- 450 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HEY GİDİ GÜNLER
(Kırklar Mahallesi/Kırk Kimesne)
Müşteri dışarıda, bakkalcı içeride; yüz yüze dikilmişler, sesleri çıkabildiğine bağırışıp tartışıyorlardı. Tek birbirlerine tekme tokat girişmedikleri eksik. Ben de gitmiştim oraya, sigaram bitmişti de... Ekmeksiz susuz olur ama onsuz asla. Lanet olsun! Mahallede sigara alabileceğim tek yer de orasıydı. Kısa bir tartışmadan sonra bakkalcı kapıyı müşterinin yüzüne çarpıp girdi in gibi yerine.
"Mına koduğumun keleş moruğu!"
Kapı yüzüne kapanınca dışarıda sap gibi kalan ağzı küfürlü müşteri adamı tanıyordum. Mahallenin kırk yıllık kara Kamber’iydi o.
"Ne oldu Kamber? Sövüp sayıyorsun. Yüzün bir karış, ağzın da tükürük saçıyor."
"Parasıyla sigara vermiyor it."
Yasettin aga da kırk yıllık bu mahalleli. Onu da çocukluğumdan beri tanırım. Hep bakkalcıdır. Ben çocukken onun anasından bakkalcı olarak doğmuş, bakkalcı olarak da öleceğine inanırdım. O zamanlar iyi, hoş bir adamdı. Ondan küçük küçük paralarla ne çok şeyler alırdık. Mesela iki bisküvi beş, bir lokum on kuruştu. On beş kuruşluk kıskıç biz yoksul çocuklar için pastanede satılan baklavadan kıymetli, kendi bahçesinden toplayıp sattığı innaplar da cennet meyvesinden bile tatlıydı...
"Hayırlı işler Yasettin aga..."
Adam sanki sinir küpü. Yüzü asık, kaşları çatık, gözleri kanlı. Dikilmiş tepe tüyleri kirpi tüyü gibi.
"Sigara yok!" dedi.
"Ama var, ben görüyorum. Hem de raf dokusu..."
"Varsa var. Satmıyorum. Keyif benim değil mi?"
"Zam mı gelecek?"
"Çık dışarı, git!"
"Hiç sigaram kalmadı. Ekmeksiz susuz olur ama sigarasız olmaz Yasettin aga!"
"Veririm ama paketi iki liradan."
"Yok, anasının amı! Karaborsacı mı oldun? İstifçi misin sen!"
"Canın isterse..."
"Ulan moruk! Ulan bunak! Ulan kart pezevenk! Ulan hangi ara böyle oldun sen? Ulan aç gözlü doyumsuz! Yaşın sekseni geçti be, yakında nalları dikip gebereceksin. Ulan yurdun yuvan Cehennem olsun da orada yan cayır cayır..."
Çok kızmıştım. Ağzımdan çıkanı kulağım duymuyordu. Bir buçuk liralık sigaraya iki lira da verirdim vermesine ama sömürülüyormuşum duygusu canımı sıkyor, bu da çok ağrıma gidiyordu. Vurdum kapıyı çıktım oradan. Aynı kara Kamber gibi; "Mına koduğum kansız moruğu!" diye de bastım kalayı...
Bir paket sigara için ta karşı mahalleye gitmem gerekiyordu şimdi. Bir yamaç in, boklu dereyi geç, bir yamaç çık. Ayağıma üşenmem, giderim gitmesine de zaman müsait değil. Bugün otobüs dolusu filmci gelecekti mahalleye, sinema filmi çekmek için. Sabahtan beridir dört gözle onları bekliyorduk. Hem de kim, Nadir Kızılok. Nadir Kızılok şarkıcıydı aslında ama şimdilerde ünlü bir sinemacı olmuş. Daha önce çektiği Tren filmini seyretmiştim. O zaman bu film için kesin altın portakal alır demiştim. Aldı mı bilmiyorum. Senaryoları kendisi yazıyormuş. Hem oynuyor, hem de yönetiyormuş. Yeni filmin yapımcısı da oymuş...
İki mahalle bir derenin iki yakasındaydı. Şehir, eskilerden bir şehir. Apartman yok. Evler en fazla iki katlı ve bir birine dayalı; kol kola, sırt sırtaydı. Dar sokaklar beton veya asfalt değil, döşeli taştandı. Bahçeli olan evlerde ahırlar, kümesler ve hayvanlar, ot ve saman yığınları, at ve öküz arabaları, tarım araçları, çapa, kürek gibi şeyler vardı. Hey gidi günler...
Gittim ki, karşıdaki Yayla Mahallesinin sırt düzündeki o bakkal yerinde yok. Kahve önlerinde oturuşan adamlar çay içiyor, dostça sohbetler ediyor, bu güzel bahar gününde aylak olmanın keyfini sürüyorlardı. Memleketim insanı sıcak kanlı olduğu için çok meraklıdır. Yabancı birisi bir şeyler arıyormuş gibi geziniyorsa yakınlarda, meraklı gözlerini dikerler, her an ona laf atacak gibidirler. Onlar da öyleydiler.
"Burada bakkal olması lazımdı. Göremedim, yok galiba. Acaba yanlış mı hatırlıyorum?"
"Yok yok. Yanlışın yok. Doğru hatırlıyorsun. O kışın burada, yazın da oradadır. Az aşağı ötede. Uzak değil, yakın..."
"Teşekkür ederim. Afiyetler olsun size. Hem de hoş muhabbetler...
"Buradan görünüyor zaten. Bakarsan görürsün."
"Gördüm, teşekkür ederim."
Adı; Yayla Bakkalı. O da bizim Kırklar mahallesindeki Yasettin bakkal gibi. Taş duvarlı ve büyükçe tek bir oda. Üstündeki çingene kiremitleri eskimiş, renk değiştirmiş. Önündeki dar Arnavut kaldırımda ahşap bir masa, üzerinde de beş paket sigara vardı. Samsun, Maltepe, Bafra, Birinci, ikinci... Orada on bir-on iki yaşlarında bir kız çocuğu karşıladı beni. Kumral saçları kıvır kıvır. Kocaman gözlerini gözlerime dikti. Sevimli yüzünde güller açmış gibiydi. -Buyur efendim, ne bakmıştın- demedi. Konuşmuyordu. Dili konuşmuyor ama gözleri hiç susmuyordu.
"Bir paket Bafra sigarası istiyorum."
Gözleriyle -Bekle- dedi. -Bir koşu gidip getireyim.- Çiçekli basma eteğini savurup gitti.
Bekle bekle. Kız gitti gelmez. Sigarasız öldüm ben. Hem acelem var. Filmciler mahalleye gelecek. Sabahtan beri onları bekliyoruz. Filmin adı; "Hey Gidi Günler"miş. Hem de Nadir Kızılok yazmış senaryoyu. Hem yazar, hem yönetmen, hem de oyuncu. On parmağında on hüner adamın...
Nadir Kızılok gibi ünlü birisi fakir şehrin fukara mahallesine kırk yılda bir gelir. Belki de hiç gelmez. Hem filmde oynayan kim bilir daha kaç ünlü artist vardır. Ulan Yasettin bakkal gözün çıksın iyi mi, şu bana ettiğine bak! Yeni yurdun Cehennem olur inşallah...
Bekle bekle derken sonunda kız geldi. Avucunda paket değil de tek tek sigaralar vardı. Saçları lüle lüle, yüzü güleç, gözleri kocaman. Bedene bürünüp dünyamıza gelmiş Hurilerden biri gibi. Hem de dili çözülmüş.
"Sigara kalmamış hiç. Bunları bulabildim. On tane. Ancak bu kadar. Ne çok gezdim, kaç yere gittim. Bu kadar, başka yok."
"Kızım masada var bir tane, sen bana onu versen..."
"Olmaz, onu veremem. Annem öyle tembih etti. Onlar mostradır. Sen şimdilik bunları al. Tam on tane. Hepsi bir buçuk lira. İdare et. Akşama gene gelirsen ben sana gene bulurum."
Hepsi Yasettin mi oldu bu bakkalcıların!
"Güzel kızım, on tanesi yarım paket yapar. Yarım paket de bir buçuk değil, yetmiş beş kuruş yapar."
"Özür dilerim efendim, ben yanlış hesaplamışım. Kusura bakmayın. Tabii ki yetmiş beş kuruş..."
Tekrar dönüp mahalleye geldiğimde kızılca kıyamet kopuyordu. Yasettin bakkal delirmiş. Ağzından köpükler saçarak sövüp sayıyor, sağa sola saldırıp önüne geleni tekmeliyor, gidip kendi kapısını yumrukluyor. Kudurmuş gibi. Beni görünce gelip dikildi karşıma. Yakama yapışacak diye korktum bir an. Çünkü kanlı gözleri korkunçtu.
"Ulan Oğuz Bey! Senin baban hocaydı be! Namaz kılar oruç tutardı. Dini bütün bir adamdı. Sırf ona inat Oğuz adına ad ekleyip bir de Devrim oldun sen. Bir paket sigara yüzünden hatırımı kırdın. Yakıştı mı sana? Yakışıyor mu? Hem de ilendin. Yerin yurdun Cehennem olsun dedin. Har har yanan ateşler, fokur fokur kaynar kazanlar. Cayır cayır yan dedin. Cennetin koca gözlü Hurileri çok mu bana? Şarap akan ırmaklarından, ballı sulu elmalarından bir yudum yok mu bana? Sözünü geri al. Hemen, şimdi. İlencini de hayır duaya çevir. Dükkanımdaki bütün sigaralar senin olsun. Hem de bedavaya..."
"Haydi Yasettin bakkal, Cehenneme Cehenneme! Sana insan lazım değil, sen git katıl Zebaniler arasına!"
Ulan dilimi tutamadım gene. Kalp krizi geçirip ölmesin adam! Ulan böyleleri kalp krizi bile geçirmez...
Civan Hüseyin’in kahvesi önünde oturuşanlar birden telaşlanıp ayaklandılar. O anda bir gürültüdür koptu. Çekilip sürüklenen masa sesleri devrilen iskemle seslerine karışmıştı. Memleketim insanı sıcak kanlıdır, bir o kadar da meraklıdır. Meraklı gözlerle aşağı ötelere bakıyorlardı. Hem de konuşuyorlardı.
"Metinin tek oğlu Soner değil mi o?"
"Ta kendisi. Elinde de sustalı..."
"Öteki de Oğuz Beyin küçük oğlu Gökan değil mi?"
"Ta kendisi. Elinde de sustalı..."
"Öyle kimi kovalıyorlar ki, deli gibi?"
"Birini mi bıçakladılar acaba? Öyle polisten mi kaçıyorlar ürkmüşler gibi..."
Ben de bakkalcı moruğu kendi haline bırakıp onların baktığı tarafa baktım. Orada tuhaf şeyler oluyordu. Eli sustalı iki çocuk kara bir köpeği kovalıyordu. Sonra iş değişip köpek onları kovalıyordu. Bir köpek onları, bir onlar köpeği... Yolca yürüyüp giden de karım Menekşe’ydi. Koşup gittim peşinden. Beni fark edince durdu. Elinde bir torba dolusu ekmek vardı.
"Ne oldu Menekşe, neler oluyor?"
"Çocuklar, ellerine sustalı bıçakları alınca kara köpek kudurdu. Korkup kaçacağı yerde panter gibi atıldı üzerlerine. Soner’le bizim Gökan kaçtı. Onlar kaçınca köpek kovalamayı bıraktı. Köpek yürüyüp kendi yoluna gidince de çocuklar onu kovaladı. Bir köpek çocukları, bir çocuklar köpeği derken öyle bir kovalamaca oyunu başladı. Bu yarım saattir böyle. Bütün mahalleyi aktar gökter ettiler. Ne köpek çocuklara bir şey yapabiliyor, ne de çocuklar ona. Sen neredeydin bunca zaman? Kahvedekiler -Yasettin agayla kavga edip söve saya gitti- dediler."
"Mına kodumun moruğu, sigara vermedi. O da karaborsacı olmuş. Ben de Yayla Mahallesine gittim. Sen kimden aldın bu ekmekleri?"
"Yasettin’den elbet, başka kimden olacak?"
"Verdi mi ki?"
"Neden vermesin, parasıyla değil mi?"
"Kaç paradan verdi?"
"Kaç olacak, aynı dünkü fiyattan."
"Bir torba ekmek... Yarın fırın mı kapalı?"
"Misafir geldi akıllım. Senin haberin yok tabii. Ne olacak, gezente hali işte..."
"Kim misafir geldi?"
"Ablanlar..."
"Ablamlar kim?"
"Ablan, enişten, çoluk çocuk bir sürü..."
"Eniştem ölmedi miydi kız?"
"Saçmalama! Ne ölmesi? Nerden çıkardın şimdi onu? Durup dururken sapasağlam adamı öldürdün gittin ha! Allah’ım Yarabbim... Ben gidiyorum, sen de geç kalma. Eniştem bekliyor..."
Karım yürüyüp gitti. O anda bir ses duyuldu, sert ve keskin.
"Tamam, kestik..."
Sonra birisi çıkıp geldi köşeden. Omzunda kocaman bir kamera vardı. Peşinden de başka birisi geldi. Uzun kızıl saçlı, uzun kızıl sakallı ve uzun boylu. Başında Ecevit şapkası vardı. Ulan bu Nadir Kızılok. Yemin ederim o, ta kendisi. Adama boşuna kızıl komünist demiyorlar. Bak saçına sakalına! Yemin ederim. Elini uzattı tokalaşmak için, ben de uzattım. Tokalaştık.
"Tebrik ederim Oğuz Bey! Çok güzel oynadın. Harika valla."
"Bütün bunlar oyun muydu yani?"
"Evet ama senin haberin yoktu."
"Ne oyunu?"
"Hey Gidi Günler. Film içinde filmdi Oğuz Bey. Burada doğaçlama yaptık. Çok da güzel oldu hani."
"Ben filmde mi oynadım şimdi?"
"Evet, artist oldun."
"Vay anasını!"
"Vay ya! Kırkların bakkal amcası oyuncuydu. Kırkların kırk yıllık kara Kamber’i oyuncuydu. Karşı Yayla’nın bakkalcı kızı oyuncuydu. Kahvelerdeki erkekler, cam güzeli olmuş kızlar ve gelinler, eli sustalı oğlun Gökan, eli torbalı eşin Menekşe; herkes herkes oyuncuydu. Biliyor musun, kara köpek bile oyuncuydu. Neyse, şimdilik bu kadar. Gel setin oraya gidelim. Arkadaşlar ara verdik. Yemek yiyin, çay kahve için, dinlenin, istirahat edin. Akşama düğün sahnesinin çekimi var. Yarın akşama da gerdek gecesinin çekimi. Ama Oğuz beycim, biliyor musun gelinle damat tüp bitince yıkanamayıp sabaha cenabet çıkacaklar. Sabah olunca bakkala gidecekler ki, tüp yok. Kahvaltıda çayı tatlandıracaklar ama şeker yok. Tüp yok, gaz yok, şeker yok. Onlar için kuyruk var ama sigara hiç mi hiç yok. Hey gidi günler! Öyle değil mi Oğuz Devrim Beycim..."
Tevfik Tekmen 10/Mart/2020 Koruköy
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.