- 245 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Seni Düşünürken
Akşam, yağmurdan sırılsıklam olup ürpermiş bir meydan saati gördüm uzaklardan. Saat 12:48 ve 12 Ağustos 2017’di. Tramvay rayları yağmurun etkisiyle biraz parlamış bir bilenmişlikle gökyüzüne doğru gülümsüyorlardı … yağmurun iki günden beri hınzır bir şekilde toprağı severek okşayışıyla kaldırımlar ince damlaların ıslaklığıyla bir serinlik bahşediyordu doğa anaya …
Doğa ve yağmur sonra kolkola girip rüyasal taksilerin sabaha doğru köprü üzerinden geҫişlerini ve köşe başlarında bekleyen sokak devriyelerini izliyorlardı … Bayrakları ve ülkeleri yırtmış bir gündü bu Cumartesi günü. Beynimdeki bütün sınırları kaldırmış, insanlığa doğrultulmuş hain namluların saklanışı, her telefon ҫalışında ölüm haberleri gelen; yıldızları sönük, yenik bir akşam, sanki Beyoğlu’nu Almanya‘nın Main Nehri’ne yaslanmış Frankfurt şehrine taşımıştı. Her köşede bir eroincinin kendini şırıngaladığı, her beş dakika da bir tramvayın geҫtiği seslerle yırtılıyordu ana gar!
Arkasından bir kaҫ orman bıyıklı ҫöpҫü Türkün yerleri süpürürken birbirleriyle konuşmaları ve sokak aralarından zuhur eden mini etekli ve rüküş giyinmiş dudaklı ҫirkin bir şekilde boyanmış rujlu kadınlara bakışları, gözleri kesik kadınları seyredişleri kalıyordu geriye…
Ben ise sadece olup bitenleri seyrederken ve sana geleceğim günün hesabını yapıyordum. İҫ cebimde rüyalarımız saklıydı, mektuplar ve birbirine ilişkin bitmez tükenmez düşüncelerim sıralanıyordu beynimde … gecenin sabahı buluşu gibi kaybettiğim her şeyi sende buluyordu. Güzel tutkularımın en önemlisi olan ulaşılmaz hergele düşüşlerle yeniden dikiliyordu ayağa… kaldırım taşlarına basa basa ilerlerken hayat bütün ҫirkinliğiyle beraber yüzüme gülümsüyordu her an yeniden!
Yaşama ne taraftan bakarsam bakayım geride kalıyordum bir şarklı olarak. Bir Garplı iҫin her şeyiyle geride kalmış bir Şarklı, bir Şarklı gerici iҫin devrimci, laik, Atatürkҫü, dinsiz, Kızılbaş, komunist, demokrat, sosyalist ve ilerici düşüncelerimden dolayı haindim. Yani her yerde kaybettiğimiz kendimizi arıyorduk bulmak iҫin. Doğudan bakıldığında yaşamı kaliteli, yeryüzü nimetleriyle kendini doyuran ve Ahlak bilmeyen „gavur“ Batılı. Batı’dan gözlemlediğimde, henüz kendi kimliğini bulamamış ve hiҫ bir zaman bulmak istemeyi bir türlü beceremeyen uyurgezer bir Doğulu! Bütün bunların dışında Doğulu olmanın kendi geleneklerinden getirdiği ve hala Avrupa’da yaşıyor olsada kızını ve oğlunu kendi isteğine göre başgöz etmek isteyen bir sürü cehalet düşkünü gericiliğe aşık, Atatürke ve devrimlerine düşmanlık besleyen fiyatı ucuz yaratıklar!!!
Akşam dönüyor ben kendimi bu düşünceler iҫinde yuvarlarken, anahtarımı ҫıkarıp kapıyı aҫıyorum ve iҫeri giriyorum. Hemen rahatca o benim namıdeğer ve en sevdiğim giysilerimden olan ҫizgili pijamalarımı giyiniyorum. Hala yağmur ҫiseleyerek agır ağır okşuyor toprağı damlalarıyla öperek. Sesler geliyor, kenar evlerden ve komşulardan, iҫeriğini tam olarak anlayamadığım. Seni tanıdığım andan itibaren kaybolan yanlızlık duygum yüreğime sevinҫle ҫivilendiği iҫin bir sıkıntılı anda yaşamıyorum böyle anlarda… ҫünkü seninle yaşadığım her saniyenin biri diğerinden daha güzel geҫitiğini ҫok iyi biliyorum. Bisiklete binip erik almaya gidiyoruz ҫevre köylerden birinde Hollanda’nın. Her şeyin kurallara göre dakik olarak ҫalıştığı kral gibi bir sistem. Ya da bize öyle gelen vitrinsel görüntülerin güzelliği … Programlı, planlı, düzenli, ritmik, ayarlı, yasalı, yapılı ve yaşanması gereken bir yeryüzü parҫası … Yanlızları düşünüyorum bu esnada ve onlara bu duygunun sadece bir cellat gibi her şeyi sıfıra indirgemeden sıfırladığı her günki gibi gecenin saat sıfırını gösterdiği anda! Hiҫ bir manevi değerin kalmadığı ya da azaldığı, gecenin bu saatinden sonra düşüncelerimizi okşayan bu korkunun tanınmaz, iki yanı keskin bir kama gibi, ya da indi inecek bir giyotin bıҫağı mı? Sorusuyla irkildiğim anları düşündükҫe şimdi ki, mutluluğumun ve gelecek Norveҫ – Fjodor gemi seyhatinin planlarının beynimde yankılandığı anları düşünüyorum sapasağlam. Ve artık yazılması ve söylenmesi gerekenleri insanı görevlerinden kovulmuş, kirli, ahlaksız ve gangster bir yanlızlığın zehirli maddeleri düşüncelerimden arınmış, kurşunsal diktalar yok olmuş bir şekilde ilerliyorum bir mısır veya pancar tarlasına doğru bisikletimle seni takip ederken. Ve üzerine limon sıkarak yediğimiz hakiki deniz balıklarının kokusu geliyor birden mutfaktan o günü gıyabında anarken. Ve yüreğimde seni ҫağırıyorum: Gel, neredesin? Diye! Sen şu anda torunumuzla ya memori oynuyor, ya da ona mutfakta bir şeyler hazırlıyorsun ben uzanıp kitap okurken, ya da bahҫemize son bir sonbahar bakımı yaparken.
Ve birden aklıma en ҫok sevdiğim Marburg şehri geliyor; bilmem neden? Hem de seninle tekrar ҫıkıyoruz yine şehirin şatosuna ve şehiri bir daha, bir daha seyrediyoruz Lahn Nehri’ni gözlemleyerek! Gözlerimin kuytularına birden damlalar akıyor kendiliğinden. Burada ki, yorucu üniversite yıllarımdan, hem ҫalış, hem oku, ҫocuklarla ilgilen vize sınavlarına hazırlık ve ekonomik olarak zorlandığım yıllar geliyor aklıma. Düşüncelerim zıpzıp zıplıyor beynimde bana sormadan sorgusuzca … Yinede kendimi zorlayarak aştığım bu zor yıllar tansiyonumu yükseltmiyor, demir gibi bir istekle hazırlandığım Sosyoloji’den son final sınavından Prof. Dr. Mathias Bös ve B. Neumann’ın „Sosyal Dönüşümün Özellikleri‘ne“ hazırlandığım notlar geliyor birden gözlerimin önüne. Ve yaklaşık iki saat kadar süren bu sözlü sınavdan ҫıkarken gönül rahatlığıyla Sosyoloji Enstütüsü’nün merdivenlerden inişim geliyor aklıma! Ve insanın ҫocuğu olan bilgileri yükleniyor hep yeniden beynime! Zaman yine merhametsiz heybetini artırarak gösteriyor, sen yanlızlığıma koyduğum son nokta oluşunla ölümsüzleşiyorsun sana beşinci kitabımı bilimsel bir icerikle beynimde tasarlarken.
Birdenbire kalkıyorum elimdeki kitabı yatağın yan tarafındaki eski bir küҫük masaya bırakırken! Sen, insanın düşmanı ve celladı olan yanlızlık; bir cinnet geҫirenin bağırışı geliyor bir filim şeridi gibi gezindikҫe düşüncelerde … Ruhları siyahlara boyanmış insanlar geliyor aklımın ücra köşelerine, bu cinnet ҫarşısının sigara küllü mekanları, tuzlu fıstık ve ҫekirdek kokan eski Beyoğlu mekanları gibi gezindikҫe daha ҫok devriyeler, kötü parfüm kokan tramvay yolculukları ve gece bile kendini saklayan siyah gözlükler takınmış olarak ҫılgınlığın mekanına dalmış pusulasını kaybedenler, burnundan soluyanlar, ondörtbin yıldır yeryüzünü gezinen biz insanlar! Her şeyiyle! Bazen ne aradığını bilmeden yönünü kaybeden yönsüzler!!!
Birden buzdolabına doğru atıyorum adımlarımı, vakit tamamdır diyerek. Bir akşam sefası ҫekiyor şu ҫıkası canım. Sensizliğin kasvetine bürünmüşken. Bu görevimi layıkıyla yerine getirdiğim ve tam 124 sayfa anlayarak okuduğum iҫin kendimi ödüllendirmek istiyorum bir kaҫ kadeh rakıyla … Kendi kendime emir veriyorum; haydi lan garson masayı hazırla diyerek ve buyruk vererek! Ve yüksekten atıyorum; „haydi kendine bir konyak doldur“ diyorum ironik bir şekilde. Oysa, hayatım da en fazla on bardak konyak iҫmişimdir. Klasik takılıyorum hep; rakı babaya merhaba diyerek hazırlıyorum şence soframı. Sofram da sadece eksik olan önce sen, sonra da kuşun sütü. Onun dışında her şey var rakıya ait olan! Ҫizgisi ince ҫekilmiş zehiri tamam, itliği bol olsun! Ve kendime ustura aydınlığında bir duble rakı ve ateşin gazabına uğramış aşağılık leblebi! Ve buna eklenen cansıkıntısı eşliğinde kullanılmamış bir akşam kalıyor önümde. Heyecan dozu adetayı aşmayacak kadarcık da senli bir serüven getiriyor düşüncelerim. Rakı, işini bilen bir haydut gibi, gece ve geceler boyu durmaksızın boğazlardan akıyor, adamına ya da kadınına göre aşklar, acılar, serüvenler yaşatıyor, acıtıyor, sevindiriyor, ocaklar yıkıyor, yapıyor, daha doğrusu gerҫekҫi hayal sistemleri kuruyor filimlerinin kurgusunda! Hepsi bu kadar mı? Elbette hayır? Bir işi de bu rakı demlenmenin! Gerҫekte olmamış, olmayacak olanı teselli etmek ve zaaf örgüleri halinde bulutlu bir kafayla mayhoş oluvermek.
Her sarhoş, ilk yudumuyla son yudumu arasında, kaҫ yüz yıllık serüven yoğurur kafalarda bir bilseniz! Oysa öteki, yani raki bütün tatlı hainliği ve kayıtsızlığıyla binlerce karaciğeri, kilometrelerce insan damarını, bilmem kaҫ sinir sisteminin asabını düzelterek alışkan yumuşaklığın da elinden tutup sizi yatağa taşır sesizce …
Başka bir cellat bu! Hayatın ikinci celladı, şişede durduğu gibi durmayan! En perfect insanı yok eden, en lümpeni en hızlı yapan, hınzırı susturan, zamparayı konuşturan, gentilmenlerin ağzını bozan! En güzel bir kadını bir kaşarlanmış bir kaldırım yosması yapan ve insanı küt diye yerinden oynatan! Rakı! İnsanı bir kreş ҫocuğu gibi sevindiren, ҫelik ve beton köprüleri en sarp dağlara döşeyen yalҫın bir mühendis; kahve şarlatanını başbakan, beriki büyük bir kurtuluş savaşı kahramanı ya da gazisi, öbürü haftalığı beşbin liraya ҫalışan beygir kafalı bir kalfa yapan renkli bir bardak su! İҫmek veya iҫmemek, bir bakıma en kötü intihar etme yollarından en pahalısı! Ama olsun! Bu da olmasa daha başka kötülükler olacağı iҫin, rakıyı bal sayarak iҫmek en iyisi kanımca!!!
Böylelikle en karamsar duygular, önlerinde duran yarınlar daha gelmeden yaşanarak mutluluk huzur buluyor kafalarda. İҫmek! Rakı iҫmek, başlıbaşına bir adabın, örfün, seviyenin kalitesini her bardakta kişiliğe indirgeyerek gerҫek karekterimizi otaya koyan, daha aktiviteye geҫmeden, tasarından pratiğe dönüşümün başka bir özelliğidir. Tembeliği, uyuşukluğu, miskinliği, yıpranmışlığı bozmak iҫin hüzünün karelerinin toplayıp en büyük küp hesabı yapmak iҫin insanın mutlaka kendisini rakıyla ҫarpması gerek. Ҫünkü, büyüklere saygı her toplumun klasik geleneklerinden ve normlarının en başta olanıdır. O yüzden bir yetmişlik, bütün geҫmişinize ve geleceğinize, yedi sülalenize rahmet okutarak ışık saҫan bir zemzem suyu olacaktır. Bundan tatmaynlar ömürlerini boşa geҫirmiş ve ҫatır ҫatır ezilmiş ezikler olarak telef olup giderler! Rakısız olarak ağır ağır olarak ölmek bu olsa gerek!!!
Rakı iҫmek, gündelik ve ҫıplak bir gerҫeğin, dumanlı bir hava da Hayalistan’a, güneşli bir hava da Gülistan’a gitmesi, bir gönüle taht kurması kaҫınılmazdır. Aşkın başka bir verziyonudur. O size sınırsız mutlulukların adımlarını atacak bir cesaret vererek sizin somut adımlar atmanıza vesile olacak saf bir anason ve üzüm suyu karışımı olan kimyasal bir bileşimden başka bir şey değildir. Kralda siz, kraliҫe de siz olacaksınız her kadehte sevgiyle dolu … Yani düpedüz yaşamak! Beşeriyetle beraber adımlar atmak ve bu adımlarla ilerlemek. Ya da Istanbul’da Pistanbul’u bulmak; Özdemir İnce Üstadımızın söylediği gibi! Bütün kirleşmiş, paslanmış, adamlıktan ҫıkmış, yosunlu, hayasız oyun kurallarının son bulduğu durak! Rakı! Gerҫeği söylemde bize cesaret veren, saklı duygularımızı ve iҫimizi dökmemize, dostҫa sarılmamıza, ağlamamıza, gülmemize, üzülmemize, can sıkıntımıza, gönlümüze ferahlık veren damıtılmış ve destile edilmiş şu meşhur üzüm suyu. Hani şu organik bir bileşim olan kimyanın kimyası!
Saat, şu an tam gecenin yarısını 20 dakika geҫiyor ve ben üҫüncü kadehle düşüncelerimi toparlayarak türküler eşliğinde kelime kelime kendime geliyorum seni düşünerek! Gözlerim henüz küҫülmedi, öğlen yapıp da iҫmeyi unuttuğum bir fincan buz gibi Türk Kahvesi’ni iҫerken yeniden canlanıyorum ve kendimi bir bomba gibi hissediyorum. Radyo da Kıvırcık Ali söylüyor: Hani hepimiz kardeş idik güya!
Sanki tünelden Beyoğlu’na yürüyerek ҫıkıyoruz gibi bir hava esiyor kafamda üҫüncü kadehten sonra … Kırmızı Kedi Kitapevi’nin önünde duruyorum seninle ve bir kaҫ kitaba bakıyoruz beraber. Sonra el ele yürüyoruz bir yerlerde kazık yiyerek bir şeyler iҫmek iҫin! Nesiller geҫiyor önümüzden biz Taksime doğru yürürken! Bu da bize bir üҫüncü cellatlik bahşediyor istemeden! Kalıyoruz yerimizde öyle! Dikiliyoruz ve hemen köşedeki kitapҫıya bir kez daha dalıyoruz istemeden. Saat gecenin 00:33’nü gösteriyor. Kendimi adım gibi tanıyorum ve biliyorum. Uyruğumu saptıyorum! Nesiller üreten bir öldürgenliğin zenginliğini yaşıyorum ta Orta Asya’dan gelen asimile olmuş köklerimde! Uygur yüzlü dedem ve babamla son bulan sima benzerliğim bende kaybolup gidiyor ışıklar iҫinde uyuyan gariban Anamın emdiğim sütünden aldığım kuvvetleri tüketirken. Saat ҫoktan geceyarısını geҫiyor. Sen caron pudranı sür yüzüne ve yok olsun bütün yorgunluğun dökündüğün dior esansının ruhuma işlediği dinginlikle … Ama benim buna uygun medeniliğimi simgeleyecek olan ne bir rugan ayakkabım ve bir rodia kravatım yok henüz. Şimdi bu saatte yemeğede ҫıkamayız. Her taraf kapanmak üzere, ya da kapanmış olmalı … harcanmış hayatların medeniliğini başka bir güne bırakalım gel biz bu akşam! Ben bir kaҫ leblebiyle kalan son damlaları mideye indirirken sen yine hep öyle mahzun mahzun gülümsüyorsun her zaman ki gibi! Ve bu andan itibaren bitiyor iҫimde ki bütün boşluklar!
Artık zaman saklambaҫ oynamıyor! Gökyüzünde şimşekler ҫakmıyor! Yağmur dindi, hava sakinleşti birdenbire … Edebi ҫizgiler beliriyor gökyüzünde … Gece bitişini simgeliyor ay ışığı eşliğinde! Bunun iҫin ne lazımsa aklımız cebizde! Zaman akıp gidiyor! Yanlızlığın zerresi yok ruhumda! Can sıkıntısına ise kesinlikle zamanım yok. Tam 19 kitap var, mümkün olsa bir ҫırpıda okumam gereken! Yanlızlık limanlarını ve garlarını Hollanda’nın nehirli kanalları alıp götürmüş iҫimden Kuzey Denizine dökerek!
Haydi gel! Sakınmadan, ҫekinmeden, ürkmeden, korkmadan! Zaman hazır! Yaşamanın zamanı olmaz ҫünkü! Gel, gelde nasıl gelirsen gel! Duvarlara tırmanarak mı, uҫakla uҫarak mi, ya da hızlı bir trene atlayarak mı! Gel de, nasıl gelirsen gel! Ben evdeyim ve seni bekliyorum sen uyurken seni!
Oysa sen yanıbaşımdasın! Sen, sen bana hiҫ bir zaman uzak değilsin! Dağınık düşüncelerim sende bütünleşiyor ҫünkü! Hayatın bütün kalleşligini yüreğimle yendim ve yüreğim senin iҫin atıyor. Bundan kuşkun olmasın ve zaten olmayacağını bende biliyorum. Ve saat tam gecenin 02’si. Yazımızı bitiriyorum seni düşünürken ve son kadehimi yudumlarken!
H. Hüseyin Arslan - Frankfurt am Main - 13.08.2017
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.