Bekle Sevdiğim
Yine aynı bir zamandı, değişenlerin üstünü örttüğü gerçek parçalanmaya yüz tutmuştu, vezir şehri yüksekten gören sarayın çardağında, çoğunu tanıdığı, çoğunun mutluluğunu paylaştığı insanlara baktı. Kapısının açıldığını ve kimin geldiği ni biliyordu ancak kendisine sunulan gümüş bardak içindeki kırmızı kızılcık şerbetinin sağ yanından uzatıldığını görünce geriye döndü, şeyhi gelmişti, bardağı uzatmış olarak boynunu bükmüş halde görünce, şaştı bir dem, yaptığı tercihten ötürü içindeki volkanların dinmesini beklemeden bir el tersiyle şeyhi tokatlamak istediyse de kendine hakim oldu. Bir çöp olması gerekirken güneş şimdi tanrıları olmuştu yeniden. Tüm kabahat bu pis sakallı sofistlerin olmalıydı ve onların tek tek vurdurmalıydı boyunlarını. Onlar yanıltmışlardı ve mahkumu haline getirmişlerdi halkını dünyaya.
Ayağına kıymık batmış gibi bir halde girdi içeriye, haberlerdeki olaylara öyle sinirlenmişti ki, ne demek oluyordu bu, Ruslar nasıl Almanyayı işgal edebilirdi, kör müydü adam yerine koyduğu onlarca yüzlerce kul. Kadim kitaplarda anlatılan yıkıntıları yaşar gibiydi, boğuluyor, dağılıyor, kanı gözlerine hücum ediyor, ağlamak istiyordu tüm dünyayı tufana boğacak şekilde. Sakinlemeli, uyumalı, rahatlamalıydı bir an önce ve kökenlerini çözmeye çalıştığı illetin birden karşısına çıkmasının dehşetini untuvermeliydi, yaşadığı konağın altında sıcak suların insan bedeninin dayanabileceği kadar ılıştırıldığı harem banyosuna doğru hızlı adımlarla hareket etti. Oysa içinden geçen kaynar suların içine girip yanmaktı. Oysa bu uğurda dünyayı ateşe vermekten kaçınmazdı ve kaçınmayacaktı.
İlk taşı koymasının ardından alnını sürdü, gözyaşları içinde kaldığı dönemden sonra döndüğü topraklara. Ve öğretmişti ataları onlara, bereketin tamamlanması için bir kanal açma fikrini yerleştirmeliydi artık tüm gelecek yüzyıllara. Bir Aden olacaktı bu bölge ve seçilmişlerin cenneti bir yer ve Tanrı inecekti ve gösterecekti kendini sonunda. Olabilir miydi, yapabilir miydi sonunda bulmuştu yeniden, kavuşmuştu işte atalarına emanet edilen yere. Ve düşünde binlerce sığırın ve keçinin kurban edildiği gün açılmıştı göklerin kapısı yeniden. Bu Tapınağa inecekti Tanrı.
Gördüğüne inanamadı, köle pazarındaki insanda gördüğü tamga eski atalarınındı. Eve geldi, dedelerine dedelerinden kalan demire baktı aynı tamgaydı. Ne yapması gerektiğini düşündü, bırakamazdı onu köle olarak, bir şekilde kurtarmalıydı. Oysa kendileri de devamlı gözetim ve denetim altındaydılar, artık bu topraklardan gitme vakti geldi dedi içinden. İki su birleşmeden geçmeleri için bu vadiden, kölelikten kurtardığı insanın kabilenin önünde hem yürüdüğüne hem de ona tabii olmak şansına kavuştuğuna ve göklerin kendilerine yeni bir kader yazdığına çocuklar gibi seviniyordu, yanında yürüyen eşine baktı en sade ve mesut bir derinlikle, artık tüm acılar geride kalmıştı, yeni bir hayat ve gelecek, uzaklardan gördükleri ve karıncaya benzeyen dağların hemen ardında olmalıydı. Kaç fersah yol geldiklerini bile hatırlamıyordu ve izleri de silinip gidecekti muhtemelen. Kendileriyle gelmek istemeyen çoğunluk ise zamanını bekleyecekti tarih sahnesine çıkmak için, oysa onlar sadece huzur istiyordu bu yaşamda o yüzden de dışlanmışlardı kendi boy ve uyruklarından..
Kasap satırıyla bedeninden ayırdığı öküzün kellesini yüzülmesi için attı sepete. Artık av mevsimiydi ve hazırlıklar bir plan dahilinde yürüyordu, sürüler de semirmiş ve çoğalmaya devam ediyor derken gördü çocukların kavgaya tutuştuğunu. Varıp ayırmak, nasihat etmek istese de göz göze geldiği yengesinin- hayır karışma, işine bak- bakışlarıyla niyetinden vazgeçti. Bir şeyler olacağa benzerdi, tüm işaretler belirmişti sanki. Amcasının çadırına gelen gidenler bitmiyordu kaç yıldır. Daha önce böyle hareketlilikleri sadece göç mevsimi yaşarlardı. Anlamazdı çoğu kimin neden bahsettiğinden ancak o sadece mazlumu bilir mazlumu korurdu. Dayanamadı bir hışımla vardı çocukların yanına, altta kalan çocuğu tuttu çekti, diğerlerini de bir kol bir tekme darbesiyle yere düşürüvermişti. Hiç konuşmadı, çocukların gözlerine baktı kıvılcım sıçratırcasına, sonra hepsinin elini aldı üst üste koydu ve en üste, tek kalan çocuğun elini koydu. Tekrar baktı gözlerine anladınız mı der gibi ve çocukların kollarını sırasıyla birbirlerinin omuzlarına… Bir hilale benzeyen şeklin ortasında kaldı ve birden daldı çocukların bacaklarına, çocuklar da ona saldırdı, kimi bacağını, kimi kolunu, kimi boynundan tutsalar da her birini savuruyordu.. Epey terlemişti ama değmişti işte. Kendilerine getirilen ayranları yudumlar ve başlarına dikerken gülüşmelerine can feda olsundu.
Unutulacak diyordu tüm bu bilgiler kaybolacak bu büyük ovalarda, renkleri mi olacaktı sonları.. Kimse umursamıyordu bırakılan mirasları ve gelecek tehlikeleri, bulamıyordu yanına fazlaca bir kimse taşlara kayalara çizerek geleceğe bırakmak istiyordu tüm işaretleri, belki diyordu binlerce yıl sonra kendisini anlayacaklardı. Bu bozulmuşluk reislerinden sirayet ediyordu herkese. …Kraliçe kuzey suyunun doğusuna verdiğinde kendini ve hazinelerini, pişman olup geri geldiğinde…
Bu gün harabelerin üzerine doğacak, oysa kendini yırtıyordu, yırtınıyordu deli gibi, anlatabilmek için herkese. Böyle olmayabilirdi.
Balık istifi gibi toplanıp gemilere bindirildiğinde anlamıştı kayaların dilini ve sadece hayatta kalması da yetmeyecekti artık, ayak bileklerine dolanmış demir halkalarda son nefesini veren kabilelerinden herkes batı suyunun dalgaların atılıp cesetleri balıklara yem edilirken, sadece susuyordu.
Herkes okuduğunun kölesi olacaktır, düşünmek bir anıt gibi yıkıldığında doğruluk değerini yitirince çocuklar. Kendinizden geçmeden neyi başarabilirsiniz. Zulüm öyledir ki kendini haklı çıkaracak bir Tanrı her zaman bulacaktır. Ve kadınların köleniz olmadığını unutmayın…. Birden sustu, at nallarının çıkardığı seslerden görmüştü sonunu. Ve yine karanlık kralların kılıçlarıyla geliyor, tapınmacıların desteğiyle yükseliyordu. Daha dün yıldızları gözlemlediği merceklerin yanına doğru yürüdü ve göğe baktı, günden kamaştı gözleri, aynı yerde aynı yıldızın altına gömülen hocasının son sözleri geldi aklına: Onlar ateş böceği değildi.
*
Öyle diyor eskiler 3 bin yıl öncesi bir başka güzeldi. Güzellik ve iyilik ve huzur olmadığı için yok değildir. Huzuru aramaya kalkan sadece kendisini bulabilir, bulamayanların ne farkı vardır taşlardan. Taşlara kömürle ağız göz kulak çizince senin dostun mu olacağını sanıyorsun, seninle konuşup, seninle güleceğini… Ayak çizince yürüyecekler mi hemen. Ölecek bir insanın ruhunu elbette yakalayacağız ve giydireceğiz taşlara, dile geldiklerinde taşlar daha yeni başlayacak bu çağ.
Ve ilk defa yanılmayacağım ustam belki de. İnsanlık tarihi yanlışlarının toplamı değilse nedir, aciz bir et kemik kan ruh parçası mı? Konuşturulduğunda susanlar, duyacağız ve yargılayacağız Tanrıları.
Ve yine eksik kalacak biliyorum her şey.
O yüzden bitmemeli yürüyüşümüz, sevgimiz, sevgililerimiz, nefes çok eksik kalmadan önce ulaşmalı aradığı nefesine. Ve karşılık görmeli yeniden bir hayat. Dumanlarını dağıtmalı ve söndürmeliyiz yanan Tanrıları. Tanrının çığlığı ve acısını duyuyorum, kabusları hiç eksilmiyor sanki. Ancak bekle sevgilim, ben geliyorum.
YORUMLAR
diyor derken gördü çocukların kavgaya tutuştuğunu. Varıp ayırmak, nasihat etmek istese de göz göze geldiği yengesinin- hayır karışma, işine bak- bakışlarıyla niyetinden vazgeçti. Bir şeyler olacağa benzerdi, tüm işaretler belirmişti sanki...
yazının özü bu olsun istedim ve tüm kuşaklar devam etsin yürüyüğe.. hiç bir tanırıyı araya almadan, ve bütün tanrıları mevzu dışı bırakaraktan... insan nesli ne çektise dinler zulmünden çekmiş ki şahit tarihtir, üstü örtülmeye kalkılsa da gerçek bir yerde gösreriyor kendini mutlaka...
ve eksik kalsa da bir şeyler bu kadar eksik olmayacak nasıl mı biz insanca düşünmeye başlayınca...
ne deyim daha başka
ha bir hatırlatma lütfen tanrıları uzak tutun şiirlerden ve yazılardan
bitmeyecek sevgi saygı ve hürmetimle
gerçeğin deminde değer bulsun emekler üç nokta
Yinsani
doğruyu de, eksiği göster yeter , kimi örs olsun kimi çekiç ... boşluğu dövmek çok enerji gerektirir yalınız:))
saygı sağlık ve huzur dileklerimle..
Ustam;
Uzun zamandır ilk defa da umut gördüm yüreğinde... İnşallah gittikçe büyür büyür..
İkinci yorumum oldu ama bu notu yazmazsam haksızlık olacaktı yazıya
saygılar ustam
black_sky
ersinbaşeğmez
nasıl olsa nöbetçi yorumcu açık:))))
saygılar nesildaşlarım
Yinsani
nesildaşım sen de bir açıldın pir açıldın valla.. şiirler yorumlar çıta atladı sanki:)) boşuna nesildaşım demedim zaten... ben klavyeye kilit vurmak istesem de vuramıyorum valla..
eksik olmayın gönül sayfamdan..
saygı sağlık ve huzurla
black_sky
Eksik olma beğenin çok değerli.
Nesildaşım ne denir...uzun zamandır böyle karmaşadan uzak akıcı bir yazıyla geldin..zaman zaman akis içerisinde o yığılmış duygular kendini belli etse bile içinde süzülerek geldim son noktaya kadar..
Ve dedi bekle beni sevgilim ben geliyorum...
Dedim ki bu yolculuk çok zor ve yıpratıcı bir yolculuk...bekle sevgili ama işin zor onca yara nasıl sarılır bilmem...
Tebriklerimi ve selamlarımı bıraktım..
Eksik olma ve böyle bir nesildaşının olması gurur verici.
Sağlıcakla
Erlik Aldacı
" İnsan ihtiyaçlarının toplamıdır." İletirseniz sevinirim...kendim vermeye cesaret edemedim.
Tekrar özür dilerim. :)
black_sky
Sağlıcakla
Yinsani
ne bunlar, üçü bir arada değil mi bu, evet nescayfe.. bir tane göndermiş baksen.. insan iki tane gönderir birlikte içerdik.. ben bilmem nesildaşım, hadi ben kaçtım.. bir dakika,senden bir şey istesem, buyur, senin yiğen vardı ya seslendirme yapan, he.. bu nescafeyi ona versen... sana gelmiş olmaz ki.. lütfen... tamam o zaman. teşekkür ederim..
insan bi kımız gönderir. daha hiç içmedim..
her iki dosta da saygı sağlık ve huzur dileklerimle:))
Yinsani
aklıma gelmişken diyeyim, fransız bir feylesıf varmış; ersin ustamın yorumunda değinmiştim, pdf sini indirip sen de okuyabilirsin, modern dünyanın bunalımı.. bu yazı o kitabın ilk 25 sayfasından gelen ilham ile yazıldı... olduysa ne mutlu:))
saygı sağlık ve huzurla nesildaşım
eksik olma penceremizden..