğim… Kaç gece adını haykırarak yatağımdan fırladım! Şimdi adını zikretmeye başladığımı fark edince hemen kendimi topluyorum, “Allah Allah Allah…” demeye başlıyorum.
Biliyorum ki O’ndan başka Gerçek Dost yok! Biliyorum ki ben yaklaştıkça yaklaşır bana. Sonu hüsran olmayan tek ilişki O’nunla olandır. Yönünü dönene arkasını asla dönmez! O öyle bir alakadır ki gittikçe harlanır, asla sönmez!
“Sübhan” diyorum, “Kebir” diyorum, Hamd ediyorum. Dedikçe içim açılıyor! Ferahlıyorum! “Allah” dedikçe O’na ait olduğumu hissediyorum. O’na dayanıyorum, O’na güveniyorum. Öyle bir zikir ki içimde darlık olamayacak.
Sahipsiz değilim artık. Allah’ım var! Allah’ım var, dünya bana dar değil! Çaresiz değilim, güvencem var! Öyle bir sevgim var ki karşılıklı, öyle bir aşk olacak ki sonunda pişmanlık olmayacak!
İyi arkadaş seçmişim kendime. Kaptan olmasaydı ben Allah’ı bilmeyecektim. Kendimi de bilmeyecektim. Boşlukta yaşadım, boşlukta kalacaktım. İmanın tadını alamayacak, ibadetin hazzına varamayacaktım.
İki günlükken kundağımla ellere verildiğim, gerçek annemin babamın kim olduğunu bilmediğim gibi Allah’ımı bilemeyecek, sahipsiz kalacaktım. “En yüksek makam, kulluk makamıdır.” diyor, Kaptan. Kulluk makamına eremeyecektim!
“O’na kul olan, kula kul olmaz! İlle de namaz! İlle de namaz!” diyor.
“Beni de kulluğuna kabul et Rabbim!” diye dua ediyorum. O’na yaklaştıkça senden uzaklaşıyorum.
Refaha eriyorum.
Müreffeh”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 597
YORUMLAR
Yazınızda en çok dikkatimi çeken şey İnanmak ve Güvenmek kavramlarını aynı hizada tutmanız olmuştu geçen geldiğimde. şeker bulmuş çocuk edasıyla okuduğum yazının ilerledikçe içimde açtığı sorulara yenik düşüp sonra gelmek üzere ayrılmıştım. Bu gün buradayım yine okudum fakat yorum yazıyı (uzunluk açısından) geçer diye azıcık yazıp bırakacağım.
İslamın müminlere telkin ettiği şey. Zahire hükümle sınırlı kalmak işin batınını Allah'a bırakmaktır. Bu sebeple.İnsanın İnsana güvenmesi değil inanması gerektiği telkin edilerek denmiştir ki. Lailahe İllallah Muhammeden Resulullah diyenin sözüne itibar etmek lazımdır.Zira kalbini yarıp orada olanı görmek mümkün değildir. İnanmanında ölçüsü, yine zahire hükümle Kişinin tavrında, vaadini göremiyorsak sözüne de itibar etmeyip temkinli yaklaşmamızı Sui zandan ziyade hüsnü zan beslememizdir.
Şu kadar ki Güven duygusu insan için, emniyet kaybolmadıkça ihtiyaç değildir. Ve İnsan hangi şart ve durumda olursa olsun edip eyleme gücüne sahip değildir. Dolayısı ile Güven zaten yıkılacak olanın yıkılacağı yeri seçmesi işidir ki Bu konuda Allahdan gayrisi acizdir.
Değil insana kişinin ibadetine güvenmesi dahi onu yaralayıp yok eden bir eylemdir.
Bize yakışan inanmaktır. Namaz kıldığımıza inanırsak namazımız namaz olur. Ama namaza güvenirsek o namaz ateş olup bizi yakar. Buna İslam alimleri UCUP demişlerdir ve günahların en hakir olanıdır.
Yazınızın giriş bölümünde güvenmenin tüm arızalarını tek tek yaşamış ve sonuçlarını bizimle paylaşmışsınız. Fakat Güveni "İnanmam " cümlesine sanıyorum kazara tevil etmişsiniz.
:) ve bir espiri.
-Abi saat kaç ?
-10 u 16 geçiyor.
-İnanmadım
-Ağa keyfin bilir.......................Ve ben sadece girişte bu kadar kısa tutabildim.
Çok zengin gönüle sahipsiniz. Mevla, emelinizi "amel" şuuruyla şereflendirsin.
Amin.
Onur BİLGE
Teşekkürler... Sevgiler... :)
Merhaba Efendim,
Yorumlar yazmasam da yazılarınızı beğeni ile okuyorum. Edebi bir dil ve zarif bir üslup ile bazen maneviyat, bazen hayatın her hangi önemli bir yanını karşıma çıkaran henüz tanımadığım bu şahsiyetin kalemine ve duygularına saygı duymamak mümkün mü?
Her yazar veya şair eserlerinde mutlaka beyninden, ruh halinden ve yüreğinden kopan duygularını, düşüncelerini ya da varmak istediklerini yansıtmaya çalışır. Bu arzularını eserlerinde yarattığı kahramanlar aracılığıyla dile getirmekten kaçınmaz. Sizde olduğu gibi; Kaptan ve Necmettin... Kaptan; çok bilge bir kişiliğin yanında , güçlü bir iman sahibidir.
Günümüzün her müslüman kişisi iman sahibi değildir... İnanmak, dürüstlük, merhamet, cesaret, sadakat, fedakarlık, doğruluk , vefa, hoşgörü ve bunların tümünü barındıran GÜZEL AHLAK imanın eserleridir.
Yazılarınızdan daha çok faydalanacağım,
Sayılarımla...