- 401 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÖĞRETMENİMİZ METİN BİÇER’İN ARDINDAN
1971-72 yılında Kadirli Dervişpaşa İlkokulu’na kaydım yapılmıştı. Okul, yeni açılmış ve eğitime yeni başlamıştı. Ben de ilk kez okulla tanışıyordum. O zamanlar, okul öncesi diye bir eğitim anlayışı yoktu.
Birinci sınıfa girdik. İlk öğretmenimiz Metin Biçer idi. Deyim yerinde ise hayatı bana sevdiren, sevgiyi, doğruluğu, dürüstlüğü öğreten insandı. Diyebilirim ki bu gün belirli bir yere geldiysem bunda O’nun payı büyük olmuştur. Çünkü hayatımın temel harçlarını o atmıştır.
4 yıl gibi bir süre Metin Biçer’in öğrencisi oldum. Daha birinci sınıfta iken bize büyük etki yapmıştı. İlk haftalarda bize okuma yazmayı öğretmiş, okumayı sevdirmiş, matematik bilgisi üzerinde çok durmuştu.
Her öğrencisini adeta nakış nakış işliyordu. Bilgiyi bize oyun havası içinde öğretiyordu. Arada sırada bizleri bahçeye çıkarıyor, dersleri oyunlar halinde bize sevdiriyordu.
Oyunlar onun için çok önemliydi. Oyunlarla öğretiyordu bize hayatı: Kimimizi doktor yapıyor, kimimizi hemşire yapıyor, kimimizi öğretmen yapıyor, kimimizi mimar yapıyor, kimimizi tüccar yapıyordu. Ama “Hangi meslek dalı olursa olsun önce dürüst olmamız gerektiğini”, “Yaptığımız işte asla hile yapmamamız gerektiğini”, “Doğru ve dürüst olursak herkes tarafından sevileceğimizi ve yaptığımız işlerde çok iyi yerlere geleceğimizi” söylüyordu. En çok üzerinde durduğu konu ise asla yalan söylememek idi. Bize, doğruluğu daha o zamandan aşılamıştı. “Yalan söyleyeni dokuz köyden kovarlar.”, “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” diyerek yalan söylemenin ne kadar kötü bir şey olduğunu öğretiyordu.
Öğretmenimizin, bize bilgiyi vermede, öğretmede kendine has değişik yöntemleri vardı. Bunlardan bizi en çok etkileyen ödül yöntemi idi. Metin Biçer, mutlaka her derse çeşitli ödüller ile gelir, bizlere soru sorar, bu soruları bilen herkese bu ödüllerden verirdi. Bu ödüller bazen bir tatlı olurdu. Bazen küçük bir şeker olurdu. Bazen de bir kitap olurdu. Ben, özellikle sınıfa getirdiği halka tatlıları hiç unutmam. 5-6 tane kadar halka tatlı alır, bunları ikiye böler soruları bilen kişilere ayrı ayrı verirdi. Verirken de “Aferin sana. Gel buraya kocaman bir tatlıyı hak ettin. Al şunu ye bakalım” derdi. Hatta kendi eliyle yedirirdi. Ve biz o tatlıları ertesi gün de yiyebilmek için eve gider, saatlerce ders çalışırdık.
Verdiği ödevleri yapanlara da yine bu tür ödüller verir, ödev yapma alışkanlığını bize kazandırırdı. Bizler de öğretmenimizin gözüne girebilmek ve tatlılardan yiyebilmek için, eve gelir gelmez, daha sırtımızdan önlüklerimizi çıkarmadan ödevlerimizi yapardık. Bütün bunlar zaman sonra bizde alışkanlık haline gelecekti. Ve bu sayede sorumluluk sahibi olacaktık. Verilen ödevlerin mutlaka yapılması gerektiğini öğrenmiştik.
Metin Biçer’in diğer eğitim taktikleri bununla da kalmıyordu. Her öğrenciyi mutlaka tahtaya kaldırır ve onların cesaretli olmasını isterdi. Sınıfta bizlerin konuşması için birçok yola başvururdu. “Konuşun, çekinmeyin. Meramınızı mutlaka dile getirin. Bilgilerinizi mutlaka aktarın. Düşüncelerinizi, fikirlerinizi açıklamaktan, konuşmaktan korkmayın” derdi. Bu nedenledir ki bizler de düşüncelerimizi açık açık söyleyen bireyler olmuştuk. Kesinlikle bildiklerimizi söylüyor, düşüncelerimizi açık yüreklilikle dile getiriyorduk. Konuşmaktan korkmuyorduk…
Bize kitap okumayı sevdiren öğretmendi Metin Biçer. “Ne kadar çok okursanız, o kadar çok bilgili olursunuz” derdi. “Çok yaşayan değil, çok okuyan bilgili olur” derdi. “Okudukça bilginiz artar. Konuşma beceriniz artar. Toplumda kendinizi hemen fark ettirirsiniz” derdi. O nedenle daha o yıllarda sınıfa İstanbul’dan kitaplar sipariş ederdi. Daha birinci sınıfın ikinci yarısında bir kütüphane oluşturma yönüne gitmişti. 4 yıla kadar büyük bir kitaplık yapacaktı sınıfa. Yaptı da…
Dördüncü sınıfa geldiğimizde sadece bizim sınıfa ait yüzlerce kitabımız olmuştu. Bu kitapları tüm sınıf değişerek okuyordu. Okumakla da kalmıyorduk. Öğretmenimiz okuduğumuz kitapların özetini sınıfta bizlere anlattırıyordu. Her ders 3-5 öğrenciyi tahtaya kaldırıyor, “Okuduğun kitabı özetle bakalım” diyordu. Öğrenci özetledikten sonra “Nasıl bir ders çıkardığımızı” soruyordu. Biz de ne anlamışsak anlatıyorduk.
Üçüncü sınıfta çeşitli bazı üniteler ve ansiklopediler de getirtmişti. Bunları o yıllar nasıl da su gibi içiyorduk. Adeta tüm sınıf birbiriyle bilgiyi öğrenme yarışına giriyorduk. “Kim sınıf birincisi olacak” diye yarışıyorduk. Kümelere ayrılıyorduk. Küme bilgi yarışları yapıyorduk. Tabii yarışı kazanan gruplara tatlı ödülü vardı. Bu ödüller bizleri daha da kamçılıyordu.
Diğer öğrenciler arasında bizler hemen fark ediliyorduk. Terbiyemizle, saygımızla, bilgimizle kendimizi gösteriyorduk. Soranlara da gururla “Biz Metin Biçer’in Öğrencileriyiz.” diyorduk…
Dördüncü sınıfa geldiğimde babamın Kıbrıs’a göç edeceğini duymuş. Eve kadar gelip babama “Yosçu gardaş, senin oğlan çok akıllı. Bunu götürme. Ne yap ne et, bende bir yıl daha okusun. Geleceği çok parlak olacak. Bir yıl daha okursa çok iyi yerlere gelir.” demiş. Babam da “Hocam, çok sağ ol. Ne yapayım, kime bırakayım? Kimseye bırakamam” demiş. O da “İnşallah yazık olmaz çocuğa. Ne olur okumasından vaz geçmeyin. Sonuna kadar okutun bu çocuğu.” demiş. Babam da ona, beni sonuna kadar okutacağına dair söz vermiş…
Ve bir sabah erkenden, kapıya bir kamyon yanaşmış ve biz Kadirli’yi terk etmiştik. Deniz aşırı bir ülkeye Kıbrıs’a göçmüştük…
Ben, en çok sınıfımızdan ayrıldığım için üzülmüştüm. Metin Biçer öğretmenimden ayrıldığım için üzülmüştüm. Yıllar sonra anlayacaktım ki bana çok şeyler vermiş, çok şeyler öğretmişti. Hayatı, sevgiyi, saygıyı, doğruluğu ve dürüstlüğü öğretmişti.
Ortaokul, lise ve hatta üniversite yıllarında öğrencilik yıllarım hep onun öğrettiği sorumluluk duygusu ile geçti. Ödevlerimi hep onun öğrettiği biçimde yaptım. Derslerime çalışmayı hiç ihmal etmedim. En önemlisi okuma alışkanlığım o kadar çok gelişmişti ki adeta bir kitap kurdu olmuştum. Bu gün hala onun sayesinde sayfalarca okuyan bir insanım.
Yıllar geçti aradan. Onu bir daha hiç görmedim. Bazı sınıf arkadaşlarımızla bir araya geldik. Metin Biçer öğretmenimizi görmek istedik. Mersin’de oturduğunu öğrendik. Bir ara “Baskınla ziyaretine gidelim” dedik. Doktor olan kızından onun durumunu öğrendik. “Rahatsız olduğunu, fazla heyecanın ona zarar verebileceğini” söyledi. O nedenle biz de hocamıza zarar vermemek için bu düşüncemizi ileri bir tarihe attık.
Ama ne yazık ki o tarih bir daha hiç gelemeyecek. Geçen hafta Öğretmenimiz Metin Biçer’in Hakk’a yürüdüğünü büyük bir üzüntü içinde öğrendik.
Yüreğimizden bir şeyler gitti acı haberi duyunca. Sanki dünyamız karardı. Yıkılıverdik öylece. Yıllar sonra da olsa öğretmenimizi kaybetmenin üzüntüsü derinlerimize çöktü. Üzerimizde olan hakkını hiçbir zaman ödeyemeyeceğiz belki de… Çünkü o kadar çok hakkı oldu ki bizde, ne yapsak da bunu ödeyemeyiz…
Hayata onun sayesinde baktık, onun düşünceleriyle, duygularıyla ve sevgileriyle baktık. Hayatı biz ondan öğrendik…
Mekanın Cennet Olsun Saygıdeğer insan…
Bizim için uzak olmanın, yıllarca ayrı kalmanın önemi olmadı hiç. Çünkü daima içimizde oldunuz. Kalbimizde oldunuz. Size olan sevgimiz, saygımız asla bitmedi. Bundan sonra da emin olunuz ki hiç bitmeyecek…
Öğrencileriniz, Hakan Yozcu, Yunus Menziletoğlu, Ali Demir, Orhan Temel, Şahin Temel, Hüsne Adaklı, Hülya Kazancı, Ayşe Gürsoy, Osman Dağlı, Ali Gonca, Elif Kayıran, Bilal Küçükköşker, Erdoğan Kızmaz, Mehmet Mahti, Muhammet Çuhadar, Taşkın Dinçer, Cemal Dal, Mehmet Şahin, Ergün Özge, Ahmet Tozcu, Ahmet Korkmaz, Yaşar Korkmaz, Suzan Döğüşçü, Ramazan Kaya, Musa Adaklı, Bilal Avlukyarı, Osman Küçüktamer, Muşlu, Arife Sayman, Nazife Solak, Makbule Nacar ve adlarını hatırlayamadığım diğer arkadaşlarımız, sizi asla; ama asla unutmayacak…
Siz, kalbimizin ışığını sevgi ile yaktınız, bu sevgi, bu yürekler var oldukça yanacak…
Metin Biçer Öğretmenimize Allah’tan Rahmet diliyor, ailesine, çocuklarına, öğrencilerine ve tüm sevenlerine sabır ve metanet diliyorum…
Mekanı Cennet olsun…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.