- 495 Okunma
- 2 Yorum
- 4 Beğeni
İŞÇİ ROMANINDA BİR DORUK: ORHAN KEMAL
1939 yılında genç bir adam, hapishaneden karısına şöyle yazar:
’’Çok gençsin. Zaten hiçbir şey veremedim sana. Şimdi beş yıllık mahkumiyet girdi araya. İstersen ayrıl benden, kendine yeni bir yol çiz, beklemekle geçirme en güzel yıllarını. Çünkü karıcığım, biliyorum ki, buradan çıktıktan sonra daha da zor ve yoksulluk içinde geçecek hayatımız.’’ 25 yaşındaki yoksul ve mağrur gencin adı Mehmet Raşit Öğütçü’dür ve biz Orhan Kemal adıyla tanırız kendisini. Ömrü tahmin ettiği gibi geçmişti.
Adana’da topçu teğmeni Abdülkadir Kemali’nin oğlu olarak doğar. İttihat ve Terakki geleneğinden gelip, 1. Mecliste bakanlık yapan baba 1923’te bir yazısı yüzünden tutuklanır. İstiklal Mahkemesi’ne sevk edilir.
Abdülkadir Kemali Adana’da Ahali Cumhuriyet Fırkası adlı partiyi kurduğunda Orhan Kemal henüz 16 yaşındadır ve yoksulluğu alabildiğine yaşamaktadır. Serbest Fırka kapatılır, muhalefet yasaklanır ve Abdülkadir Kemali 1931’de Suriye’ye kaçar. Orhan Kemal’in daha sonra ’’Baba Evi’’ romanında anlatacağı olaylar kendi çocukluğuna da denk gelen bu yıllardır. Lübnan’a giderler, yoksulluk içindedirler, Orhan Kemal basım evinde çıraklığa başlar, sıkılır-zorlanır. 1932’detek başına Adana’ya döner. 1935’te Milli Mensucat’ta katipliğe başlar. Aynı fabrikada çalışan Yugoslav göçmeni işçi Nuriye ile 1937’de evlenir. Babası ise ancak 1939’da dönebilir Türkiye’ye. Dönünce de Ağır Ceza Reisi olur, ardından istifa eder.
Edebiyata meraklı, içine kapanık bir gençtir o yıllarda. Gorki’nin ve adı yasaklı Nazım’ın kitaplarını okurken yakalanır askerde ve 1939’da beş yıl ceza alır.
Yukarıdaki mektubu yazdığı karısı şu yanıtı yollar:
’’Razıyım ne gelmişse başımıza ve ne gelecekse’’
Geçekten de razı olur tüm yaşamı boyunca. Şikayet etmez. Yıllar sonrası şöylesi hatıralar aktarır.
Kışa doğru Fener’de bir ev bulduk, kirası 40 liraydı. Raşit çoğu zaman Çarşamba, Aksaray üzerinden yürüyerek giderdi Babıali’ye. Yakacak yoktu. Adana’dan getirdiğimiz pompalı gaz ocağı ile ısınmaya çalışarak, geç saatlere kadar oturur, çalışırdı. Hikayelerini satabiliyordu artık. Fakat o kadar az para veriyorlardı ki, çoğu zaman ev kiraları bir iki ay birikirdi. Raşit delik ayakkabılarıyla çorapları sırılsıklam dönerdi akşamları.’’
Romanlarında yazdığı yoksulluğu her boyutuyla yaşayan az sayıdaki edebiyatçılardan biridir Orhan Kemal. Geçim derdini her hangi bir devlet memurluğu elde ederek gideren aydınlardan değildir!
Hece ölçüsüyle çoğunca karamsar-melankolik şiirler yazan Orhan Kemal, 1940 yılı sonunda geldiği Bursa Hapishanesi’nde Nazım’la tanışır. Onun için piyangodur bu. Nazım’ın hapishane koşullarında da edebiyata, sanata meyilli insanlarla özel olarak ilgilendiği bilinir. Balaban, Kemal Tahir ve Orhan Kemal en bilinen örnekleridir. Nazım, bir gün Orhan Kemal’in okuduğu şiirleri dinlemektedir. Sonunda patlar. ’’peki kardeşim bütün bu laf ebeliklerine, hokkabazlıklara, affedin tabirimi ne lüzum var? Samimiyetle duymadığınız şeyleri niçin yazıyorsunuz? ’’ Edebiyatta hatır gönül dinlemeyen, ölçüleri yüksek Nazım, ona kendi şiirlerini okumaya başlar. ’’Fevkalade ve enfestir’’ Orhan Kemal’le anlaşırlar, eğitmeni olur. Çünkü ondaki ’’yazarlık kumaşını’’ fark etmiştir Nazım.
Tümü yoksuldur. Nazım mı? O da elbette. TKP kendi iç çekişmelerinin bir parçası olarak Nazım’ı tasviye ettirmiştir. ihtiyaçları için para da yollamaz. Piraye’de perişandır. 24 lira 95 kuruş maaşlı eski katip de öyle. Nazım örgütçüdür, bir dokuma tezgahı ayarlar, atölye kurup çalışırlar, kazandıklarından Kemal Tahir’e ve Piraye’ye de yollarlar. Edebiyat faaliyeti ise devam eder, aynı hızla. Var olan yeteneğini yazma tutkusuyla, öğrenme açlığıyla hapishane koşullarında da bileyler. Nazım’da öyledir ve hapishane onun ’’kendisini gerçekleştirdiği’’ temel mekandır.
Türk edebiyatında pek çok ’’usta’’ gençleri iki yolla öldürür. İlki aşırı övgüdür ve gençlerin çoğunlukla çalışkanlığını darbeler. Diğeri ise biçim ve içerik olarak kendi taklidi olmaya zorlamasıdır. Orhan Kemal kendi durumunu şöyle anlatıyor:
’’Henüz yolumu bulamamıştım, yeni koğuş arkadaşım Nazım Hikmet’’i şıp diye taklit ediyor, üstadı kızdırıyordum. İstiyordu ki, onun sesleriyle değil, kendime has seslerle, benim olan şiirimi yazayım’’
Çünkü sanatı ’’biricik’’ yapan da budur. Zaten dikkat edilirse, Nazım’ın şiir şemsiyesinin gölgesinde uyumaya çalışan hemen hiç bir şair kalıcı olmamıştır! Orhan Kemal 1943’te tahliye olduğunda içeri giren kişi değildir artık. Yine yoksul ama kafasının içi aydınlıktır. Kalbinde ise artık hiç sönmeyecek o iyimserlik vardır. Hiç bir zaman malda, mülk de gözü olmayan, yaşamını sürdürebilmek için yazan bir edebiyatçıdır ve bize aydının, belki de en çok, ahlaki olması gerektiğini hatırlatmaktadır yaşam çizgisiyle. Koğuş ve maltalarsa onun üniversitesi olmuştur.
Yaşadıklarını, tanıklıklarını yazmıştır Orhan Kemal. Gündelik gerçekliği roman gerçekliği içerisine belli bir kurgu çerçevesinde yerleştirmiştir. Bu nedenle bir çok benzer karakteri çeşitli romanlarında görürüz. Demir yollarında hamalkende, fabrika katibiykende hep aynı ayrıntılı duyarlı bakışla gözlemlemiştir insanları. Karakterlerinin sahiciliği buradan gelir. Çoğunlukla halktan kişiler vardır eserlerinde. Tütünde, çiftlikte, pamukta, ambarda, çamaşırda, burada çoğunlukla kalifiye olmayan işçiler;, lümpenler, alkolikler, Balkan göçmenleri, Fellahlar, Eemeniler, Kürtler, Türkler...Yüzlerce karakter ve tip.
Kimi romanlarında otobiyografik etki belirgindir. ’’Baba Evi’’, ’’Avare Yıllar’’, ’’Dünya Evi’’ gibi çocukluğu, ilk gençliği, evlilik süreci anlatılır burada. ’’Baba Evi’’nde anlatılan olayların yaşandığı yıllarda, siyasal çekişme ve saflaşmalarda halkın politik bir figür olmadığını, kazanan tarafı yeğlediğini de okuyabiliriz. Otoriter bir baba vardır ve yoksulluk onu daha da kabalaştırmaktadır. Halktan insanların öfkeli halleriyle yoksullukları arasında doğru orantı vardır. Çocuk tuttuğu balığı, balığa daha çok ihtiyacı olan Ermeni kıza verince babasından küfür-azar işitir. Fakat aynı baba bir gün sokak ortasında yığıldığında onu kaldırıp eve götüren taksici Ermenidir ve aileden para istemez. Yazar halklar arasında her hangi bir sorun olmadığını bu kurguyla gösterir.
Romanlara dönelim. Otobiyografik unsurlar ’’Avare Yıllar’’ ve ’’Cemile’’ de devam eder. Baba evinden kopuş, işçilik, avarelik, yoksulluk ve babaannenin itirazlarına rağmen işçi kızla evlilik. İşte Cemile’’nin elleri: ’’kalın kemikli sağlam bilekli elleri, küçük yaştan beri fabrikada çalışan bir çok işçi kızlarda olduğu gibi nasırlıydı, parmakları eğri büğrü, kemikleri çıkık çıkık.’’ Romanda kültürel asimilasyona uğrayan göçmenleri, Cemile’nin ’’annesini yutan’’ babasının ’’kolunu kapan’’, makine dişlilerini, patronların ve ustabaşıların kavgalarını, sınıf olmanın bilincine varmamış işçilerin alet oluşlarını bir de ’’otuz kaatnan avrat mı sevilir’’ diyen Çopur Halil’e inat bu işçi aşkını okuruz.
Cemile’deki aşk başka romanlarda da vardır. Yeterince derinleştirilmeyen bir temadır bu. ’’Devlet Kuşu’’nda Mustafa’dan başkası bana haram olsun’’ diyen ve geleneksel baskılarla boğuşan Aynur böyle bir karakterdir.
Orhan Kemal, insanları içine doğdukları toplumsal maddi koşullar bütünü içinde anlatır. Sever onları. Romanlarında sadece olumsuz tipler yoktur. En olumsuz karakterler bile an gelir kimi iyi tutumlar gösterir. Güçlü, iyimser tipler ya kadınlardır ya da usta işçiler. Orhan Kemal kendi umudunu, masajlarını, anlatışını, İzzet Usta gibi kimi işçiler aracılığıyla iletir. Ortada devrimci bir parti yokken bile bunca iyimser olabilmesi kişisel iradesinin sağlamlığını gösterir.
’’72. Koğuş’’ ta yoksulluğu, bunun neden olduğu yozlaşmayı, kendine yabancılaşmayı gözler önüne serer. Kısa ve çarpıcı anları yakalar. İnsanları seviyor olması, onların şimdiki halini şiddetle eleştirmesine engel değildir. Birbirlerine öfke duyan, kişisel çıkar peşindeki yoksul mahpuslar Kaptan’ı ’’yolmak’’ için işbirliği yapar, düne kadar birlikte hırsızlık yapıp izmarit toplayanlardan biri beş lira bulunca diğerlerini hor görür, hırsız olduklarını söyler, ve parasını kumara yatırır. Beş lira artacak, yirmi bin lira olacak, oradan ’’beyler koğuşuna atlayacaktır’’ Oysa hiç biri olmaz, hayalleri biter, para kaybedilir, ve yatak yorgan satılır. ’’72.Koğuş’’ koğuşların ve hapisanelerin dışını da resmetmektedir. Bir çok romanında böyledir bu. Bilinçsiz yığınları yoksulluğun nedenlerini değil, sonuçları tartışır. ’’Parayla saadet kurma’’ hayallerine dalanların neredeyse hiç biri başaramaz bunu. Topal Nuri para için kılıktan kılığa girer. İşgalde işbirlikçi, Cumhuriyette laik, Cemaatte Müslüman, patronun yanında ona kadın bulan pezevenktir. Aslında katiptir ama bunları yapa yapa varsıllaşır;pıtrak gibi büyüyen/ artan kapitalist toprak sahiplerinin ’’sokak altında’’ iş bitirici karakterlerinin prototipidir. Orhan Kemal kişisel servetin ’’temiz’’ kazanılmayacağını görür ve gösterir.Ermeni mallarını yağmalayarak türeyen zenginleri Çukurova romanlarında okuruz. ’’Devlet Kuşu’’nda ise karaborsacı bürokrat tipler vardır. Çok sayıda eserinde vardır bu tip ögeler. Okuyucu tiksinir varsıllardan, imrenmez onlara.
Orhan Kemal köyü değil, çözülme sürecinde kentte biriken ezilenleri, kendi iç çelişkileriyle birlikte anlatır. Çukurova’nın köyleri ve köylüleri Yaşar Kemal’e, kentleri ise Orhan Kemal’e pay edilmiş gibidir. İki kemal bir gerçeğin iki yönünü gösterir. Yaşar Kemal’de düşsel yolculuklara çıkarsınız;ama Orhan Kemal’de gerçekleri yüzünüze tokat gibi çarpar, sarsılırsınız. Lakap köy yaşamı alışkanlığıdır ve kent yoksullarının birbirlerini hala lakaplarla çağırmaları köyden kopuşun tamamlanmadığını söyler bize. İstanbul eksenli romanlar çoğunlukla aceleye getirilmiş taslaklar gibidir. ’’Film gibi’’ dir, para kazanmak zorunda olduğu için popüler çelişkileri, üslubu ince eleyip sık dokumadan yazmıştır bu tür romanlarda. Kendisi de yeşilçam filmlerindeki melodram ögeleri barındıran bu tür metinleri senaryo niyetiyle yazdığını belirtir. Ancak bu tür kitaplarda da yazarın ’’kadrajı’’ kesinlikle muhaliftir. Bu tür kitaplara mecburdur. İstihbaratçıların takibindedir, hangi işe girse çıkarılır.Bir gün kitaplarını toplayıp sahaflara satar. On beş lira alır, arkadaşlarından borç eder ve böylelikle çocuklarını sünnet ettirebilir.
Çukurova romanları olay örgüsü karakter yaratma, kapitalizmin gelişimini anlatma bakımından güçlüdür. ’’Murtaza’’ karakteri böyledir, ’’Kabak Hafız’’,’’Topal Nuri’’ böyledir. ’’Eskici Dükkanı’’ndaki kimi tiplerde. Bu romanla zanaatin çöküşü, kapitalizmin egemenliği çıplak biçimde görülür. Baba için hayal eski şaşaalı günlere dönmek, büyük aileyi geçindirip mutlu olmaktır. Anne, ’’kapısında davulların güm güm öttüğü ’’ bir konak hayalindedir. Elde sadece eskici dükkanı vardır ve zaten ’’dokuz boğaza’’ az geliyordur. Aile pamuk toplayıp para biriktirme o sermayeyi de hayallerine uzanan basamağa dönüştürme gayretindedir. Bu hayal bir süreliğine baba-oğul, kaynana- gelin gibi iç çelişkileri örter. Utanarak gidilir, pamuk toplanamaz pek, sıtmaya yakalanırlar, tümü döner ve tedavi masrafları için dükkan da elden çıkarılır. Eskiye dönme düşüyle başlayan yolculuk bir fabrika önünde biterken bizler de o geniş sarkaçtaki insan gerçekliğini, iç dünyaları izleriz. Fabrika ise kapitalizmin egemenliğinin ilanıdır.
’’Bereketli Topraklar Üstünde’’ Orta Anadolu köylerinden birinden Çukurova’ya inen üç kişinin serüveni ekseninde gelişir. Kente indikten sonra’’her koyun kendi bacağından asılır’’. Çırçır fabrikasında çalışmaya başlayan üç arkadaştan biri koşullara dayanamaz, ölür. Diğeri çiftliktedir, bacağını patoza kaptırıp kan kaybından ölür. Çıplak, çarpıcı ve trajiktir. Kanıyla kirletir diye arabaya alınmaz, ölüm öyle gelir. Diğeri elinde gaz ocağı ile köye döner. İflahsızın Yusuf’tur bu. O başaramaz. ’’Gurbet Kuşları’’ nda oğlu iner bu kez şehre. Çukurova’ya değil, İstanbul’a gider.
Yasalar vurguncuları kollar, çırçır fabrikasısında çocuk emeği sömürülür.’’Hanım Ağa’’ gibi romanlardaTürkiye’nin Marshall planıyla sömürgeleştirilmesi sürecini de okuruz.
Orhan Kemal romanlarında genellikle insanlar umutluyken veya biraz para kazanmışlarsa daha çok vermesi için tanrılarına dua eder, adaklar adarlar. Ama işler ters gidip çıkmaza saplandığında dine de Allaha da sövülür, karakterlerin kimisi allah kavramını sorgular, eğer varsa ve onları yoksulbırakıyorsa demek ki zenginlerin allahıdır ve yoksa da sövmek kolaydır. Kabak Hafız karakteri üzerinden dinin nasıl sömürü aracına dönüştürüldüğü, enginlerle hocaların nasıl ’’al takke ver külah’’ ilişkisinde olduğu , insanlara yapılan telkinle bu tür din adamlarının gündelik hayatları arasındaki derin uçurumçarpıcı örneklerle anlatılır.
Orhan Kemal’in romancılığında en başarılı yan diyaloglardaki akılcılık ve doğallıktır. Gündelik konuşma dili egemendir. Kimse ’’kitap gibi’’ konuşmaz. Çoğu romanında her şeye egemen olan, tüm karakterlerin içini bilen anlatıcı açısı vardır. Tempoludur anlatımı. Olaylar bazen o kadar üst üste gelir ki, insanda ’’yığma romanı’’ duygusu yaratır.
Aslında kimi biçimsel denemeleri vardır Orhan Kemal’in ’’Kayıp Romanlar’’ da Vedat Türkali’nin de kullandığı bir yöntemi 1965’te yayımlanan ’’Bir Filiz Vardı’’ da kullanmıştır. Romanın konusu basittir. Yığınla olay vardır yine. Romanda Filiz bir gün bir roman okur. Romanda ’’kasketi ensesine yıkık’’ bir çocuk vardır ve Filiz ona aşık olur. Okuduğu kitap Orhan Kemal’in ’’Baba Evi’’ dir. Filiz daha sonra çalıştığı yerin yanındaki büroya gelen yazarla tanışır. Kştaba dair sötleşirler. Yazar, zamanla aralarında otuz yaş olan Filiz’e tutulur. Filiz yazarın geçmiş zamanına, yazarsa Filiz’in şimdiki zamanına aşıktır. İmkansız bir ilişkidir. Yazar aradan çekilme4k ister, genç kızı bir sendikaya ’’çalışmaya’’ yollar. Orhan Kemalvaktiyle sendikada çalışmıştır ve kendi geçmiş zamanına yollamıştır Filiz’i.
Orhan Kemal, hem yaşamı, hem entelektüel verimiyle açıkça ezilenlerin cephesinde olan biridir, bundan onur duyduğunu belirten bir aydındır. Gerçwkliği propogandaya, doğrudan mesaja indirgemeden anlamva değişik biçimde yansıtmak münkündür. Marksist estetik dışlamaz bunu. Orhan Kemal o koşullarda ezilenlerin gerçeğini türlü yollardan biriyle yansıtmıştır. Çok da iyi yapmıştır. 1956’da bir kovuşturma geçirir ve şunu söyler:
’’Hakim iddiamakamına uyarak, konularını neden hep fakir insanlardan, işçilerden aldığını, Türkiye’de varlıklı insanların, iyi yaşayanların olup olmadığını sormuştur. İlk bakışta evet, çok doğru bir soru. Neden hep bu insanları, bu insanların yoksulluğunu ele alıyorum? O zaman hakime: ’’Ben gerçekçi bir yazarım, en iyi bildiğim konuları alırım. Varlıklı yurttaşların yaşayışlarını bilmiyorum’’ demiş ve beraat etmiştim’’. Aslında bir yazar sadece tanıklıklarını yazmaz. Bir çok başka hayatı da tasavvur edebilir. Ancak soru ideolojik ve mekanda mahkeme olunca yanıt ta ideolojiktir! Orhan Kemal’in eserlerine eleştirel devrimci bir okumayla incelemeden onu taklit etmeye çalışmak nasıl anlamsız bir çabaysa, onun romanlarındaki içerik-biçim bütünlüğünün hangi koşullar altında oluştuğunu anlamadan yargılamaya çalışmak da o denli yanlıştır.
YORUMLAR
Hocam, ne büyük bir emek harcamışsınız.
Bu müthiş yazıyı mümkün olsa da Milli eğitim müfredatında da görebilsek,
müfredatı bilemiyorum ama kendi arşivimde özenle saklayacağım.
"Orhan Kemal köyü değil, çözülme sürecinde kentte biriken ezilenleri, kendi iç çelişkileriyle birlikte anlatır. Çukurova’nın köyleri ve köylüleri Yaşar Kemal’e, kentleri ise Orhan Kemal’e pay edilmiş gibidir. İki kemal bir gerçeğin iki yönünü gösterir. Yaşar Kemal’de düşsel yolculuklara çıkarsınız;ama Orhan Kemal’de gerçekleri yüzünüze tokat gibi çarpar, sarsılırsınız."
Özellikle bu paragraf bir kpss - ösym vb sınavlar için edebiyat, genel kültür paragraf sorusu olmalı...
Çok teşekkür ederim değerli paylaşımınız için.
saygılarımla,
Sahir Neva tarafından 9/16/2020 9:44:29 PM zamanında düzenlenmiştir.