- 547 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
CHARLES BOUDELAİRE
Fransız şair Charles Boudelaire, 1821-1867 yılları arasında yaşadı. Babasını küçük yaşta yitiren şairin annesi bir subayla evlenmişti ve üvey babasına yakınlık duyamayan Boudelaire, daha on iki yaşındayken ’’ölünceye dek yalnızlığa mahkum’’ ve ’’melankolik duygularla yüklü’’ bir kimse olduğunu söylemekteydi. 1836 yılında, üvey babasının bir göreve verilmesi üzerine Boudelaire de, ünlü Louis-le-Grand lisesinde öğrenim görmeye başlamıştır. İlk şiirlerini de bu okulda on altı yaşında yazmaya başlayan Boudelaire, 1839 yılında, karanlık kalan nedenlerden ötürü okuldan çıkarılmış, ama daha sonra okulu bitirme sınavlarına kabul edilmiştir. Üvey babası ile yaptığı uzun ve sert tartışmalardan sonra, , kesin bir karara varmıştır: Edebiyatçı olacaktır.
Boudelaire, 1839-1841 yılları arasında Paris’te başıboş bir sefahat hayatı sürmüş ve çağdaşı olan edebiyatçılarla ilk ilişkilerini gene bu dönemde kurmuştur. Yakın dostları olan Prarond ve Buisson gibi kimselere, heyecan dolu, şiddetli yırtıcı şaşırtıcı şiirlerini okuyarak hayranlık kazanan Boudelaire’in, Saint-Louis adasındaki zemin kat dairesinde ilk dinleyenler, işte bu arkadaşlarıdır.
Boudelaire, o yıllarda, romantik acıma duygularıyla dolu şiirler yazıyor; ve bu yapıtlarında da, genel olarak, düşmüş kadınlarla yoksul insanların alın yazısının kötülüğünden yakınıyordu.Ama çok geçmeden bu duyguları bir yana bırakarak, çılgın bir hayat yaşamaya başladı. Öyle ki, annesi ve üvey babası, söz dinlemeyen delikanlıyı, Uzak Doğu seferine çıkan bir geminin kaptanına emanet edip geziye göndermekten başka çare bulamayacaklardır.
Genç şair, başlangıçta, bu geziye boyun eğer görünmüş; ama altı ay sonra bir başka gemiye atlayarak gene Paris’e dönmüştür. Ne var ki bu uzun yolculuk, Boudelaire’nin dünyaya bakışında ve estetik anlayışında büyük ve köklü bir değişikliğin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Geçekten de sanatçı, macera sevgisini ve heyecanını, uzak ve yabancı ülkelerin çekiciliğine karşı duyulan hayranlığı, hep bu gezi sırasında edinecek ve sayısız derin anıyla dönecektir. Şu nokta rahatça ileri sürülebilir ki, Boudelaire, Okyanus’u görmemiş ve o korkunç fırtınaları yaşamamış olsaydı, Albatros, Önceki Hayat, İnsan ve Deniz, Ekzotik Koku gibi şiirlerini belki de yazamayacaktı. Oysa şairin estetiğinin temeli, bu şiirlerde aranıp bulunabilir. Boudelaire’in yapıtını, hayatından ayrı olarak ele alıp anlamak ve açıklamak olanak dışıdır. Alabildiğine tutkulu ve derinlemesine sarsıcı aşklar yaşamış olan şair, özellikle Jeanne Duval adlı bir melez hanıma gönül kaptırmıştı; ayrıca bayan Sabatier adlı hanıma da, aslında bu hanımın pek layık olmadığı mistik bir hayranlık ve tapınma duygusuyla bağlandı.
Ruhu ve zihni allak bullak eden ve hem büyüleyen hem zehirleyen ne varsa, tatmıştır Boudelaire. Dolayısıyla da, yapıtı sınırsız hazlar, acılar, düşkünlükler ve umutlarla yoğrulmuş bulunmaktadır. Ölümsüz şairin derin iç trajedisini dile getiren ve dünya şiirinin en büyük üç beş örneğinden biri olan ’’Kötülüğün, Acının ve Ağrının Çiçekleri’’ adlı başyapıtı yayınlanmadan önce Baudelaire, nesirler yazarak edebiyat dünyasında tanınmaya başlamıştır. Ressamlarla arkadaşlık kuran ve sanat eleştirisi alanında denemeler kaleme alan şair, 1845 yılında Salon başlığını verdiği yapıtını yayınlamıştır. Boudelaire, bu yapıtında, canlı ve içten bir resim sanatından yana olduğunu parlak bir şekilde ortaya koymaktadır. 1846 salonu adlı yapıtıyla, resim eleştirisi alanındaki otoritesini herkese kabul ettiren şair, aşk Üzerine Avutucu Özdeyişler Derlemesi, Genç Edebiyatçılara Öğütler ve İnsan Dahi Olunca Borçlarını Nasıl Öder gibi yazılarıyla ününü büsbütün artıracaktır.Şair, 1948 Devrimi’ni, biraz da koyu kralcı üvey babasına duyduğu büyük öfkeden dolayı, sonsuz bir coşkunlukla karşılamış; hatta bir ara, işi barikatlarda nutuklar çekmeye kadar vardırmıştır. Ama bu coşkunluk uzun sürmeyecektir. Bu arada Ulusal Kurtuluş adlı bir gazete kurmuş, ama bu gazetenin ancak iki sayısını çıkarabilmiştir.
Büyük şair, 1853-1855 yılları arasında, Oyuncağın Ahlakı ve Gülmenin Özü Üzerine adlarını taşıyan iki kitapçık yayınlamıştır. Baudelaire’in ünlü Amerikalı şair ve yazar Edgar Allen Poe’ya duyduğu derin hayranlığın başlaması da gene bu döneme rastlamaktadır. 1848 yılından itibaren Poe’nun hikayelerini Fransızcaya çevirmeye koyulan Baudelaire, tam on yedi yıl boyunca bu işe devam edecek ve, ’’bakışı, o baktıkça büyüleyen nesnelerin üzerine doğru bir kılıcın sertliğiyle uzanmış olan adam’’ diye nitelediği büyük Amerikan yazarının yapıtlarını çeşitli dergilerde düzenli bir şekilde yayınlayacaktır. Şair gene bu arada, Poe hakkında bir biyografi ve bir inceleme olmak üzere iki büyük yazı kaleme almıştır.
1855 yılında, Revue des mondes dergisinde, on sekiz şiiri yayınlanmıştır. Ama asıl başyapıtın, Les Fleurs dumal’in 1857 yılında yayınlanışı her bakımdan büyük bir olay şeklinde karşılanacaktır. Gerçekten de kitap, hem büyük övgülere, hem de türlü skandallara yol açmıştır. Kitaptaki bazı parçalardan dolayı şair hakkında adli kovuşturma açılmış; ve mahkeme savcılık tarafından ileri sürülen suçlamayı geçerli bularak, altı şiirini kitaptan çıkarılmasına karar vermiştir. Şairi tam anlamıyla ünlü kılan ,işte bu mahkumiyet olacaktır.
Boudelaire, karşılaştığı bütün güçlüklere rağmen, dehasının ürünlerini vermeye devam etmiştir. Mensur şiir yazmakta, edebiyat ve sanat eleştirmeleri yayınlamaktadır. Yapay Cennetler adlı yapıtını da bu arada bastırmıştır.
Gırtlağına kadar borca batmış olan Boudelaire’in sağlığı da kötüye gitmeye başlamıştı bu sıralarda. Ama gene de direnmekteydi. O sınırsız sanat sezgisiyle, 1861 yılında yayınladığı bir yazısında, Fransa’da ilk kez oynanan Wagner’in beğenilmeyişini acı bir dille eleştiriyor; ve, böylece, büyük bir müzik eleştirmeni de olduğunu ortaya koyuyordu.
Durumu gittikçe kötüleşen ve enikonu düşkün bir hale gelen şair, Belçika’ya giderek, bu ülkede vereceği konferanslarla büyük servet elde edeceğini ummaya başlamıştı. 1865’te Belçika’ya gitti nitekim; ama büyük bir hayal kırıklığından başka hiç bir şey elde etmeksizin , iki yıl sonra, inmeli olarak döndü Fransa’ya. Bir yıl perişan bir halde bir hastanede kaldıktan sonra da öldü. Böylece, kendi deyişiyle. ’’hayattan, katlanılmaz hayattan’’ kurtulmuş oluyordu.
Boudelaire, her şeyden önce, şair olarak tanınmış kimsedir.Kötülüğün, Acının ve Ağrının Çiçekleri adlı yapıtı, onun edebi kişiliğini bütün büyüklüğü ile gösteren bir şiir anıtıdır. Boudelaire, bu kitapta yer alan şiirlerini daha 1851 yılında hazır olduğunu ve sadece basılmayı beklediğini, annesine yazdığı bir mektupta belirtmişti. Bu şiirlerin bir kısmı, 1845-1852 yılları arasında çeşitli dergilerde yayınlanmıştır. Acının ve Ağrının Çiçekleri’nin 1857 de yapılan ilk baskısında, beş bölüm halinde düzenlenmiş yüz şiir yer almaktaydı. Yapıtın 1861 yılında piyasaya çıkarılan ikinci baskısında ise, altı bölüm halinde düzenlenmiş yüz otuz şiir bulunuyordu. Bu başyapıtın bir üçüncü baskısını yapmayı her zaman istemişti Boudelaire. Ne var ki bu baskı, ancak şairin ölümünden sonra, 1868 yılında yapılabilecekti. Yüz elli bir şiirin yer aldığı bu baskıda, mahkemece yasaklanmış olan ve 1866 yılında Bürüksel’de Kalıntılar adı altında yayınlanan şiirler de ekli bulunmaktaydı.
Boudelaire’in şiirlerinde, romantik abartmaların yanı sıra, keskin ve gerçekçi gözlemlerin bulunuşu, düşmanlarını olduğu gibi dostlarını da tedirgin etmiş ve şaşkınlığa sürüklemişti. Bundan dolayı, uzun bir süre, büyük şairin gerçek kişiliğinin Lanetli Kadınlar ve Leş gibi şiirlerinde gizlendiği sanılmış; böylece de gerçek Boudelaire, uzun zaman, gereğince tanınmadan kalmıştır. Aslında Boudelaire, gerek düşüncesi, gerekse sanatı bakımından, bütün çağdaş şiirin temelini oluşturmuş olan şairlerden biri ve, belki de, birincisidir. Gerçekten de, günümüzün şiirine öncülük etmiş olan şairlerden hiç biri yoktur ki Boudelaire’den büyük ölçüde etkilenmiş olmasın.
Şiiri, bir ’’mistik’’ şeklinde anlamıştır Boudelaire, Yani, şiir aracılığıyla, zaman ve mekan dışında, insan hayatının bütün ritmini, şöyle ya da böyleliğini, kökünden yakalayarak dile getirmek istemiş ve insanın özünü, basitliklerden , yüzeysel umutlardan kurtulmuş halde canlandırmaya çalışmıştır. Onun gözünde şiir insanın başarılarını, yakınmalarını dile getirmekle görevli değildir. Bununla birlikte Boudelaire, gerçek büyüklüğünü, tarihsel ve ekonomik koşulların doğurduğu insan dışı bir toplum hayatının oluşturduğu korkunç yalnızlıkları, zavallılıkları ve sefaletleri canlandırmasına borçludur. Gerçekten de, kapitalizmin boğucu dünyasının, milyonlarca insanı barındığı halde hepsini yalnızlığa ve tekniğe mahkum eden büyük kentlerin öldürücü hayatının , belki de bu derece keskin bir şekilde ilk kez onun şiirlerinde dile geldiğini görürüz.
Sanatçı, kimi zaman bu gerçekler karşısında isyan eder, yok saymak ister onları; ve böylece bize, yüce bir özlem ve umut aşılamak yoluna gider. Romantiklerin en sonuncusu büyük şair olarak görülen Baudelaire, aynı zamanda tutkunun , şehvetin, ince duyarlılığın ve derinlemesine acımanın da şairidir. Ama, bunun yanı sıra, büyük kaçışların, yeniyi özlemelerin, umutlara ve düşlere sığınışların şairini de, gene onda buluruz. Ayrıca büyük şair, doğa olaylarıyla insanın iç dünyasındaki dalgalanmalar arasında birbirine tıpatıp denk düşmenin, yani derinlemesine bir uygu halinin var olduğunu söylemiş; buna örnek olarak, kokular, renkler ve sesler arasındaki uyguyu da, Denk düşümler adlı ünlü şiirinde dile getirmiştir.
Baudelaire’in 1857 yılından sonra yazmaya başladığı Küçük Mensur Şiirler adlı yapıtı da, sanatının anlaşılması ve değerlendirilmesi bakımından oldukça önemlidir. Büyük şairin eleştiri alanındaki yazıları ise, ölümünden sonra, Estetik Aranışlar ve Romantik Sanat başlıkları altında bir araya getirilip yayınlanmıştır.
YORUMLAR
sayeniz de hafızamızı tazeliyoruz çok teşekkürler
Rimbaud'du sanırım şairlerin tanrısı diye tanımlardı onu
Boudelaire bana Fransızcayı sevdiren şair 'kötülük çiçekleri'ni özellikle sanatsal eleştirilerini de çok farklı ve muazzam bulurum Albatros tabii ki yeri çok başkadır ben de amatör bi gemici olarak:)
Boudelaire aslında romantizm çıkışlıdır öyle tanımlanır ama sembolizm, gerçeküstücülük ve varoluşçuluk akımlarının öncüsü olarak kabul edilir
Yahya Kemal'in dediği gibi biraz abartılı olsa da tüm şairlerin en büyüğü olarak tanımlar Boudelaire'i
yine mi demeyecekseniz:) yine tarih konusunda çok küçük gözden kaçmış bi hata var sayın yazar Boudelaire 1800 lü yıllarda yaşamış yani doğum tarihi 1521 değil 1821 olmalı
Boudelaire'i anımsattığınız için çok teşekkürler
çok çok değerli bi çalışmaydı sevgiler çokça