- 339 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Mehmed Görmez Hoca 'yapıyor' mu 'yıkıyor' mu?
Yaver-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Buharî’de geçen bir ferman-ı mübarekinde eliyle göğsünü işaret ederek buyuruyorlar ki: "Takva buradadır!" En doğrusunu Allah bilir. Ben kendi payıma bu hadis-i şerifi iki şekilde anlıyorum: 1) Takva içten dışa başlayan bir iştir. Yani evveliyatla ihlasını göğüste bulur. Orada sahicilik yoksa dışarıdaki kurgu hakiki takvadan haber vermez. Ancak yapmacıklıktan haber verir. 2) Takva öncelikle ferdin yüküdür. İrade sahiplerinin tek tek, birey birey, birebir sorumluluğudur. Yalnız ötesini/ötekileri sınanma konusu sayarak takvalı olunmaz. Yani "Dedem de hocaydı!" veya "Cemaatim var ya!" demekle takvalı olunduğu görülmemiştir. Aksine, zaman, böyle okumalar sahiplerinin kitlesel olarak pek kolay günaha hücum ettiklerini göstermiştir. Nitekim, ben, FETÖ’deki arızalardan birisini de böyle teşhis ediyordum: Aidiyetlerini o kadar yüceleştiriyorlardı ki birey birey Allah’a olan mesuliyetlerini düşünemez oldular. Göğüslerini unuttular. Bir emirle herşeyi arkalarına attılar.
Bu sadece FETÖ’de değil bütün aidiyetlerde bir problem. İster bir partiye ister bir cemaate ister başka türden bir yapıya bu şekilde bağlanırsanız, yani takvanın göğsünüzde olduğunu unutursanız, onun/onların yaptığı herşeyi doğru bulmaya başlarsınız. Halbuki Müsned’de geçen bir başka hadis-i şerifte de, Aleyhissalatuvesselam, Vâbısa radyallahu anh’a şöyle buyurmuştur: "Vâbısa sen kendine sor. İyilik kalbinin rahat ettiği şeydir. Kötülük de kalbini ezen ve bir türlü yer bulamayan şeydir. İnsanlar sana ne kadar ’olur’ derse desinler sen kalbine danış..."
Bu aslında takvanın, olgunlaşmış bir bireyin, daha doğrusu ferdiyetinde kemale ermiş bir ferdin, halet-i ruhiyesi olduğuna delildir. Çünkü o Rabbiyle ilişkisinde kendisini birebir sorumlu olarak görmektedir. Defterini ayrıca tutmaktadır. Kalbinden de fetva almayı gözetmektedir. Böyle birşeyde muvaffak olmak bireyliğini tamamlamakla mümkündür. Varlığını aidiyetlerinden ayrı bir şekilde tanımlayamayan, tek başına ’abdullah’ olduğunu unutan, böylesi sıkıntıları yaşar.
Evet. Ahirzamanın en büyük problerinden birisi de ferdiyetinde kemale ulaşmamışların oluşturdukları cemaatlerdir. Bunlar küllî değil küll olurlar. Parçaları da cüzî değil cüz olurlar. Bireyselleşemezler. Fakat bir saniye: Biz burada ’cemaat’ kelimesini sık kullanıyoruz diye kimse mevzuu sırf dinî sanmasın. Sadece dinî aidiyetlerin böyle sorunlar oluşturduğunu düşünmesin. Hâşâ. Belki bu sorun en az onlarda yaşanıyor. Diğer türden aidiyetlerde bu körelmenin neticeleri daha acıdır. Daha dehşetlidir. Daha yıkıcıdır. Sözgelimi: Emperyalizm, siyonizm, komünizm, kapitalizm vs. böylesi seküler cemaatlerin dünyaya yaşattığı cehennemlerin isimleridir.
Aslında Mehmed Görmez Hoca’nın Habertürk’te yaptığı tesbitlere muhalefetim de en çok buradan kaynaklanıyor. O gün yazdığım twitlerde konuyu şöyle özetlemeye çalışmıştım: "Küresel siyasetin günahları cinsel bütün günahlardan büyüktür, cümlesini iyi bir sigaya çekmek lazım. Beni rahatsız etti. Neden? Öncelikle şunun altını çizmem gerekiyor: Bizde günahları birbiriyle kıyaslayarak küçültmek âdeti pek yoktur. Görmez gibi ’cinsel günahlar’ diyelim hadi. İslam’da yedi büyük günahtan birisi sayılmıştır. Küresel siyaset gibi bir ’fail-i meçhul’e hesap keserken bu yediden birisinin dehşetini azaltmak neden gereksin? Kaldı ki cinsel suçun faili bellidir. Diğerinin günahını kim omzuna alır? Dediğimi şöyle bir misalle zihninize yaklaştırmak isterim: Birisini cüzdan çalarken yakaladık diyelim. Bu sırada bir başkası diyor ki: ’Ohoo, o ne ki, hergün İstanbul’da bu cüzdandaki paranın kaç misli fazlası değerde ekmek çöpe atılıyor!’ Aklımıza şu gelir: ’Ne alaka?’ Bir parça suizan edeyim. Ben eğer bu olayın şahidi olsam ’Şu ikinci adam hırsızı kurtarmak istiyor galiba!’ derim. Çünkü ikincisinin mübalağasında hiçbir failin suçlaması yoktur. Havayı dövmek vardır. Ancak birincinin faili bellidir. Ondan vazgeçilmekle ehvene ulaşılmaz."
Evet. Muhalefetim bu sadedde devam ediyor. Görmez ’küresel siyaset’ gibi cisimsiz failleri odak noktası kıldığında Aleyhissalatuvesselamın göğsümüzü gösterdiği parmak, hâşâ, bir parça boşa düşürülüyor. Çünkü İslam’ın gerek küçük gerek büyük günah tanımları hep ferdi kendi bireyselliğine uyandırmak işlevini görüyor. Yani gıybetten tutun başkasının ağacından meyve çalmaya, zinadan tutun hayvanlara eziyet etmeye kadar İslam fıkhında tanımlanmış bütün günahlar ’abdullah’ı işaret ediyor. Onun gerek ’hukukullah’ gerekse ’hukuk-i ibad’ karşısındaki sorumluluklarına uyanmasını sağlıyor. Siz şimdi bu göğsü gösteren yüzbin parmağa "Bir güncellemek lazım!" derseniz, sonra da suçu "Ordaaa bir köy var uzaktaaa!" şarkısındaki gibi ’gidilmeyen-görülmeyen’ bir yere şutlarsanız, ferdin kendisini inşa etmesini zorlaştırırsınız. Hatta muhtemelen bu tutum müslüman toplumdaki fısk u fücuru da arttırır. Zira ayarları bozulur.
Nasıl bozulur? Tıpkı Bediüzzaman’ın dediği gibi bozulur: "Ben vaizleri dinledim; nasihatleri bana tesir etmedi. Düşündüm. Kasâvet-i kalbimden başka üç sebep buldum: (...) İkincisi: Birşeyi tergib veya terhib etmekle ondan daha mühim şeyi tenzil edeceklerinden, muvazene-i şeriatı muhafaza etmiyorlar. (...) Hiçbir vakit hak ona muhtaç olmayan mübalâğalı tergib ve terhib ile, gıybeti katle müsavi; veya ayakta bevletmek, zina derecesinde göstermek; veya bir dirhemi tasadduk etmek, hacca mukabil tutmak gibi muvazenesiz sözler, katl ve zinayı tahfif ve haccın kıymetini tenzil ediyorlar. Bu sırra binaen, vâiz hem hakîm, hem muhakemeli olmalıdır. Evet, muvazenesiz vâizler, çok hakaik-i neyyire-i diniyenin husufuna sebep olmuşlardır."
Bence Mehmed Görmez Hoca da bilerek-bilmeyerek bazı muvazeneleri bozuyor. Dikkat çekmek istediği kötülüklere birşey demiyorum. Doğrudur. Büyük cürümler işlenmektedir. Ancak şeriat cürümleri ’bir seferde kaç insan öldüğüne’ bakarak değil ’bireyin o şeydeki sorumluluğuna/zararına’ bakarak tayin etmektedir. Evet. Büyük günahlara dikkat ediniz. İçlerinde ’dünya savaşı çıkarmak’ yoktur. Amma ’cinayet işlemek’ vardır. Çünkü bir insan cinayet işlerken dünya savaşı çıkaracağını bilmeyebilir. Ancak cinayet işlemenin ne olduğunu herkes bilir. Bu nedenle Kur’an-ı Hakîm buyurur: "Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olması dışında, kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur, kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur."
Görmez Hoca’nın niyeti ne kadar iyi de olsa mü’minleri ittiği yön belirsizlikleri ziyadeleştireceğinden tehlikelidir. Zaten, azıcık derinine inersek, küresel günahlar dediğimiz şeylerin de kökü/kökeni insanın bireysel olarak içinde yaşadığı kaymalardır. Parçanın ifratı olmasa bütünün zulmü olmaz. Elbette tedavi de yine içinden, parçadan, bireyden başlamalıdır.
Her neyse. Söylenecek çok şey var ama yazıyı epeyce uzattım. Şuna da dokunup bitireyim: "Tabiatla yeniden bir merhamet sözleşmesine ihtiyaç var!" derken de hocanın yapmak istediğini anlayamıyoruz. Neden? Mevzu sözleşmesizlikten çıkmıyor da ondan. Sözleşmeyi sallamamaktan çıkıyor. İslam bütün zamanlara kâfi-vâfi bir sözleşme değil mi? İnsanlık ona uysa dünya yeni bir saadet dönemi yaşamaz mı? Böyle dolandırıcılar arasında gezdikten sonra kırk tane yeni sözleşme yapılsa ne olur? Sözleşme sırf yazıldı diye düzenbazları kendine cebredebilir mi? Hülasa: Görmez Hoca’nın açıklamalarını ağız suları akarak manşetlerine taşıyan sol medyadan bile biraz gözünün açılması lazım. Hidayet ise Allah’tandır. Biz de Ona tevekkül ederiz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.