- 764 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
25 Suskunluklarımız benlik direncimizi aştı 25.
Telef oldu dünlerden bu günlere sarkan yaşamdaki gülüşler...
Telef oldu dünlerden bu günlere sarkan yaşamdaki gülüşler...
Telef oldu dünlerden bu günlere sarkan yaşamdaki gülüşler…
Her biri parçalara bölünerek yaşama acı anıları gark etti…
Kaç yaşam yılıydı, bu acılanmaların sarsıntısı ile yığılan bedenin dayanılası acıların zorluğu ile pişmanlıklarımızı içimize gark ettik…
Neredeler şimdi, gülüşlerimizi kıyanların akılda kalan portreleri ile hangi efsanenin kahramanları olabildiler?
Gülüşlerimizi alıp gitmeleri mi değişti, yoksa çamura saplanan bir yaşam peşinde mi caba sarf ettiler?
Gülüşlerimizi saklama gayretlerini unutup tüm acılanmalarla yaşama mı dahil oldular?
Yaşamın içinde varlık savaşı verirken, tüm geçmişi unutabildiler mi, unutulmuş farz edilen sevginin içinde gülüşlerini saklayabildiler mi, uzakların en uzağının ardındaki ovalarda oturduğu taşın üstünden o eski yaşlı ağacın gölgeliğinde şimdilerde iç huzuru ile eskilerde olduğu gibi oturabilir mi ve o günlerdeki masumluğu ile haykırışlarının önünde olup, seviyorum veya “ben de seviyorum cümlelerini o günkü huşu içinde haykırabiliyor mu?
Belki demek veya hayır ile evet demenin bir anlamı mı var şimdilerde?
Telef olmuş yaşam zamanlarının arkasından ne söylenebilir ki kaç pişmanlık, kaç özlem ve hangi zamanların çenelerimizi sıka sıka ağlamalarımızın şiddetini anlatabilir veya yine o şiddetle ağlayabilir miydik?
Hangi değerlere veya elimizde kalanlara olmadı düşlerimize saygı gösterip yeniden yaşayabiliriz diyerek o imkansızı yaşam zamanların benzerlerini hayatımıza tekrar sokabilir miydik veya öyle bir sevgiyi tekrar bulabilir miydik?
Kıydık tüm yaşamın eski anılarını düşleme zamanlarından bile vazgeçerek…
Yaşam dünlerin acılarını bu günlere sarkıtmayı pek sevmiyordu…
Portakal kokularının savrulduğu sahilde, kumsala bıraktığım ayak izlerime deniz suyu taşkınlığı doluşuyor…
Bir yandan kapanan güneş, koyusiyah bulutların arkasından ışık salmaya çalışıyor sahile.
Üzerimdeki yağmurluk bir yöne doğru şişiyor ve ben yağmura saklanmak istiyorum…
Yalnızlığın garipsenecek düşünceleri bunlar, birçok konu birbirleri ile dolaşıyor beynimde ve ben kararsız adımlarla rüzgâra doğru çalışırken, hatırı sayılır bir güç sarf ediyorum…
Yağmur ve düşler, birbirine hasretlik çekercesine karışıyorlar birbirlerine. Ve ben yenik düşmeden umarsızlıkla adımlıyorum kumsalı, adımlarken düşleri de birbirleri ile bağdaştırıyorum…
Yağmurun içine dalmak, düşlerin hesabından kurtulmak gibi bir zaman kullanışı…
Bitkin bir gün dolanışı bu yaşamın bu günlerine sığan sahipsiz bir ruhla başı duman bir yaşam…
Nereden nereye uzanıştı aslında bu sürükleniş, direnememek bu sevgi dahil olmuş yaşamın bu anları…
Şüphesiz pişman olmaksızın, yaşanan bu anlarla varlık nefesleri ile savaşmak kendi kendinle?
Ne geri gidilebiliyor ne de yaşam zamanları geçiştirilebiliyor, sadece direniş bugün doğumunda, tekrarı geçinceye kadar ertesi gün şafağına…
Sorgusuzluk bu kendi kendine içinden verdiğin kavgaya…
Belki ağırlıklarının fazlalığı ile güçsüzlük yaratsa da verilen savaş kendinle idi…
Belki de ayakta kalmak korkusuzluk korkusuna dayanan bir özveri savaşı idi…
Suskunluk belki de bedensel kuruluk yaratıyordu ayaza düşmüş bir ruhla…
Unutamadığım bir cümlem vardı kendi kendimi güçlendiren, bir cana bir can lazım can dostum, derken, yılların gücü vardı yaşamımda…
Dolmuş bir testinin kırılmayı bekleyen zamanı yaşamak gibi güç kaybettiğim ruh yapımla, var olmaya çalıştıkça güçlendim. Çünkü öfke ve var oluş isteği vardı ruhumu besleyen…
Nasıl bir çıkıştı bu yaşamın merdivenlerinde çürümüş bir ruhun telef edilmişliği ile var oluş isteği…
Unutulmuştu tüm düşler ve unutuluyordu tüm yaşanmışlıklar ardındaki gülüşler yarınlara saklanmış tüm umutlarla gelecekten beklenen tüm istekler…
Her şey yarım, her şey birbirini tamlayamaz anılar…
An an zamanın içindeydi kayboluşlar, unutulmuşluğun boşluğuydu tüm düşüncedeki kayboluşlar…
Her yeni gün, eskimiş her bir eski günü saklıyordu zamanın içindeki gerçeklerle…
Adını yeminlerle sakladığım sen sevgili, var olduğun şehre senle beraber öfkelendiğim sen sevgili, geçmişimi geleceğime yamadığım sen sevgili, yalan hayallerle beni avutan, sonra da yanıltan sen sevgili, adın artık, bir azaptan da uzaklaştıkça vazgeçilmiş düşüncelerimde saklandıkça, ömrüme çaktığın çivilerle bedensel acılanmalarıma hep sebeptin ki sen sevgili…
Şimdilerde sadece terk edilmek istenen geçmiş zamanlarda var olma savaşımdasın ki, böylece kendimi de duyarsızlığa mahkum ederken, sevgiden de şüphe eder halde yaşamda var olmaya çalışan bir ben bıraktın geride ki biliyor muşu?
Savrulduğum bir yaşamım vardı, tüm ayrıntılarını geçmişimde bıraktığım…
Yarısı yaşanmış, yarısı vaz geçilmiş, isteklerim vardı yaşamımda özlemimi hep çektiğim…
Yarımlıklarla yaşam tüm geçmişimdeki düşlerimde vardı ve bu isteklerimin yarım kalmış anlamı ile yaşamımdaki tüm düşlerim bezmişliğimle hükmediyordu…
Aslında çoğu korkularımdı yarısından vaz geçtiğim isteklerim.
Günlere, aylara ve hatta yıllara yayılıyordu bu vaz geçemediğim isteklere umarsız kalamadığım.
Beklemek ve vaz geçememek içimden garip garip burukluklar yaratıyordu. Korkularımın çekingenliğim olarak kendime düşen bu saygınsızlıktı kendime…
Hangi sıfatım kendime özveri duygusu veriyordu ve kendi kendimden zamana zamana göre ürkmem kendimi garip bir şekilde yalnızlığa sokarken, galiba iç güvenimi kendime karşı kaybettikçe zavallılaşma duygularım hislerimde peydahlanıyordu…
Korkak düşler, çekingen bir yaşamın içinde barınırdı aslında, kendi benliğime çekingen kalınca, ürkek yaşamın içinde var oluyordum artık...
Böylece yaşamdan eksik ve de yarım kalarak var olabilme savaşı veriyordum artık...
Kendi kendimizle kalabalık olduğumuz zamanlar vardı yaşamımızda, içimizden sorular dökülürdü, dualar ve şükürler düşerdi dudaklarımızdan.
En çok birbirimizi kalabalıklaştırıp, kendimize güldüğümüz zamanlarda unuttuğumuz açlığımızla yine de gülümserdik, yaşadığımız birbirimize…
Kaç hesapsız zaman veya yıl kaldı geride değil birbirimize, kendimize güldüğümüz yaşam anlarımız kaldı…
Söylesene sevgili, sen benden sonra geçici gülmelerinden bu günlere, gülebildin mi hiç yalancı gülüşlerinin dışında…
Azap yıllarındaydı gülemediğimiz zamanların içinde kalan bakışlarımız…
Gidenler gibi sende git, git ki yaşamın bu kısmındaki acılarım azalsın ve yaşamın sensizlik kısmı başlasın ki artık yarınki düşlerle beynimdeki tüm başı bozuk düşlerdir ki artık şahlanıp, yüreğimdeki sevgi bağı ile savaşıp durmanın gereği çıksın ortaya...
Gitme demek için gidemeyeceğini bilmek gerekti oysa sen gitme hazırlığını tamlamıştın...
Ah ettik, tüm yılların acıya doğru çıktılarına…
Dağılan tüm umutlardı ardından mahzun baktığımız, kaç kez yalvardık kadere, kaç kez duyduğumuz bir şarkı sözlerine ağladık, geriye dönüşü olmayan tüm kayıp düşlerin ardından ne kadar ve hangi kelimelerin üstünde durarak ağladık, pişmanlıksız zamanlarımız hiç oldu mu ki yalvarmalarımız dursun, kaybettiğimiz tüm umutlar serpilmişken asfaltlara, daha ne bekleyebilirdik yaşamdan, sevgi adına perperişan olduğumuz zamanlardaki göz yaşlarımızı kimler silebildi ki ahdım olsun demelerimizin sonu gelsin...
Yaşam bu sevgili, içinde var oldukça duramayacaktı acılanmalarımızla umutlarımız...
Umut bu, yaşam daimiliğinde düşlere göre bitimsizdir...
Bir başka düş, bir başka duygu ve bir başka düşüncelerle yaşamak seni sevmek…
Ayrıcalığı vardı sen avuçlarını sımsıkı tutmak, düş deryasıydı sanki elin elimdeyken yaşamak…
Senle olunca karanlıklarda yaşamak vardı tüm umutların uzaklara kadar düşmesi ve yarınsızlık korkularının yok oluşu…
Zaman kendini yaşayanla beraber yaraladıkça, içimizdeki özlem alabildiğince büyüyecek…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.