- 634 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
“Ölü Ozanlar Derneği”’ne Farklı Bakış
Orijinal adı “Dead Poets Society” olan “Ölü Ozanlar Derneği” romanını okudunuz mu? Mutlaka okumuşsunuzdur. Öğrencilik yıllarımızın unutulmaz eserlerinden biridir. Hatta filme de alınan bu roman görsel olarak da çok ses getirmişti.
Birçok eleştirmen, romanların, roman olarak kalmasını arzular. Çünkü onlara göre, filme alınan roman, etkili büyüsünü kaybeder. Kitap olarak okumanın tadını veremez. Ama bu film, adeta bu tezi çürütmüştür.
Ölü Ozanlar Derneği romanı, 1989 yılında, yönetmen Peter Weir tarafından filme alınmıştır. Film, “En İyi Özgün Senaryo Akademi Ödülü’”nü almıştır. Tabii bunda Usta oyuncu Robin Williams’ın da payı büyüktür. Müthiş bir performans sergileyen oyuncu, yıllar geçmesine rağmen bu filmin hala unutulmazlar arasına girmesini sağlamıştır.
Roman Alman Yazar N. H. Kleinbaum tarafından yazılmış. Türkçeye Nurten Hatırnaz çevirmiş. 136 sayfa olan kitap 13. Baskıya ulaşmış.
Romanda olay, 1959 yılında Vermont Kasabası’nın Issız tepelerinden birine kurulmuş olan Welton Akademisi’nde geçiyor.
Welton Akademisi disiplinli ve çok iyi bir eğitim vermesi ile karşımıza çıkıyor. Öyle ki üniversiteye öğrenci hazırlayan bu okul, seçilmiş öğrencileriyle bölgede isim yapmış bir okul olarak biliniyor.
Daha romanın ilk sayfalarında okul müdürü öğrencilere yaptığı konuşmada okulun ne kadar disiplinli olduğunu, geleneklere bağlı olduklarını anlatıyor:
“Baylar” diye kükredi, “Dört temel esasımız nedir?”
Öğrenciler ayağa kalkıp hazır ola geçerken ayak sesleri sıkıntılı sessizliği bozdu. Okul ceketi giymemiş birkaç öğrenciden biri olan on altı yaşındaki Todd Anderson etrafındaki çocuklar ayağa kalkarken tereddütte kaldı. Annesi onu dürtüp kaldırdı. Suratı asık ve kederliydi; gözleri öfkeden kararmıştı. Etrafındaki çocuklar hep bir ağızdan “Gelenek! Onur! Disiplin! Mükemmellik!” diye bağırırken o sessizce seyretti. (Sayfa 6)
Okuyucu, daha bu satırlarda okulun ne kadar ciddi, disipline, geleneğe, mükemmelliğe önem verdiğini anlıyordu.
Okulda en küçük disiplinsiz hareketlere büyük cezalar veriliyordu. Gelenekten gelen birçok ilkeler vardı. Bu ilkeler kesinlikle çiğnenmez, uygulanırdı. Bütün öğrencilere bu tutum öğretilmişti. Uymayanlar cezalandırılır, devam etmesi halinde okuldan atılırdı. Bu da öğrencilerin istemediği bir şey olduğu için herkes uyum sağlardı. Kurallara herkes uyardı.
Okulun en büyük özelliğinden biri de yatılı bir okul olmasıydı. Öğrenciler bütün yıl okuldaydılar. Burada yatıyorlar, yemek yiyorlar, öğretim görüyorlar, oynuyorlar ve eğleniyorlardı. Aileler de çocukların gelecekleri için bütün bunları kabul ediyorlardı. Hatta bundan memnun dahi oluyorlardı. Çünkü bu okulda çocuklarını okutmak onlar için bir ayrıcalıktı. Bir övünç kaynağı idi.
Okulda her şey geleneklere göre seyir ediyordu. Ama Edebiyat Öğretmeni Keating’in gelmesi ile her şey değişti. Adeta gelenekten sapmalar oldu.
Keating, bilinen öğretmen çizgisinden çok farklı bir öğretmendi. Gelenekten uzak biriydi. Ceket giymiyor, masaların üzerinde geziyor, kitaplardan bölümler yırttırıyor, bağırıyor, çağırıyor, dışarı çıkıp dışarıda ders yapıyordu.
Onun tek isteği öğrencilerinin içinde bulundukları anı, en iyi şekilde yaşamalarını istemesiydi. Yaratıcı olmalarını, duygu ve düşüncelerini açıklamaktan çekinmemeleri gerektiğini, kendilerini en doğru ve en güzel biçimde ifade etmeleri gerektiğini istiyordu. Bu nedenle şu ana kadar bilinen kuralların dışına çıkmış, basmakalıp edebiyat konularına çizgi çekmişti.
İnanmadığı veya bayat bulduğu şeyleri yok sayıyordu. Onlara gerek duymuyordu. Onun bu farklılığı kısa zamanda kendini gösterecek ve öğrenciler üzerinde olumlu bir etki yaratacaktı. Adeta öğrenciler bu öğretmeni kendilerine örnek alacaklar ve onun gibi davranmaya başlayacaklardı.
“Todd, şiirini hazırladın mı?” diye sordu Bay Keating.
Todd başını iki yana salladı..
“Bay Anderson içindeki her şeyin değersiz ve utanç verici olduğunu düşünüyor. Öyle mi Todd? Korktuğun bu değil mi?”
Todd başıyla sarsıla sarsıla onayladı.
“O halde bugün içinizdeki şeylerin ne kadar mühim olduğunu göreceğiz” Keating, uzun adımlarla tahtaya gidip çabucak şunları yazdı: “VAHŞİ NARAMI DÜNYANIN ÇATILARINDAN KOYVERİRİM.” Walt Whitman.”
Sınıfa döndü: “ Bilmeyenler için, nara bağırma anlamına gelir. Todd, senden bize vahşi bir nara atmanı istiyorum.”
Todd zar zor duyulan bir sesle: “Nara?” diye tekrarladı.
“Vahşi bir nara”
Keating durdu, sonra birden Todd’a doğru hamle yaptı. “Hey Allah’ım bağırsana be çocuk!” diye haykırdı.
Todd korku dolu bir sesle “Heyt!”dedi.
“Bir daha! Daha yüksek!” diye bağırdı Keating.
“HEYT!”
“DAHA YÜKSEK”
“HEEEEEEYYT!”
“Evet! Çok güzel, Anderson. Demek ki içinde bir barbar varmış.” Keating el çırpınca sınıftakiler de ona katıldı. Kıpkırmızı olan Todd bir parça rahatladı.” (saya 63)
Öğrenciler, onun geçmişini araştıracak ve onun yine bu okulda öğrencilik yıllarında bir üyesi olduğu “Ölü Ozanlar Derneği”ni öğreneceklerdi.
Ölü Ozanlar Derneği, Keating’in okulunda öğrenciler tarafından gizli olarak kurulmuş bir dernekti. Birkaç üyesi olan bu dernek, bazen ders sonlarında veya hafta sonlarında bir mağarada toplanıyor, şiirler okuyor, edebi sohbetler yapıyor ve bazı sorunlarına çözüm üretmeye çalışıyordu.
İşte yıllar sonra bu öğrenciler, Keating sayesinde bu derneği keşfedip onu canlandırırlar ve aynı geçmişteki gibi mağarayı bulup gizli gizli toplantılar yapar ve derneği hayata geçirirler. Bundan da kimseye söz etmezler. Aralarında da sıkı bir bağ başlar. Keating’e karşı da büyük bir sevgi besleyip onu örnek alırlar.
Edebiyat öğretmeni Keating’i çekemeyen öğretmenler de vardı. Geleneğe bağlı olan, yeniliğe açık olmayan öğretmenler Keating’i çekememişler ve onu kıskanmışlardır. Onun öğrencileriyle olan ilişkisini onaylamamış, öğrencileriyle iç içe olmasını, onlarla birlikte oynamasını, onlara katılmasını, öğrencileri alıp bahçede serbestçe ders yapmalarını çekememişlerdir. Bu nedenle de Keating hakkında olumsuz algı yaratmışlardır.
Okul müdürü de Keating’den hoşlanmamıştır. Çünkü geleneği bozmuştur. Öğrenciler farklı çizgide gitmeye başlamışlardır ona göre. Müdür bunu disiplinsizlik olarak kabul edecektir.
Ölü Ozanlar Derneği üyesi olan öğrenciler kısa sürede birbirlerine bağlanmış ve kenetlenmişlerdi. Hepsinde de kısa zamanda değişmeler olmuştu. Kendilerine olan özgüvenleri son derece artmıştı. Ne istediklerini biliyorlar ve yarına güvenle adım atıyorlardı. Ders notları da hayli yükselmişti…
Charlie hemen öğrencilerin lideri oluvermişti. Todd artık içindeki zinciri kırmış, kendine olan güveni artmıştı. Neil, kendi isteğine göre hareket edecekti. Babası, onun sanatla uğraşmasını istemiyordu. Hep oyunculuğu düşünen Neil ise babasının istediği yolda değil, kendi istediği, sevdiği bir meslekte yaşamını sürdürecekti. Çünkü öyle istiyordu. O nedenle kasaba tiyatrosunda gizlice gidip bir rol aldı. Knox da içindeki korkaklığı atmış, sevdiği kızın arkadaşından dayak yemesine rağmen Chris’e açılıp sevgisini dile getirebilmişti.
Keating öğrencilerine “Carpe diem” yani anı yaşamalarını öğütlemişti. Çocuklar da onu örnek alıp anı yaşıyorlardı. Çünkü o, özgür düşünen, anı yaşayan ve bunu da herkesin uygulamasını isteyen biriydi. Çocuklar da aynen öyle olmuştu.
Romanda olaylar Neil’in babasının çocuğunun görev aldığı tiyatroda oynayacağını öğrenmesiyle gelişir. Babası, Neil’in bu oyunda oynamamasını ve derhal gidip görevi devretmesini söyler. Oysa oyun ertesi gün oynanacaktır.
Neil çaresiz kalır. Arkadaşlarının önerisi üzerine gidip edebiyat öğretmeni ile konuşur. “Oyunculuğu ne kadar çok sevdiğini, bunu çok istediğini” anlatır. Keating de “Bunu gidip babasıyla konuşması gerektiğini ve kendisine bu söylediklerinin aynısını babasına söylemesi gerektiğini” söyler.
Neil, korkusundan babasıyla konuşamaz. Çünkü babasının ne söyleyeceğini çok iyi bilmektedir. Ertesi gün habersizce oyuna gelir ve oynar. Babası da oyuna gelmiştir. Oğlunu izler. Başarısını görür. Seyircilerin tepkisi karşısında şaşırır. Burada okuyucu babanın yumuşayacağını ve oğlunu affedeceğini bekler. Ama tam bir gelenekçi olan babası çok katıdır ve asla oğlunu affetmez. Onu okuldan alıp askeri okula vermek ister. Neil’in dünyası yıkılır adeta. Olaylar farklı bir biçimde gelişir.
Bir babanın bildiğinde direttiğini, oğlunun düşüncelerine saygı duymadığını, onun da bir düşüncesi olduğunu kabul etmediğini, baskıyla oğluna yön vermeye çalıştığını görüyoruz. Bu ne kadar doğruydu? Oysa hayat Neil’in kendi hayatı değil mi idi? İnsan, kendi yaşamına kendi yön vermez miydi? İnsan kendi geleceğini kendisi kurmaz mıydı? Bu, insanın en doğal hakkı değil miydi?
Romanın bu bölümünü bütün babaların okuması gerektiğini düşünüyorum. Ve ayrıca bu konu üzerinde iyice düşünmelerini istiyorum. Gerçekten de bunun, baba ile çocuklar arasında iyice düşünülmesi, konuşulması gereken bir durum diye düşünüyorum. Babaların mutlaka çocukların düşüncelerine önem vermelerinin, onlara karşı saygı duymalarının gerektiğini düşünüyorum. Aksi halde son pişmanlık fayda vermeyecektir.
Tabii roman sonunda bir suçlu, bir kurban aranacaktı. Kim olacaktı bu kurban? Ölü Ozanlar Derneği üyelerinin hepsi suçlanamayacağına göre kabak bir iki kişinin başına patlayacaktı? Peki, kim olacaktı bu kişiler?
Birilerine gözdağı vermek için bazı öğrenciler okuldan atılacaktı.
Tabii en gözde olan kişi de dernek lideri olacaktı. Charlie’nin ipi kesiliverdi. Ama ondan önce edebiyat öğretmeni Keating vardı. Her şeyi bozmuştu. Abuk sabuk düşünceleriyle çocukların beynini bulandırmıştı. Çünkü o, gelenekçi değildi. Hep çizgi dışıydı. Okulun yıllarca süregelen düzenini bozmuştu. Bu nedenle çekemeyenleri, kıskananları vardı.
En önemlisi de yalan ve algıydı. Ortaya atılan yalanlar ve yaratılan algılar romanın sonunu da farklı geliştirecekti. Önyargı ve algı da bu romanda ön plana çıkıyordu. Araştırmadan, gerçeği öğrenmeden infaz etmek aciz insanların geleneği idi. Ve romanda da bu yola başvurulacaktı.
Suçlu olarak, hiç suçu bulunmayan Keating olacaktı. Yargısız infaza uğrayacaktı.
İşin sonunda öğrencilerin tutum ve davranışları Keating’i her şeye rağmen mutlu edecekti. Öğrencilere istediğini verebilmiş, onların geliştiğini görmüştü. Ötesinin önemi yoktu…
Romanda birçok fikir ve düşünceler veriliyor. Bunlardan bazıları: “Kim ne derse desin sözcükler ve düşünceler dünyayı değiştirebilir.” ,“Ağlamak değil gülmek için sebepler arayın”, “İnsan sadece hayallerinde özgürdür”, “Hayat asla üstümüzü örtmeyen bir battaniyedir, sadece yüzümüzü gizler”
Her dönemde okunması gereken bir kitap diye düşünüyorum. Okumadıysanız lütfen okuyun. Uzun süre etkisinden kurtulamayacaksınız.
Anafikir olarak insanların yaşadıkları anı özgürce yaşamalarını ve yaşadıkları her andan zevk almaları gerektiği düşüncesini dile getiren bu romanı, gerek öğretmenlerin, gerek öğrencilerin gerekse tüm velilerin mutlaka alıp okuması gereken bir eser olarak öneriyorum…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.