- 411 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Stratonikeia III
"Hiç bir acı aşk acısına benzemez, çünkü yarayı saracak olan hekim değildir"
3…
Günler geçiyordu, birlikte gizli gizli buluşmalarımız kimseden habersiz yaşadığım bu tehlikeli aşk uzayıp gidiyordu. Bir birimizi gördüğümüzde mutluluğumuzun gözlerimizden okunduğunu ilk kez gören birisi bile anlayabilirdi. Lakin bir birimize aşık olduğumuzu kimse bize konduramazdı, çünkü herkese göre ben onun üvey annesiydim ve Kral Selevkos’un eşi Kraliçe Stratonis. Ama biz birbirimiz için yaratılmış iki aşıktık. Dışarıdan bakıldığında çok çarpık bir ilişkiydi, bunu her daim kendi kendime sorgulayıp Prens ile arama bir mesafe koymak istesem de onun gördüğüm an aklımda ki tüm düşünceler yok olup gidiyordu. Aşk böyle bir şeydi işte, ne kadar engel olmak istese de aklım, yüreğim onun önüne geçerek engel oluyordu. Bu durumu anlamak mantığa sığdırmak çok zordu. Aşkı yaşamak belki ölümü seve seve göze almaktı. Belki zamanı mekânı kim olduğumuzu dahi unutturan bir iksirdi. Şu zaman denilen şey nasılda tuhaftı. O benim yanımdayken ne kadar hızlı ve güzel geçiyordu. Oysa o yokken benim için adeta günler kasvetli ve geçmek bilmiyordu. Onun varlığını dolaştığı yerleri bakışlarını her zaman takip eden gözlerim adeta tebessüm ile bakıyordu o ilk geldiğimde zindan olan şehre. Bu mutluluk ve güzel bir rüya gibi geçen günlerin biteceğini hiç aklıma bile getirmezken. Bir gün Kral Selevkos akşam yemeğinde Prens Antiokhos’u ayaklanmaları bastırmak ve şehirleri denetlemek üzere gönderme kararını almıştı. Prens Antiokhos bu durumu pek hoş karşılamamıştı. Lakin Kral ondan başkasına güvenemeyeceğini söyleyerek onu itiraz edemeyeceği bir girdaba sokmuştu. Gidecek diye öylesine üzülmüştüm ki, üzüntüm Kral’a yansımasın diye, orada fazla duramayacaktım. Adeta gökyüzü başıma çökmüş gibiydi, neden başkası değil de Antiokhos’tu. Şimdi ben onsuz ne yapacaktım, her sabah onu arayan gözlerim yokluğuna nasıl katlanacaktı. Ona öylesine alışmıştım ki onu bir gün bile görmesem kendimi kötü hissedeceğimden emindim. Ertesi günü bekleyecektim ve müsait bir zamanda onu tekrar görmeli ve onu gitmemesi ve Kral’a bir bahane uydurması yönünden ısrar edecektim. Akşam yemeğine kadar Kral ve diğer kumandanlar arasında bitmek bilmeyen bir toplantı olmuştu. Bir türlü onu tek yakalayamamıştım. Belki de Prens benim kadar üzülmüyordu bu ayrılığa, belki o beni sevmiyordu sevdiğini zannediyordu. Yok, yok onun bakışları ve yüreği böyle katı değildi. Kesin çok üzülmüştü lakin benim üzülmemem için bu üzüntüsünü belli etmiyordu. Neyse ki akşam yemeğinde yine bir aradaydık.
Akşam yemeğinde yine konu Antiokhos’un gitmesine gelmişti. Ben dayanamayarak bu sürenin ne kadar olacağını sordum. Kral bu sürenin yıllar alabileceğini söylediğinde yüzümde ki üzgünlüğü gizlemek için çok uğraş vererek gülümsedim. Aman Tanrım yıllar mı? Ne acı ben onsuz saatlere bile katlanamazken yıllar nasıl bir kelimeydi. Gece geç vakitte sofrada sızan Selevkos’un yatağının yanı başında onun boğazını kesmemek için kendimi zor tutuyordum ki içeriye muhafızlardan birisi girerek Prens Antiokhos’un acil yanına gitmemiz gerektiğini çok kötü olduğunu söylemişti. Apar topar gece kıyafetlerimle odadan çıkarak muhafızı takip ettim. Aklımda onun benimle konuşmak ve son geceyi beraber geçirmek için bu yalanı söylediğini düşündüm. Odadan içeri girdiğimde Antiokhos yatağında boylu boyuna uzanmış yatıyordu. Bir anda bunun gerçek olduğunu anlayınca panikledim, sanki yüreğime bir hüzün çökmüştü. Oysa onun bunu benimle görüşmek için yaptığından o kadar emindim ki. “Demek ki gerçekmiş” diye mırıldandım hafifçe. Oda da bulunan muhafız “efendim, bana bir şey mi söylediniz” dedi. Ona baktım ve “hayır hayır size bir şey söylemedim,” diyerek Antiokhos’a öylece bakakalmıştım. Aklıma birden onun yarın buradan ayrılacağı aklıma gelmişti. Aklım bir anda karmakarışık olmuştu. Antiokhos yoksa benden ayrılacağı için mi hasta olmuştu, yoksa gerçekten hasta değil de, rol mü yapıyordu. Yoksa düpedüz hasta mı olmuştu. Bilemiyordum ama gözleri açılmıyor, yüzü sararmış solmuştu. Ben öylece düşünürken şehrin en iyi hekimi gelmişti bile. Açık olan kapıdan içeriye iki muhafız ile girmişti. Yaşlı sivri burunlu zayıf bir adamdı. Elinde küçük tahta bir sandık vardı. Bana “merhaba bayan bana müsaade edebilir misiniz?” dedi. Bende kenara çekilerek Antiokhos’u yaşlı adamın ellerine bırakarak odadan çıktım. Kral’ın ağzını şapırdatıp sol yanına doğru dönmesi ile irkildim ve onu omzundan hafifçe sallayarak uyandırmaya çalıştım. Birkaç kere ismini söylememe rağmen uyanmıyordu. Lakin hızlıca omzunu iki elimle tutup silkeleyince uyandı. Uyanır uyanmaz yataktan doğruldu ve panikle “ne oluyor, Tanrılar aşkına” dedi. Bana baktı, bende ona “oğlunuz Prens Antiokhos çok hasta” dedim. Üzerine bir şey almadan yatak kıyafetleri ile oğlunun yanında soluğu almıştı. Bende kızımın bakıcısını uyandırarak onu başında bırakarak oraya gittim. Kral’ın yanında çok zarif görünüşlü uzun sarı saçlı endişeli bir kzı vardı. Buda kim diyemeden öylece bakıyordum bir taraftan Prens için endişelenirken diğer taraftan aklıma bu kızın kim olduğu takılmıştı. Kral Selevkos çok üzülmüştü oğluna duyduğu sevgi bağı inanılmazdı gözlerinden birkaç damla yaş aktı. Hekim hasta olduğunu hastalığının henüz ne olduğunu anlayamadıklarını ama herhangi bir yaralanma, zehirlenme, v.s. bilindik bir bulguya rastlamadıklarını hastanın uyanmasının akabinde tekrar değerlendirileceğini kral Selevkos’a söyledikten sonra, hastanın dinlenmesi için sadece bir refakatçi hariç herkesin odadan çıkmasını istedi. Hemen ben atılarak bu görevi kabul edeceğimi söyleyecektim ki Kral Selevkos ile göz göze gelen o kıza Kral Selevkos, “Lilian sen durman en doğrusu olacak eğer yorulursan hizmetkarlardan birisini çağır” dedi. Bu Lilian kimdi, neyin nesiydi, nereden duyupta buraya gelimişti, anlayamadım. Kral tam odadan çıkmak için kapıya yönelirken, Lilian bana elini uzatarak “siz Kraliçe Stratonis olmalısınız, ben de Prens Antiokhos’un nişanlısı Lilian” dedi. Antiokhos’un başında duran ıslak ipek kumaş parçasını alıp ıslatarak sıkmadan başına koyunca ben atılarak hemen su dolu kabı hemen değiştirip, kumaşı tekrar ıslatıp sıktıktan sonra başına koyduğumda. Hekim “hastanın yanında siz kalsanız daha iyi olacak” dediğinde. Lilian atılıp “o kraliçe ve küçük bir çocuğu var sorumlulukları var ben kalırım” diyerek kalma isteğini yeniledi. Hekim odadan çıkmak üzere olan krala baktı ve Kral’ın onaylaması ile Lilian hariç herkes odadan ayrılmıştı. Lilian’ın gözü Antiokhos ile evlenerek geleceğin kraliçesi olmak hemde mutlu bir evlilik yapmaktı. Bunu bilmemek aptallık olurdu. Lakin Antiokhos’a aşık olmadığını düşünüyordum. Antiokhos’ta ondan hiç bahsetmemişti. Kendi kendime olumlu düşünmeye çalışırken içimden bir ses “aptal, seninle sevgili olmak ve aşk oyunlarına alet etmek isteyen birisi nişanlısından bahseder mi?” dedi. Karmakarışık olan aklımda ki soruların son noktası Antiokhos’un iyileşmesinden başka bir şey değildi.
Bebek bakıcısı ve özel hizmetkâr’ım olan Asmina benim bu durgunluğumu ve düşünceli halimi gözlemlemiş olacak ki. “efendim çok yorgun görünüyorsunuz, biraz uyumalısınız?” dedi. Bende ona “önemli değil kendimi iyi hissediyorum” dediğimde. Asmina birden içinde kini ortaya kısık bir sesle döktü; “efendim Prens iyi olacak o güçlü birisi ve içerde ki o nişanlısıyım diyen kadına aldanmayın. Çünkü o sadece küçüklükten beridir Kral Selevkos’un oğluna uygun gördüğü bir eş, prens onunla hiç ilgilenmez,” dediğinde onun bu söyledikleri ne kadar içimi rahatlatsa da ona bakıp “iyide bundan bana ne?” dedim. Asmina’nın yanaklarında ki gamzesi esmer yüzünde belirginleşti. Gülümseyerek “efendim prens Antiokhos sizi gerçekten çok seviyor, bunu fark etmedim mi sanıyorsunuz? Sizi kendi bahçenizde gördüm. Lakin bu sır benimle gömülecek siz endişelenmeyin” dedi. Ben halen konuyu örtbas etmek için, “gördüysen ne olmuş bir kraliçe ve prens yalnız konuşamayacak mı?” diyerek ona kızarak cevap verdim ama onun gülümsemesi yüzünden gitmiyordu. Ona odayı terk etmesini söyledim. Odadan çıktı lakin ona kızgın değildim. Çünkü onun konuşması kölede olsa, bu sırrı taşıyacak bir sırdaş bulmak sanki sırtımda ki bu aşk yükünü hafifletmişti. Asmina ile çok iyi bir sırdaş olmuştuk. Asmina, ben buraya gelmeden önce hemen hemen her gece Selevkos’un yatağını paylaştığını ve Selevkos’un kendisini prens Antiokhos’un annesi ölen eşine benzettiğini söylemişti. Birçok sırrını benimle paylaşmıştı. Ben geldikten sonra ise bir kenara itildiğini sadece Kral’ın yani eşim Selevkos’un verdiği değerli hediyelerin kendisine kaldığını da söylemişti. Asmina’nın 35 yaşlarında yaşına göre gerçekten çok güzel bir kadın olması bu sözlerini kanıtlıyordu. Ben ona Kral’ı sevmediğimi mecburi bir evlilik yaptığımı söylerken o Kral’a gerçekten âşıktı, beni kıskanmıyordu. Selevkos’un Kral olması zenginliği ve aldığı hediyeler hiç umurunda bile değildi. İyi arkadaş olmuştuk ve o benim sarayda ki gözüm kulağım olmuştu. Sonunda Lilian’ın Prensin başından birkaç dakikalığına ayrılması üzerine odayı temizlemek ve havalandırmak için odaya girdiğinde, prensi yatağından aşağıya doğru çekip düşmüş gibi gösterip muhafızları çağırarak bu durumun Kralın kulağına gitmesine sebep olmuştu. Kral Lilian’ın yorulduğunu düşünerek görevi Asmina’ya verdi. Bunun üzerine benimde içim rahat etmiş ve aynı zamanda Asmina’ya olan güvenim artmıştı.
Her gün bir yerlerden hekimler geliyor bakıyor, bakıyor, kimisi değişik ilaçlar kimisi Tanrılara sun, kimisi değişik tılsım yolları ile çare bulmaya çalışıyor ama bu hastalığa çare bulamıyorlardı. Sonunda Kral Selevkos’un kulağına dünyada bu güne kadar ölüm hariç her hastalığın çözümünü bulan Mısırlı bir hekimden bahsetmişlerdi. Kral ne pahasına olursa olsun o hekimi buraya getirmeleri için en iyi 10 kişilik birlik vazifelendirdi. Birlik deniz yolu daha güvenli olacağından denizden yola çıkmışlardı. Kral Selevkos krallığının gözde varisini kaybetmek istemiyordu. Çünkü diğer oğlu bu vasıfları taşımıyor bir Krallığı yönetemeyecek zevk ve sefa düşkünlüğüne sahipti. Koskoca Selevkos İmparatorluğunun kaderini onun eline bırakamazdı. Bu sebepten prens Antiokhos ayrı bir ehemmiyete sahipti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.