- 317 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Emrah Serbes'in keşke başında 't' olsaydı
Bu defa da şöyle bir yerden başlayayım arkadaşım: Mürşidim 4. Söz’ünde ’t’akvayı bir ’yol kısaltıcı’ olarak anıyor. Hatta, öyle ki, bin senelik mesafeyi bir günde aldırabiliyor bu kısaltıcı. Şaşırma. Şiddetine göre daha fazlasını da başarabiliyor. Işık bile yanında yavaş kalıyor yani. Tabii, altını çizmemiz lazım, evvelemirde kastedilen mahşer gününde yaşanacaklardır. O gün hakikaten insanların Cenab-ı Hak yanındaki kıymetleri yolculuklarına etkide/katkıda bulunacaktır. Zorlaştıracak veya kolaylaştıracaktır. Ancak, bu fırsatla ben, daha bu dünyada takvanın ’hızlı mesafe aldırıcılığı’na dokunmak istiyorum. Mahşerde yaşanacakların bu hayattaki izdüşümünü aramak arzuluyorum. Fakat öncesinde bidayetimiz yaptığımız metni de bir parça alıntılayalım:
"O seyahat ise kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takvâ kuvvetine göre, o uzun yolu mütefâvit derecede kat’ ederler. Bir kısım ehl-i takvâ berk gibi bin senelik yolu bir günde keser. Bir kısmı da hayal gibi elli bin senelik bir mesafeyi bir günde kat’ eder. Kur’ân-ı Azîmüşşan şu hakikate iki âyetiyle işaret eder."
Zaten genel anlamda evrelerin birbirine bakar yönleri olduğunu düşünmekteyim. Yani bu dünyadaki hayatımızla kabirde yaşayacaklarımız veya mahşer gününde hissedeceklerimiz birbirine bakar açılar içeriyor. "Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz..." gibi ihtarlardan tutunuz ta "Kabir ahiret menzillerinden ilk menzildir. Eğer kişi ondan kurtulursa artık ondan sonrası daha da kolay olur. Eğer ondan kurtulmazsa ondan sonrası daha da sıkıntılı olur..." nevinden rivayetlere kadar bize öğretilen mezkûr evrelerin birbirisiyle ilgisidir.
Hatta yine mürşidimin ’kâfirin kalbindeki küfür cehennemi’yle hakiki cehennem arasında kurduğu tohum-meyve ilişkisi bu aşamaların birbirine baktığını düşündürüyor. Belki de mevzuyu şöyle toparlamalı: İlkinde tohum olarak ne sulanmışsa, ikincisinde ağaç, üçüncüsünde meyve olarak o bulunuyor. Kabir azabını inkâr edenler yukarıda dediğimiz şeye çok dikkat etsinler. Kâfirin bu dünyasında büyüttüğü cehennem ve ahirette gerçekten buluşacağı dâr-ı azap, kabirde de onu terketmez gibi görünüyor. Eğer rivayetler konusunda şüphe ediyorlarsa bu mantığa kulak versinler. Her yaşam seviyesinin/aşamasının kendisine göre cenneti/cehennemi var.
Her neyse. Yine konuyu dağıtıyorum. Hızlı geçeyim. Efendim, takvanın sadece mahşer yolculuğunda değil, daha bu dünyadayken de bize hızlı mesafe aldırdığını düşünüyorum dedim. Peki bunu neye binaen söyledim? Öncelikle bireysel tecrübelerime. Evet. Yaşı kırka yaklaşmış bir kardeşiniz olarak gördüm ki: Eninde sonunda İslam haklı çıkıyor. Kötü dediği kötüye varıyor. İyi dediği iyiye gidiyor. Bunu illa Behzat Ç.’nin de yazarı ’sonunda t yok’ Emrah Serbes gibi sertçe müşahade etmeye gerek yok. (Alkolün zararlarıyla ilgili paylaşımlara sosyalmedya üzerinden atar yaptıktan sonra alkollü araç kullanarak üç kişinin ölümüne sebep olmuştu.) Daha küçüğünün küçüğü dil yanmaları hepimizde var. Kim kendi hayatına baksa nümunelerini görür. Küçük ölçeklere bakarak göremezse büyük resimlere bakarak görür. Sözgelimi: Faizin zararını şahsî mevduat tecrübesi üzerinden okuyamıyorsa sistemin küresel boyutta kurguladığı/uyguladığı sömürüye bakabilir. Zinanın ne denli fena bir günah olduğunu kendi hikayesinden çıkaramıyorsa emniyetin suç istatistiklerine/bağlarına bakıp tahlil edebilir. Hatta, İslam’ın yenilecek-yenilmeyecek hayvan tasnifindeki istikametini, yarasadan veya bilmem hangi haram hayvanın yenmesinden bulaştığı söylenen Korona gibi bir hastalıktan da teşhis edebilir. Evet. Evet. Evet. Binler kere evet. İş akılla da bu noktaya varır. İslam illa ki haklı çıkar.
İşte bu haklılığıyla, yani beşerin ancak küllî yolculuğunun sonuna gelince, o da kapsamlı bir akılla/tefekkürle bakabilirse, alabileceği dersleri daha başta bize öğretmesiyle İslam yolumuzu kısaltmıştır. Takva da emirde-nehiyde öğütlediği dikkatle bu yolculuğu en az yorgunluğa indirmiştir. Bir müslüman eğer takva sahibiyse içkinin-uyuşturucunun vs. kötü olduğunu zaten bilir. Sakınır. Korunur. Bunu önce bağımlı olup, zararlarını tek tek görüp, binbir türlü rezalet yaşadıktan sonra "Ulan ne kötü şeylermiş bunlar!" demekle öğrenmez. Bir tür koruyucu hekimlik hizmeti sunar takva bize. Vahyin insanlığa rahmet oluşu da bu sırdandır. Aleyhissalatuvesselam Efendimizin ’âlemlere rahmet’ olarak zikredilmesi de bu bağlamdan anlaşılabilir. Evet. Biz bugün her ne sıhhate sahipsek, o koruyucu hekimin dersiyle, o gönül doktorunun aramıza teşrifiyledir. Yani ondan öğrenmişizdir.
Hülasa: Mürşidimin takvayı ’yol kısaltıcı’ olarak anmasının ferdî hayatıma da bakan böyle bir gölgesi olduğunu düşünüyorum. Bu kısaltıcılıktan haber veren ayetlerin hayatlarımıza da işarî manalarla dokunduğunu, Allahu’l-a’lem, zannediyorum. Arkadaşım, bu hususa dikkat et, bence aynı gölge hepimizin üzerine düşüyor. Aynı parmak hepimize dokunuyor. Hepimiz, takvaya uygun hareket ettikçe, tecrübeyle çok uzun zamanda alacağımız dersleri kısacıktan alıyoruz. Kestirmeden gidiyoruz. Yolu bir hayli kısaltıyoruz. Uçuyoruz. Elhamdülillah. Ne diyelim: O Rahman u Rahîm, aczimize/fakrımıza acısın da, lutf u hidayetiyle bizi kestirme yollardan ayırmasın. Âmin. Âmin. Âmin.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.