- 455 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Doğruların sahibi.
Hayatın içini nefretle dolduran oluşumlar, insanı her şeyden soğutuyor. Her şeyin sahtesi almış vermiş. Hayatın içini dolduran oluşumların gerçekliği tamamen bitmiş durumda. Nereye baksan sahtelikleri, haksızlıkları görüyorsun.
Hayatın içerisinde, toplumsal kuralların yerini kişisel kurallar yer aldı. Böylece başına buyruk, kişiliğine hizmet edenler çoğaldı.
Hayatı bildikleri gibi yaşayanların elinde dertleriyle yoğrulmak zorunda bırakılanlar çoğaldı.
Güçsüzden nemalanıp kendine güç kuvvet bulmaya çalışanlar çıktı.
Mutluluğunu bir kat daha fazlalaştırmak için başkalarının mutluluğunu çalanlar çıktı.
Haksız elde edilenleri hakkıymış gibi gösterenler çıktı.
Hal böyle olunca, doğruluğundan ödün vermeyenler sürekli kaybetmeye başladı. Bunlar gözü kapalı iş bilmez, diğerleri ise her şeyin en iyisini bilenler oldu.
Hayat bu, kural bu dediler.
Hayatı öyle şen şakrak yaşıyorlar ki başkalarının hakkıymış sorun değil. Haksızlığı, rahatlığın verdiği ihtişamdan dolayı kendilerine meşru olarak görüyorlar.
Hak anlayışının olmadığı yaşamı benimseyenler, sonlarının nereye ve nasıl gideceğini göz ardı etmektedir. Bunlar İstelerse de istemeseler de bir gün gelecek hayatın doğruları, yanlışları mahkûm edecektir, böylece yanlışların kaybında doğrular hakkı olan huzuru bulacaktır. Doğruların yanlışları mahkûmiyetine dönüşümde diyebiliriz. Hakkın sahibini bulması olarak da adlandıracağımız dönüşümün sonucu Socrates’in dediği gibidir “Haksızlık yapmak haksızlığa uğramaktan daha acıdır.”
Kendi hakkının değer ölçüsüne, başkasının hakkını eşitlemeyenin sonuçlarına bakmak lazım. Önceleri durum farklıydı, kul hakkına çok dikkat edilirdi. Haksız yere elde edilen gelirin sonucunda alınan malların “Buz üzerine bina yapmaya” benzetilerek eninde sonunda yok olacağına işaret edilmekteydi. Ama günümüzde durum tam tersine döndü.
Rivâyete göre İmam Azam Ebû Hanife kendisine borçlu bulunan bir mecûsiden alacağını istemek üzere gitmiş.
Mecûsinin evinin kapısına geldiğinde ayakkabısına bulaşan pisliği silkeleyince pislik, mescûsinin duvarına sıçramış. İmam Azam kendi kendine: “Ne yapsam?” diye düşünmeye başlamış. “Pisliği duvarda bıraksam mecûsinin evini kirlettim. Kazısam pislikle birlikte duvarın toprağını da kazıyacağım, bu da uygun değil” diye düşünmüş ve mecûsinin kapısını çalmış. Kapıyı açan hizmetçiye: “Ev sâhibine Ebû Hanife’nin kapıda olduğunu söyle” demiş.
Ebû Hanife’nin geldiğini öğrenen mecûsi onun, borcunu istediğini zannederek özür dilemeye başlamış. Mecûsinin mahcûbiyeti karşısında Ebû Hanife: “Özür dilemesi gereken varsa o da benim. Duvarını kirlettim, bunu nasıl temizleyebilirim diye sormuş. Ebû Hanife’nin kul hakkına saygılı bu tavrı mecûsiyi etkileyerek: “İzin verin, önce ben kalbimi temizleyeyim, duvarı nasıl olsa temizleriz” demiş ve Müslüman olmuş.
Sahte dünyanın içinden gerçek dünyaya çıkmak için hala zamanımız var.
Gerçek neyse doğrular odur. Gerçeği sahiplendiğinde doğrular kendisi gelecektir.
Doğrular sahipsiz değildir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.