- 556 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Stratonikeia I
STRATONIKEIA
"Aldığımız kararlar bizi bir bilinmeze sürüklerken korkarız, bilinmezliğin getireceği sürprizleri görene kadar"
Güneş hangi yönden doğarsa doğsun, gün ortasında tam tepededir. Benim içinde güneşin nerden doğduğu değil önemli olan gün ortasıydı. Dedem öldükten sonra ülkenin babamın yanlış siyaset izlemesini fırsat bilen Kral Selevkos, Büyük İskender’den dedem Antigonos’un yönetiminde ki topraklara göz dikmişti. Babam Demetrios savaşlarda bilhassa deniz kuşatmalarında bir hayli başarılı olmasına rağmen ülke yönetiminde etkin bir başarısı yoktu. Babam Demetrios Kral Selevkos’un elçilerini odalarına istirahat için gönderdikten saatlerce annem ile konuştuktan sonra beni yanına çağırdı. Elinde bir şarap kadehi ile şehri izleyen verandada bekliyordu sessizce yaklaşıp birkaç saniye onu öylece izledim. Çok düşünceli görünüyordu. Yanına iyice yaklaştığımda ayak seslerimi işitmiş olacak ki “sevgili kızım Stratus” diyerek bana döndü. Bende olduğum yerde selam vererek beklemeye başladım. Babam bana yaklaşarak sağ elinde ki kadehini sol eline alıp omzumu kollarının altına alarak beraber verandanın ucuna kadar yürüdük. Belli ki çok önemli bir konuyu benimle konuşacaktı. Nihayetinde kollarını omuzlarımdan çekip beni karşısına aldı. “Stratus ben ve deden sen ve anneni siyaset ve devlet işlerinde bugüne kadar karıştırmadık. Lakin şu anda ne kadar istemesem de söz konusu olan bizim yönetimimiz altında ki halkın çıkarları doğrultusunda Kral Selevkos’a bir anlaşma teklifi sunmuştum. Selevkos ile artık daha fazla savaşacak gücümüz yok ve barış için anlaşmalıyız. Çünkü çevremizde düşmanımız çok ve hepimiz üzerimize düşen görevi yapmak zorundayız” dedi ve bana tekrar bakarak “şimdi diyeceksin ki benim bu konu ile alakam ne? Sevgili Stratus, Kral Selevkos seni bu barışın nişanesi olarak istiyor.” Ben birden şaşırmıştım bildiğim kadarı ile Selevkos’un iki oğlu vardı herhalde onlardan birisi için beni istiyordu. Babam bu şaşkınlığım karşısında hemen konuşmaya devam etti, “bunun için düşünmen gerektiğini biliyorum, çünkü bu ülken ve ailen için büyük bir fedakârlık olacak,” dedi. Ben ise olgun bir tavırla hemen cevap verdim. “evet” dedim babamın ve üvey annemin gözleri bana çevrildi sanki verdiğim cevabı duymamışlardı. Tekrar “evet diyorum” dedim. Babamın gözleri dolmuştu. Devam ettim “ben bir erkek gibi savaşamam lakin bu ülke için hayatımı verebilirim” dediğimde babam ve üvey annem sanki omuzlarından koca bir yük kalkmışçasına rahatlamışlardı. Çok geçmeden hazırlıklar tamamlanıp ailem ile vedalaşıp, Kral Selevkos’un sarayına yola çıkmıştım. Yolda bu cahilce kararımdan dolayı bazen kendime kızıp gözlerimde ki yaşa hâkim olamıyordum. Henüz gençliğim verdiği cahilane bir karardı ve buna hayır demenin nelere mal olacağını düşünüp duruyordum. Beni bilmediğim bir geleceğin karanlığına doğru sürükleyen bu yolculuk kim bilir bana gelecekte nasıl acılar getirecekti. Nihayetinde Selekya (Seleucia) ya gelmiştik beni şehrin girişinde karşılayan Kralın mahiyetinde ki görevliler bana “hoş geldiniz kraliçem” diyorlardı. Bana çok tuhaf gelen bu unvanı hiç sevmemiştim. Kral Selevkos’un huzuruna çıkarılmam için beni önce yol yorgunluğundan arındırıp ruhumu ve vücudumu dinlendirmem için iki hizmetkâr benim için hazırlanmış odaya kadar eşlik ettiler. Önce güzel bir banyo yaptıktan sonra Kraliyet terzisinin ölçülerimi almasının akabinde beni odada yalnız bıraktılar. Lakin kapıda bir hizmetkâr sürekli bekliyordu. Henüz evleneceğim adamı görmemiştim bile, lakin pekte merak etmiyordum. Odanın penceresinden baktığımda karşımda tüm azameti ile şehir duruyordu. Saraya giren kapının mermer sütunları ve birçok yerde özenle işlenmiş göze hitap eden çalışmalar vardı. Kral Selevkos zevk sahibi birisi olmalıydı. Nihayetinde odamın hemen yanında iki kişinin konuştuğunu duyuyordum. Kral Selevkos’un bu denli güzel bir kız ile evlenmesinin sonu olacağını düşünüyorlardı. Bunlar ne saçmalıyordu hiç anlamamıştım, kral ile evleneceğimi düşünüyorlardı. O babamdan bile yaşlı, dedemle silah arkadaşı olan ihtiyar kralın oğlu ile değil de kendisi ile evlenmem konusunda kimse bana bir şey söylememişti. Konuşmaları bu yönde bir hayli devam etti sonra bir ses ile irkilip oradan ayrıldılar. Ben ise kendimi kenarda duran ahşap kanepenin üzerine bırakarak bir süre uykuya dalmıştım ki, bir kapı tıklatması ile içeriye terzi ve hizmetkârlar girdi. Omuzları ve göğsün üstünü açıkta bırakacak beyaz ağırlıklı ihtişamlı bir elbiseyi denemem için odanın ortasına getirdiler. Kıyafeti giyinmem için terzi benim soyunmamı istedi iki bayan ve erkek olduğunu düşündüğüm terzinin önünde çekimser bakışlarımı görünce konuşmaları ve hareketleriyle pekte erkek olmadığını anladığım terzi dışarıya çıktı. Elbiseyi üzerime giydikten sonra hizmetkârlar içeri gelmesini söylediler. İçeri girerek karşımda durup tombul parmaklarını çenesine atıp beni boydan boya süzdü. Elinde ki iğne iplik ile elbisenin kâh orası kâh burası ile oyalanıp durdu. Ayakta beklemekten sıkılmıştım ki bana elbiseyi çıkarmamı söylediler bende terzinin çıkmasını beklemeden bu sefer soyundum. Terzi gözlerini dikerek bana baktı ve ıslık çaldı, “sen bir tanrıça olmalısın, bir erkek olsaydım senin için ölebilirdim” diyerek dudaklarını ısırdı. Yüzümde istemeden bir gülümseme olmuştu ki, kendimi toparlayıp ciddi bir şekilde “lütfen işinizi yapın” dedim. “tamam, tamam anladık” diyerek elbiseyi alarak odadan ayrıldı ve henüz çok geçmeden yeniden geldi. Bu arada hizmetkârlar saçlarımı yapmakla meşguldü, Elbiseyi tekrar giyinerek onların bakışlarının odak noktası olmuştum. Saçlarımın yarım kalan işlerini bitirdikten sonra yanımda hizmetkârlar ile Kral Selekos’un yanına götürülmek üzere beklemeye başlamıştım ki kapı da bir muhafızın sesi işitildi. “İmparator 1. Selevkos Nikator” dedi. İşte o an birden bire zaman sanki durdu, nasılda aptalca bir karar vererek bu duruma düşmüştüm. Hiç görmediğim sadece isminden yola çıkarak bir siluet oluşturmam çok zordu, anlamsızca bir geleceğe sürüklenirken, babama o gün hayır deme şansım var mıydı diye düşünüyordum. Yüz binlerce insanın hayatını etkileyecek olan kararımın evet yerine hayır olması sonucunda savaşların devam etmesi ve binlerce çocuğun babasız binlerce kadının eşinin elinden alınması demek olmaz mıydı? Erkekler daha önce savaşırken çocuklarının alnına bir öpücük koyarak eşinin ağlayan gözlerine son kez bakarak evinden ayrılıp hiç bilmediği görmediği aralarında kişisel bir münakaşa olmayan düşmanları ile kılıç kalkan savaştılar ve yine gerekirse savaşacaklardı, lakin bu defa hayatını ortaya koyma sırası benimdi. Hayat bana iki seçenek sunmuştu, böylece adil olduğunu sanıyordu ya evet de diri diri mezara girmemi istiyordu veya hayır diyerek binlerce insanın hayatını yok et, diyordu. Ben evet diyerek ilk olan seçeneği seçerek diri diri mezara girmeyi kabul etmiştim.
O sırada kapıdan içeriye Selevkos girdi ve göz göze gelmiştik. Ben gözlerimi yere eğerek onu selamladım. Yaşlı olduğu aşikârdı, lakin yaşına göre heybetli ve diri bir adamdı.” karşıma geçerek bana baktı ve elini hafifçe çenemin altından işaret parmağı ile kaldırıp gülümsedi ve; “biliyorum senin için biraz emri vaki bir evlilik olacak, lakin krallıklar uğruna hangimiz istediğimiz gibi yaşadık ki?” dedi ve ekledi “evliliğimiz dışında benden istediğin herhangi bir isteğin var mı?” biraz durdu. “anlaşılan hiçbir şey yok” diyerek gülümsedi ve odadan ayrıldı. Bu sözlerin ardından evlenecek olduğum adamın Kral Selevkos olduğunu benim düşündüğüm gibi oğlu olmadığını öğrenmiştim. Zaten oğlu olsaydı ne fark edecekti ki, sevgi aşk yoktu ve emrivaki vardı. Kimsenin benim düşüncelerim ve isteklerimle ilgilendiği de yoktu. bir barış hediyesi olarak ikram edilmiş bir prenses. Zaten doğduğum günden beri böyle bir olay için yani bir barış hediyesi olarak bir devletin veya imparatorluğun kurtarıcısı olarak kullanılan, politik bir silah olacağımı şimdi anlıyordum. Daha önce bir çok krallık bu yöntemi kullanmıştı ve şimdide babam bu yöntemi kullanarak beni Kral Selevkos’a vererek, şu an bulunduğu zor durumdan çıkmak için yeterli zamanı kazanacağını hedefliyordu. Lakin bu barış ne kadar sürecekti, ne zaman bozulacaktı o tamamen muammaydı.
Ertesi gün görkemli ve büyük bir düğün olmuştu. Birçok ülkeden krallar önemli devlet adamları, generaller, komutanlar v.s. içkiler ve yemekler, dans eden kadın ve erkek köleler, büyük bir eğlence olmuştu. Lakin hiç bir şey beni eğlendirememişti. Berbat bir ses curcunası, kölelerin kucaktan kucağa dolaşması, pişen etlerin yanmış kokusu ve şarapların çürük üzüm kokusu adeta beni iğrendirmişti. Kral Selevkos bunu anlamış olacak ki elit tabakanın oturduğu masadan kalkarak kadehini kaldırdı ve “biliyorsunuz ben böyle eğlenceleri asla noktalamadan gitmem” beni göstererek “lakin bu tanrıçaları bile kıskandıran güzelliği daha fazla bekletemeyeceğim” diyerek beni koluna takıp oradan uzaklaştı. İçtiği şarabın etkisi ile ayakta durmaktan zorlanıyordu. Güç bela sonunda odamıza gidebilmiştik. Üzerinde ki kıyafetleri ile yatağın üzerinde sızıp kalmıştı.
Bu sevmediğim ve hiçbir zaman sevemeyeceğim hayata alışmam gerekiyordu. Aynı yaşayıp büyüdüğüm ortam gibi yalan gülümsemeler ve gereksiz yalakalıklar, anlamsız saygı gösterilerinden ibaret saçma sapan bir hayattan yine ona benzeyen başka bir hayatın içerisindeydim. Yüzümde ki gülümsemeler yerini üzüntüye ve üzgün bir ifadeye bırakmış olacaktı ki, kral Selevkos sürekli bana, “sen daha önce hiç gülümsedin mi?” diyerek gülümserdi. Lakin ben yine o yüzümü esir almış ifade ile ona anlamsızca bakarak cevabımı vermiş olurdum.
Evlendikten sonra ilk senemizde bir kızımız olmuştu. Beni o kadar çok seviyordu ki kız olursa ismini benim erkek olursa kendisinin vereceğini söylemişti. Bir kızımız olmuştu ve elbette ismini kendi annemin ismi ile adlandırdım, Phila. Selekos’un iki oğlu zaten vardı küçük olan oğlu Akeus eğitim için Babil’de idi ve diğeri yani büyük oğlu, gerçekten babasının en çok sevdiği sürekli övgüyle bahsettiği, görev için İmparatorluğun dört bir yanına at koşturan Antiokhos’du. Evlendiğimizde düğüne bile gelememiş lakin bir tebrik mesajı göndermişti. Beni korkutan ise onunda kız kardeşi Prenses Leodice gibi bana kin duymasıydı. Sonuçta annelerinin yerine geçmiştim. Prens Antiokhos babasının en sevdiği evladı olduğu içinde benimle uğraşması Leodica gibi olmayacak daha sert ve daha kötü sonuçlar doğurabilecekti. Phila olmadan önce bu konum pek umurumda olmamıştı, lakin şimdi hiçte öyle düşünemiyordum. Kızım için iyi bir gelecek sağlamak için Kral Selevkos’un eşi olarak, yani Kraliçe olarak kalmam gerekiyordu. Artık benliğimin yerini sevmeyerek evlendiğim o ihtiyar adamdan olan kızım almıştı. Sanki onun için nefes alıyor onun için yaşıyordum. Hayatım bir anlam kazanmasa da artık bir amacım vardı. Kızım Phila’ya iyi bir gelecek sunmak ve onu iyi bir şekilde yetiştirip zamanı geldiğinde sevdiği aşık olduğu bir erkek ile evlenmesini sağlamaktı. Bütün bir ömrümce yaşayamayacağım o duyguyu, şairlerin şarkılarında ve güzel hikâyelerin dillerden dillere anlattığı o aşk denilen iksirden benim canımdan can olan kızım tadacaktı. Bunun için hayatımı ortaya koymam gerekse de hiç gözümü kırpmayacağımdan emindim.
…
Bir gün Kral Selevkos benim için bir sarayın yeni düzenlenen bir bahçesinde akşam yemeği tertip etmişti. En güzel kıyafetlerimi giyinerek oraya gittiğimde bahçenin girişinde ki mermer sütunlu kapının üzerinde ismimin yazdığını gördüm. Stratonis’in Bahçesi adı ile adlandırılan bu yer adeta cennetten bir köşe gibiydi. Birden bana verilen değer üzerine adeta göğsüm kabarmıştı. O sıra kendi kendimi sorgulamıştım, acaba bu hayata alışıyor muydum? Sarayda kadınların kıskanç gözleri adeta elbisemi tırmalıyor gibiydi. Benim ceza olarak gördüğüm bu hayata beklide binlerce kadın imrenerek bakıyor ve benim yerimde olmak istiyorlardı. Kimse ile göz göze gelmemeye çalışıyordum, hele Leodice ile. Ben akşam yemeğinin ana temasıydım. Kral’ın sağ tarafında ben sol tarafında ise kızı Leodice oturuyordu. Kral yemek başladıktan sonra bir ara yerinden kalkıp “kadehimi sevgili kraliçem için kaldırıyorum” dedikten sonra yerinden ayrılıp bahçenin bir köşesine giderek topluluğun kendisini gördüğünü umursamadan işiyordu. Kızı Leodice gülerek bana baktı. “ şşş Stratus babam benim için bir şehir inşa etmeyi düşünüyor.” Ben ise artık hayatta bıkkın canından bezmiş gibi görünmek yerine daha güçlü olarak onun karşısına dikilmeliydim ve ona bakıp gülümseyerek; “henüz inşa edilmemiş bir şehir mi? Şu an akşam yemeği yediğimiz bahçe mi? Diye soracak olursan ben bu bahçeyi inşa edilmemiş bütün şehirlere değişmem” dedim. Leodica tekrar gülerek gözü ile babasını gösterip “sidikli bahçe” dedi. Stratus bu duruma bir hayli bozulmuştu. Selevkos yerine döndükten sonra hizmetkârlarımdan birisine baktım ve oda önceden anlaşmamız üzerine gelerek Phila’nın huzursuz olduğunu söyleyerek beni oradan kurtarmıştı. Leodica ise benim izin isteyerek oradan ayrılmam üzerine bir zafer kazanan komutan edası ile gülümsüyordu.”
Leodica beni sevmiyordu. Bende onun bu tutumundan dolayı onu hiç sevememiştim. Sanki onun yaşlı babası ile evlenmeyi ben seçmişim gibi benimle uğraşmaya ara sırada beni yaşlı bir adamla evlenerek Kraliçe olmak için can atan bir kadın olmakla suçlayan ithamlarda bulunuyordu. Annesinin yerine kendi yaşlarında bir kızın babasının eşi olması mı, yoksa yine kendi yaşlarında bir kızın saltanatın üzerine tepeden indirilme olarak getirilmesi onu rahatsız ediyordu bilmiyorum. Bu duruma isteyerek gelmediğimi de biliyordu. Lakin onun bana karşı kötü tutum sergilemesi Kral Selevkos’a Truvalı Helen kadar güzel olarak önerilmem ve onunda beni eşi olarak kabul etmesiydi. Yani beni kıskandığı apaçık ortadaydı. Bu tutumunun ne annesinin yerini almam nede babasının sevgisini kazanmamla alakası yoktu. Phila doğduğundan beri hiçbir şekilde uzaktan dahi onu görmemiş onun yanına gelip bakmamıştı bile, her zaman ağabeyi ile övünerek onun gelmesini dört gözle beklediğini söyleyerek benimde ondan korkmamı sağlamaya çalışması besbelliydi. Ben ise beli etmesem de ondan korkuyordum. Çünkü kral bir baba için en önemlisi eşinden ve her şeyden daha önemli bşir kişi vardı. Ölürken topraklarını miras olarak bırakacağı erkek bir evlat. Bunun ötesine kimse geçemezdi. Prens Antiokhos geldiğinde annesinin yerinde beni gördüğünde ve kucağımda Kral Selevkos’tan olan bir evladın varlığından acaba rahatsızlık duyacak mıydı? Eğer Leodica gibi birisiyse kesinlikle beni ezmek için elinden geleni yapacak ve sonunda beni ve kızımı bu saraydan attıracaktı. Belki de bizi bir şekilde öldürtecek ve bu suçu yükleyecek birilerini bulacaktı. Aklıma türlü entrikalar geliyordu ve Leodica’ya öfkem çok artıyordu.
Bir gün yine akşam yemeğinde Kral’ın yarın çok önemli misafirleri olduğunu ve onlar ile bir anlaşma yoluna varmaları gerektiği anlatılıyordu. Yani babamın düştüğü durumdan bir farkı yok gibiydi. Mauryan imparatorluğundan gelen elçiler ile bir anlaşma yapması gerektiği konusunda gelişen konuşmada, Leodica’nın bu yemekte olmamasını fırsat bilerek Kral Selevkos’a “malumunuz ben devlet işlerinden pek anlamam lakin daha önce bana Kralımız Selevkos, babanın yerinde olsaydım bende kızımı bir devletin bekası için verirdim. Dediğini hatırladım ve Mauryanlar ile anlaşmanın kalıcı bir nişanesi olarak Leodica’yı önerebilirim.” dediğimde Kral bir an duraksadı ve elini çenesinin altında tutarak destekleyip, “Stratus sen gerçekten akıllı bir Kraliçesin, bunu ben neden hiç düşünmedim?” diyerek bekledi. Bir an benimle dalga geçtiğini düşünüyordum ki, “evet gerçekten bu evlilik Mauryan tehdidini bir süreliğine ortadan kaldırmaya yetecek ve batıya ağırlık verebileceğiz” dediğinde, gerçekten Kral Selevkos ile akıl yarışı yapılamayacağını öğrenmiş oldum. Mauryanları durdurmasının sebebi aslında Antigonos Krallığın üzerine yürümesi olabilir miydi? Bu düşünce benim aklımı bihayli kurcaladı. Hiç bir şeyden haberi olmayan Prenses Leodica yemeklerde ve bilhassa mecburiyetten bir araya geldiğimiz zamanlarda, yine o imalı ve sevecen olmayan bakışlarıyla beni süzüyordu. Mauryan’dan gelen heyet bir gün kaldıktan sonra bu barış haberini Krallıklarına bildirmek için yola koyulmuşlardı. Onlar gittikten sonra akşam yemeğinde Kral Selevkos sofrada kızı Leodica’ya bu durumu açıkladı. Prenses ise bu durumdan hiç hoşnut olmayarak benim gözlerimin içine baktı ve öfke ile elinde masadan kalkarak uzaklaştı. Onun hızlı adımlarla yürürken ve ağlarken hıçkırık seslerini duymak bile beni üzmüştü. Bu öneride benim parmağım olduğundan adı gibi emindi. Bunu hissedebiliyordum. Keşke geçmişe dönüp Kral’a böyle bir öneride bulunmasaydım diye düşünürken kendi kızım aklıma gelmişti. Ne kızım Phila’nın nede başka bir kızın benim kaderime benzeyen bir kaderi yaşamasını istemezdim.
Sabahın ilk vakitlerinde adıma bahşedilmiş bahçede kucağımda kızım Phila ve yanımızda birkaç hizmetkârla yürüyüş yaparken ve bahçeyle alakadar olan hizmetkâra nereye hangi çiçekleri dikmesi gerektiğini konuşurken, Prenses Leodica karşıdan yüzünde sert ve kızgın bir ifade ile yanımıza kadar geldi ve tam birkaç adım kala durdu. “sen, biliyorum senin babamın aklını yıkayarak bu işte bana bir oyun kurduğunu, benim de senin durumuna düşmeni istedin, çünkü benim laflarım çok ağır geldi sana değil mi?” ben onun yüzüne baktım ve yaptıklarımı itiraf edemeyerek üzgün bir ifade ile; “nereden çıkarıyorsun bunu. Sevgili kralımız sence benden öğüt alabilecek düşüncede mi” dediğimde daha da öfkelenen Leodica adeta bağırıyordu. “Bana kelime oyunları yapma emin ol, bir gün senin şu elinde ki kızını da bir barış hediyesi olarak verecek ve sende ağlayacaksın,” dediğinde. Ona dönerek tam karşısında gözlerinin içine bakıp, “şu an seni istemediğin bir krallığa görmediğin bir krala eş olarak gönderiyorlar, tıpkı benim buraya geldiğim gibi, beni aşağıladığın ve babanın seçiminden dolayı beni suçladığın günleri unutma,” diyecektim ki. Bir anda ağzım sanki düğümlendi, öfkelendim ve düşündüklerimi ona söyleyemedim sadece gözlerinin içine acı ile baktım.
Aradan henüz bir ay geçmeden Leodica ve Mauryan Kral’ın kardeşi Rabahu ile evlendirilmişti. Kral Selevkos’un bu kararını Leodica kardeşi Antiokhos’a çoktan uçurmuştu. Lakin Antiokhos görevi itibari ile iç ayaklanmaları bastırırken kız kardeşinin evlendirilmesine engel olmak için geç kalmıştı. Leodica maalesef ağlayarak kendisini Mauryan imparatorluğuna veren babasına değil de buna sebep olduğuna inandığı üvey annesine yani bana duyduğu kin ve öfke ile saraydan ayrılmıştı. Kral Selevkos’un bu hareketinden sonra yeni hedefinin ne olduğu benim için büyük bir merak konusuydu. Acaba babamın üzerine saldırarak bu barışı bitirecek miydi, yoksa bu yaşlı adam barış içinde bir huzur mu arıyordu. Gerçekten Kral Selevkos’u anlamak çok zordu, bazen aldığı kararlar hiç beklenmedik bir yönde olabiliyordu.
Gece yarısı Selevkos’un sesini duyarak hemen iç içe olan ve kapısız geçişi olan odada genelde her zaman olduğu gibi kızım Phila’nın yanında uyuduğum yerden kalkarak yanına gittiğimde yanı başında ki mumların söndüğünü gördüm. Kral Selevkos’a ne olduğunu sorduğumda. Bir kâbus gördüğünü ve tanımadığı çok güçlü bir düşman ile savaştığını, tanrıların yardım ederek bu güçlü düşmanın sol göğsüne bir ok atarak yaraladıktan sonra, onu uçurumdan zorla atabildiğini, lakin bu düşmanın uçurumun kenarlarına tutunarak düşmek üzereyken miğferini çıkardığında oğlu Antiokhos olduğunu, kurtarmak için uğraşsa da oğlunun uçurumdan düştüğünü ve düşerken de, Antiokhos’un birden çocukluğuna döndüğünü, anlattı. Bende bunun bir kâbus olduğunu mumların söndüğü için odanın karanlığından dolayı olabileceğini düşündüğümü söyleyerek onu teselli etmiştim. Sabahın ilk ışıkları ile gece kolumun üzerine başını koyarak yatan Selevkos’u uyandırmadan uyuşmuş olan kolumu çektim. Kızımın yanına giderek uyanıp uyanmadığına baktıktan sonra odanın verandasına çıkarak dışarıya sokağın sabah ki sessizliğini izlemeye başladım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.