- 729 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
26 Suskunluklarımız benlik direncimizi aştı 26.
Sonun başlangıcından az önceki zamanlar…
Süzülüp gitti yaşamın içinden uzaklara, uzakların sessizliğine, buhusuna, pusuna, belki de kimsesizlik hisleri ile yolların girdaplarındaki hoyrat bakışlarla koskoca bir dünyanın şu anki ıssızlığı ile ömre uzanmış, hasretler, öfkeler, sahipsizlikler yarım kalmış,
sözverişlerle, yaşamın ince çizgisinde varlık savaşı vermeye çalışırken, aracımdan bir ses gibi bir tını "her şey sen gibi" sanki der gibi veya bana öyle geldi bu puslu gidişte...
İçimdeki özentiler, içimdeki heves ve meraklar, özlemin ardı bu meraklanmalar ki dünlerin kısır nefes almalarının içinden fırlayan bu günler özleme duman engeli koymuş görüntüsü ile heybeti gölgelenmiş dağ eteğinden bakar gibiyim gözlerimde büyüttüğüm yapısı ile geçmişin bunalışlarına…
Son dönem yaşamıma saplanmış geniş zamanların dar nefeslerini alıyorum…
Öfke ve özlem karşıtı bir ruh süzülüşü var içimden…
Belki de yine de belli olmaz ama bir kopuş özlemi yaşanıyor ruhsal yapımla…
Kopuş ve tutku tüm düşleri allak bulak eden düşünce çemberi yaşamıma musallat olan…
Bir yaşam hikayesi uçuşuyor gözlerimin önünden…
Siyah beyaz bir yaşamda varlık gösteriyorum sanki…
Renklere bürünmüş özlediklerim, koyusunda kaybolmuş günün zamanın geçini kullanıyor gözlerim, aradığım veya aramak istediğimden uzak yaşama duygusu bu sahipsizlik hislerine gark olarak, yokuşun ta göbeğindeki kontrolsüz nefesim, ardına bakamadığım geçmişin ve kararsız duygularla bocaladığım yaşam varlığım ve sensizlik öfkeleri ile yeniden düşmek yollara…
Güneşin ışıkları dökülüyor omuzlarımdan aşağı düşerek, tüm acılanmalar, tüm ürkeklikler, tüm vazgeçişler yuvarlanıyor aşağıya doğru, başı bozuk düşler, sonu umutsuz istekler, acılanmalardan kalma iç tortuları ile düş bezmişlikleri ve yarınların korkuları pür telaş isteksiz nefes almalara karışmış…
Aslını kaybetmiş tüm düşler ve yarınlara sarkan yalnızlık korkuları ile çaresizlik dalgalanmaları yapışmış dilimde düşen kelimelerle bir türkü ritmi ile kendi kendime avuntu…
Renk kısırlığında bu yaşamın son demleri vazgeçilemeyen tortulu düşüncelerin ardına saklanan kaybolmaya meyilli sevinçler ve pişmanlıklarla arka arkaya dizilmiş yaşam günleri…
Uzayıp giden bir ağıtın eksik cümleleri ile kendi kendimi avutma çabalarım…
Ardından gelen özlem ki kıskançlıklarındaki istek cümleleri…
Belki de yarınsızlık pişmanlık korkularımın arka arkaya sıralanmış sevgi sözcüklerimin içine sığınan bir soru sormanın sonsuzluğu olur muydu?
Kaybolmuş ve özlem ardına düşen pişmanlık korkuları…
Kıraç bir kırsaldaki mezar taşlarının yalnızlaşmış görüntüsünün içinde kaybolan umutların varlık mücadelesi yenilenmiş bir var oluş isteği…
Yarın demişti yarın cümlesi ile bir hayal sesi, yarın unutulacak tüm zamanların sessizliği başlayacak yüreğimin gizlisindeki hayâl gölgeleri…
Bir anda içimden en son söylenecek cümle düştü dilimden” sana gelmeye gecikirsem bil ki hiç gelemeyeceği, bil ki nefesim tükendi…
Garip ve hiç düşünmediğim bir olguydu bu tarif. Hatta imkânsız, gibi bir şeydi. Bunu düşünmem en koyu bir vazgeçiş veya vedasız gidişin sebepsiz tanımı…
Keskin ve sert bir karanlık veya çaresizlik cümlesi ile başlayan düşlerle yolculuk…
Bugüne değin hiç düşünmediğim ve istemediğim bir cümle etrafındaki çemberi adımlamam…
Daha sonraki yıllarda bu kararı aldığımda öfke yorgunu idim…
Ve kendime bile karşı gelerek her şeye rağmen kaybetme korkusunu içimden hiç atamadığım bu düşünceye rağmen hiç gitmedim ona, tüm dar nefeslerime rağmen…
Sınanıyordum kendi benliğim, isteklerim ve mutlu olma hislerime rağmen, yasaklı yollar, beldeler, mahalleler veya sokaklar peydah etmiştim kendime…
Bugüne değin adını ve merak ettiğim hiçbir şey beni bu kararımdan döndüremedi…
Ne kadar garip ve sert yaşam kendi gözünde mutlu olduğun bir bedeni uzaklarda olduğu düşüncesinde olduğun her şeyi ona dair her görüntüyü yok sayabiliyor insan...
Bence öfkenin kudurgan halinin en yumuşak yanı buraları olsa gerek…
Sevmenin tüm kuralları yıkılıyordu aslında, belki de bir boşluk dağınıklığı bu…
Belki de telaşsız bir yaşamın içindeki dinginlikti bu boşluk…
Belki de korkuyordum kendi benliğimin kırılganlığından. Sanırım bu düşüncelerle yaşamımın en zor safhasında varlık uğraşı veriyordum. Ama korkmuyordum, korkusuzluk korkularını yenmişken susuzluk korkuları yaşıyormuşum gibi ağzımın içi kuruyordu…
Her halde ayrılık belirtisiydi bu kurumuş ağzımın içi…
Bir gün, mutlaka bir gün bu tedirginliklerin sebebini bulacağım ve bundan sonraki yaşamım dinginlik içinde devam edecek.
Düşündüm de bu tedirginliklere sebep, değişik düşünceler ile sevgim bağımdaki pişmanlıklarımın devam etmesi, yaşamımdaki huzurun temelini sarsıyordu.
Ve bu sarsıntıya tek sebep, olağan üstü güven duyguları ile var olduğum sevgideki sarsıntılarımdı…
Yaşamın içindeki yanılgı girdaplarıydı ruhsal yapımın dengesini bozan...
Gereksiz yere sadece içsel isteklerle olağan üstü zamanlar yaratıp yollara ve uzaklara daha sonra da uzaklarından da ötesine veya uzağına, gidişim, hep bu denge dağılmalarıydı ruhsal yapımda…
Yavaş yavaş kendime güven duygumu yitirmeye başlamam, bir çok konuda benliğimi suçlamam, kendime iradesiz tabusu yakıştırmam, günleri artarda huzursuz zamanlar ilan etmem, kendime olan irade güvenimi sarsmam, hep bu tedirginlik olgusu ile dengemi yıpratmamdı…
Kendi zamanımı isteklerime göre dondurmam, irade eksikliğine çıkarıyordu tüm mantıksal düşüncelerimi…
Sevginin garipsenecek bağımlılıkla içinde kalma mücadelesi her gün kendi kendini çürütüyordu…
Ve artık toparlanıp öfkemi hak edene yönlendirme isteğime kavuşmam gerekiyordu…
Artık sevgi imtihanında var olmaya çalışmanın da bir anlamı kalmıyordu, hak etmeyen birine bu kadar değer vermek gereksizdi. Her daim onun iyi taraflarını düşlemem de bu hata zincirinin bir halkasıydı…
Oysa değmeyene yeniden verilen değerdi, beni ruhsal çökerten…
Evet hiçbir övgüme değmeyen bir aşkın bir aşkın kurbanı olmaktan kendimi kurtarmalıydım…
Benlik direncimin kırılma noktası buradaki davranışa uzayıncaya kadar geçen zamandı ve artık sabır taşmıştı sevgiye sadakatte…
Unuttuğum tek olguydu sevgiye saygıdaki tahammül sınırı neresiydi?
Ve hangi şartlara göre geçerliği vardı?
İnsan kendine saygınlığının yitirildiği andır ki benlik direncinin kırılma noktası işte o andır aslında dönüş zamanlarının içinde var olduğunu hissetmen…
Galiba en önemli direnç noktası kendine saygı gerginliğinin kopma anıdır işte o andır ki artık kendi benliğine ulaşma zamanı…
Yaşam bu anları kendine yaşata yaşata ortaya atıyordu yoksa tıp terimleri gayet sarihti, kendine zarar veren her şeyden uzak yaşayacaktı insan bu sevgide olsa sevgili de olsa değer yitikliğine uğruyordu…
En zor yaşam zamanları her halde kaybedilmiş benlik direnci ile yaşanıyordu…
Ve bu bedensel kırılmalarına çıkıyordu…
Yine de içimizdeki ümit yarın bugünden daha huzurlu olacaktı…
Eminim ki bundan sonra yaşamım tedirginlikler içinde geçecekti…
Ama her şeyden önemliydi inanmak ve bir gün bu tedirginliklerim kesinlikle geride kalacak garip bir anı olarak devam edecekti yaşam, nefret ve tiksinti hislerim ile…
Yağmur oluğunun sonunda kalmış bir kap misali, muhakkak o kap dolunca başlangıca dönecekti yaşam…
Aslında var olan duygu sevgi taşmasıydı…
Çok sevmek, sevdikçe daha da sevmek, severek yaşamaktı nefes almaların en koyusu…
Düşünüyorum da ben bu yaşamın bu ihanet kısmını hak etmiş miydim sevgideki bu kurulu yaşamayı yeğlemiş miydim, soruyorum ki çok sevmenin gedeli neydi seni en çok sevdim derken, daha çok sevmek ne demekti?
Bu yaşamda yakışan bu benlik kayıpları mıydı, yoksa sevgi sözcüğünün yalana boyanmasının amacı neydi?
Bu anlatımlarla bu sorulara cevap verilememiştir. Çünkü onlarca yıl sonra bile bu cevaplara ulaşmak istemedim. Ama her kes alma zamanlarını biliyordu, saygın yaşamda gizliler bilinmezde kalır sanılmazdı…
Bazen sadece düşsel bir hikâye yazdım, gerçekliği belirsiz…
Karanlık kış gecelerinde, camlarda kalan bakışlarımla, vardığım son gerçek dışılık ve sadece olamazlarla dolu bir soruya yöneliyordum, artık unutkanlıkları yaşam zamanlarında varlık direnci ile nefes alma zamanlarıydı.
Kalemi bıraktığım an, bilgisayarda bir müzik sesi dikkatimi çekti, “senin olmaya geldim” diyor kalın ton ile bir kadın sanatçı, duraksadım, beynim ısındı, sanki ve gülümsedim, ardından geç kaldın kelimeleri çıktı dudağımdan ve dondu bakışlarım…
Hep veda edilecek biri veya birileri vardır hayatımızdan.
Ya çok sevip, yine de özlenecek bir veya birileri olmuştur yaşamımızda…
Çoğunu özleriz, çoğunu tekrar görmek isteriz…
Ama biri vardır ki yaşamımız boyunca en çok önem verdiğimiz. Veda edeceğini düşüncemizden bile geçirsek, içimiz sızlar. Ve korkular doluşur yaşam boyu onun gidişinin ardından durmayasıya veya duramayasıya, özlem acıları çekeriz…
O en önemlimiz ve en değer verdiğimiz iken sonuç vedasız gidişlerle hayatımız dara düşer ve özlem kıvranışları başlar içimizdeki adı unutulmazlık la yazılır hep düşüncemizde…
Ama bir diğeri vardır ki en değerlimiz ve en önemlimiz olmuşken, hayatımızı dahi hiçe saymışken, onun için ve artık bağımlısı olmuş düş kurmalarımızın kahramanı, düşüncelerimizden çıkmazı olmuşken, bir gün, en acılandığımız o gün, vedasız gidişi ile yığılırız boşluğa doğru…
Günler ve yıllara uzanan bu boşluktaki yaşamımızın içine öfke, kin ve acımasızlık duyguları ile sıkıntılı bir yaşamın içinde var olma mücadelesi verirken, artık nefrete ve tiksintiye uzamıştır onlu düşler…
Çoğu zamanlar nefeslerimize dahil olur düşünceleri…
Bazen merak edilir, onun yaşamı, bazen de düşüncelerimizdeki varlığına öfke duyarız, gün gün öfkelerimiz taşkınlığa uğratır ruhumuzu kendi, kendi kendimize söyleniriz, yaşamımıza dahil olduğu zamanlara pişmanlığımız için…
Gün gelir özlem gün gelir tiksintilerle yaşamımıza dahil olur ki artık vazgeçilmezliği bitmeye başlamıştır…
Çoğu zaman onunla ilgili kararlar alınır, ama asla uygulanamaz, sevme duygusunun karşılığı vardır içimizde…
Gün gelir bu duyguyu da yitiririz, işte o andan sonrası sanki bir boşluk ve kararsız zamanlardır…
Akılda kalan anılara saygı gereği onu yine de yüceltiriz, içimizdeki gün gün acılanmalarımız artar, sanki kendimizden onun adına vaz geçme düşünceleri ile savaşırız…
Zaman her an içimizi oyarcasına gözyaşlarımıza hükmetme zamanlarının engellenemez oluşudur ki nefretin baş gösterdiği en büyük zamanlarıdır artık yaşamın…
Gün gelir sevgi ağır basar, gün gelir öfke…
Çaresiz yaşam günleridir uzun zamanları içine alan…
Aslında kayıp zamanlarıdır bunlar ömre yayılan…
Çaresizlik ve mantık artık hüküm sürerken yer değiştirir ki an an uzaklaşır insan sevginin tutsaklığından…
Artık yaşam zamanlarıdır nefrete bezenmiş ruhla yaşamın yarınsızlık zamanlarında varlık uğraşı içinde…
Mustafa Yılmaz
Fotoğraf Mahmut Açbay
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.