- 555 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
594 - KAÇAK
Onur BİLGE
"Kaçak,
Yalnız kalamaz senin gibi genç ve güzel bir kadın, elinin çocuğuyla. Hele bir yerden maddi bir desteği de olmazsa... Kimse el uzatmazsa, yükü omuzlamazsa... Hele arkan olmazsa, ayakta kalamazsın. Fakat o boş gezenin boş kalfası kuzeninle kaçarak bir yere varamazsın.
Yaşayabilmeliydin korkusuzca, özgürce... Yalnız çekmek imkânsız çekilmez hayatını. Ancak uygun biriyle, ilk önüne çıkanla değil. O kaldırım mühendisi kuzenle hiç değil!
Ben de çok yalnız kaldım, sen yön değiştirince. Eskileri aradım, sana erişemedikçe. Öylesine burnunu dikmiş, gidiyorsun ki ne söylesem faydasız, ne yapsam durduramam.
Kadının ille de tecavüze uğraması, pilotun uçağı düşürmesi mi lazım, tecrübe edinmek için?
Keşke sen olsaydın yanımda eskisi gibi cıvıl cıvıl ve ben en azından on beş yaş daha genç olsaydım, yine böyle dirayetli! Her zamanki gibi sağ tarafımda otursaydın kedi yavrusu gibi, omzunu yaslasaydın bana güvenle! Birlikte nefes alsaydık, hissetseydik gerçekten yaşadığımızı. Beraberce tüketseydik, hayat denilen bitimli zamanı. Dans edercesine yaşasaydık kalan hayatımıızı, ömrümüze ömür katarak. Günden güne eksilerek, tükenerek değil. Dizlerimiz, gittikçe ağırlaşan bedenlerimizi taşıyamaz hale gelse bile kolay kolay pes etmeden...
Herkes her istediğini diyebilir bana rahatça. Sen de söyleyebilirsin, hakkımda her düşündüğünü çekinmeden, özgürce... Ancak ben diyemem sana sevgimi hayallerimi bile...
Bir tarafım baştan başa köhne bir hayat, dökülüyorum. Bir tarafımda hayat dolu gencecik bir varlık... Bir yanımda bedbinlik, bir yanımda mutluluk... Madem yaşanacak bu kısıtlı zaman, düşlediğim gibi şekillenseydi, beraber olsaydık o zaman.
Örümcek ağlarıyla kaplı isli tozlu bu karanlık dünyamdan tutup çıkarsaydın beni cebren de olsa yeniliklere, güzelliklere... Kırsaydın yağmurdan tozdan buzlu cama dönen pencere camlarının tamamını, yıksaydın harabeye dönen evimin köhne duvarlarını. Gelseydin güneşi kucaklayarak yanıma.
Kavuşmadan buluşmadan vazgeçtim, uzun uzun, doyulmaz konuşmalarımız vardı bizim. Keşke onlar kalsaydı elimizde. Sürdürmek mümkün değil miydi o eşsiz zamanları! Fark etmemek mümkün mü hayatımdaki dağlar kadar eksikliğini!
Görmedin mi terk ederken, başımda baykuşların öttüğünü? Fark etmedin mi ağzımdan duman değil, ıstırap tüttüğünü? Ateş almamış mıydı avuçlarım, yanıma geldiğinde! Yanaklarım al aldı, alnımda boncuk boncuk ter... Bu dışıma vuranlardı. Binde biriydi belki içimde kopan kıyametin. Nereden bileceksin, ruhumun matemini!
"Haydi gel, ver elini, kaçalım bu şehirden!" diyenin peşinden gidilir mi! Nereye gidiyorsun, seni neler bekliyor? Biliyor musun gerçekten mutlu olacağını? Ne kadar kaçabilir, nerde saklanabilirsiniz?
Her ne kadar çapaklı ve mahmursa da gözlerim, başına gelecekleri seçememem imkânsız. Her gün saatlerce birlikte usanmadan, yılmadan çoklu denklemler kurduk, değerler verdik değerli olana olmayana. Bir sanatkâr elinin becerisiyle en sağlam şekilde inşa edebilmek için senin ve bebeğinin geleceğini.
Geldiğinde, öyle don yağı gibi durmak, lök gibi yerinde oturmak değil, sıcacık bir sevgi ve heyecanla ileri atılarak kucaklamak isterdim seni, olanca hasretimle! Şöyle bağrıma basmak, birkaç saniyeliğine de olsa o hazzı almak için.
Haddimi bildim, her zamanki gibi geride kaldım. Öne atmadım kendimi, yem ederek sevdama. Mademki kaderimdi, doğmayacaktı güneş, gecede kalmalıydım, sessizce sevmeliydim. Alışmalıydım şimdiden kabrin karanlığına.
Sen olmazsan farkı yok gündüzün gecelerle. İkisi de kasvetli, ikisi de karanlık. İster yıldızlar olsun, ister kara bulutlar... İster dolunay doğsun, ister sis beni boğsun.
Hiçbir şeyim olmasaydı, yine böyle kalsaydım da tek sen olsaydın yanımda. Çok şey istememiştim hep yan çizen hayattan. Birazcık mutluluktu, katık diye sevdama ama hep hüsran oldu her umudun arkası. Deli gömleği oldu kaderimin hırkası.
Kundağım nakışsızmış. Beze saralanmışım. Bir ömür çabalayıp, boşa paralanmışım.
Başkası paralandı, bana hep borç harç kaldı. Karıncığım bir gün tok, ertesi gün aç kaldı.
Yârimi eller aldı, gözlerim baka kaldı. Kuzu gibi meledim, bana hasreti kaldı.
Bana gözyaşı kaldı.
Kuzu"
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 594
YORUMLAR
Şimdi korktum mu ne. Yeni dikkatimi çekti 1001 gece masalları dizisi olduğu yazıların. Ve yarısını geçmiş yazan el. Ya bin bir de yazılırsa ne olacak ?
Beşer olmanın bütün sancıları vardı yazıda. "Sen" der gibi ben diyoruz hiç farkına varmadan. Gitme diyoruz benimle kal şartına bağlı. Eşsiz bir manzaranın gözlerimizin önünden çekilmesinden korkuyoruz.O manzara bozulacaksa ben bozmalıyım telaşı gibi.
kendi enaniyetimiz bize oyunlar oynuyor. Yazık tek başına ne yapar ? Sorusunda bile giderse ne yaparım acısı hakim. Oysa Gönül içine aldığını dışına salmaz. Giden kendini götürür gittiği yerden .Ne sevgisini ne intibasını ne de anılarını alıp gidemez. Evet biz korkuyor ama korumuyoruz. Sadece eril dişil ilişkilerde değil tüm sevgili bildiklerimizde kendimize aynı hileyi yapıyoruz.
-Hadi ama beni dinlemezsen küserim. Her dediğimizde dinlerse de o küsecek geçmez aklımızın ucundan. Ben dağlarının altında inim inim inliyor bu yüzdende kendimiz çalıp kendimiz dinliyoruz çoğu zaman.
Güzel sevmiyoruz güzeli sevmek daha kolay geliyor. şeklini sevmediklerimizi duygusuz sanıyoruz. Çağırınca kedi köpek bile geliyor Gel desin istiyoruz yada gelsin
aha da geldi ne vereceksin.
Yok ki bir şey acıdan başka.
amaaannn neyse ne. Üff.
Sanırım canım yandı biraz. İyi de oldu. Elinize sağlık.