- 661 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Bir gülüşü var dudakları kesikten
“Her lezzetin içinde elemi var birer iz.”
Lemeat’tan.
Dünya gülümserken de ona ‘hayır’ diyebilmenin bir yolunu bulmamız lazım. İmtihan bunun üzerine dönüyor. O gülümsemezken, hatta kibirle surat asarken, ‘hayır’ demek kolay. Kollarını açtığında nasıl ‘Dur!’ diyeceğiz? Ona değil. Kendimize. Kendimizi, kuvvelerimizi, hislerimizi, nefsimizi nasıl durduracağız o böyle kolları açık ‘Gel!’ derken? “Ne olursan ol yine gel!” diyen yalnız Mevlana kuddisesirruh değil ki. Her boyacı kendi boyasına çağırıyor bizi. İyiler iyiliğine çağırıyor kötüler kötülüğüne. Sınanmadığımız günahların takvası da kolay oluyor. Korunmuş alanların içleri kısmen güvenli. Ya ateşe tutulursak? Ateşteyken elimizi ‘kalmaya’ ikna edebilir miyiz? Seni bilmem de arkadaşım ben âkıbetimden çok korkuyorum. Çünkü içimde tutunacak bir kemal bulamıyorum.
Aklımı çok kurcalıyor bu. Başaramazsam geri kalanın kurgusal kaldığını düşünüyorum. Bir hayli yapmacık, tasannu, ‘mış’ gibi. İyi neden iyi? Kötü neden kötü? Bundan emin olmalıyız gibime geliyor. Yani itikadsız takva olmuyor. Aleyhissalatuvesselamın devr-i cahiliyede bile ’emin’ diye anılması, biraz da kötüden ve iyiden emin oluşundan ileri gelmiyor muydu? Vahiy gelmemişken bile kötüyü ve iyiyi tanımak. Fıtratının saflığında bir hayat yaşamak. Vicdanınla yüzleşmek. Vahiy böyle duru bir kaba dolmuştu.
‘Mış gibi’ yapmaya düşman oldum her zaman. Kur’an’a ve sünnete teslim olmamak değil bu. Hâşâ. Elbette tevekkülü nimet biliyorum. Fakat istiyorum ki: Kur’an’ın kötü veya iyi dediğini bizzat kötü veya iyi olarak göreyim. Bizzat günahın kendisinden soğuyayım. Bizzat günahın kendisi bana mantıksız gelsin. Anlamsız gelsin. Canım istemesin. Günahın lezzeti içindeki zakkum-u cehennemi sezebileyim. Taklidim tahkik olsun.
İşte yine Markar Esayan’ın sözüne geldim. “Kötülüğü canım istesin ama yapmayayım yine de.” Bunu istemiyorum. “Canım da istemesin çünkü o zaten kötü!” diyebilmek istiyorum. Kötünün kötülüğüne tüm latifelerimle iman etmek istiyorum. Zira içimdeki bu zıtlık benim sorunumdur büyük ihtimal. Allah’ın varlığı yaratışında bir çelişki yok. Hâşâ. O vakit, kötü bana iyi geliyorsa, iyi bana kötü geliyorsa, birşeyleri gözden kaçırmış olmalıyım. Bu sorunu nasıl çözeceğim? Kötüyü kötü görmeyi nasıl başaracağım?
Mürşidim bu sadedde diyor ki: “Evet, ekseriyet-i mutlaka ile, hayır ve mehâsin ve kemâlât, vücuda istinad eder ve ona râci olur. Sûreten menfi ve ademî de olsa, esası sübutîdir ve vücudîdir. Dalâlet ve şer ve musibetler ve mâsiyetler ve belâlar gibi bütün çirkinliklerin esası, mayası ademdir, nefiydir. Onlardaki fenalık ve çirkinlik, ademden geliyor. Çendan suret-i zâhirîde müsbet ve vücudî de görünseler, esası ademdir, nefiydir.”
Aslı öyle olan ve ‘aslında öyle olan’ bana neden sûreten böyle görünüyor? Bu ikircik, savaşılması gereken perde, cephe burası. Nefsin iknası da ancak böyle olur. Eskiler gırtlağına çökerek aşmışlar bu engeli. Nefislerini öldürmüşler. Fakat ben denedim. Haddim değil. Başaramıyorum. “Daha başka bir yolu olmalı” diye düşünüyorum. Genele daha yakın bir yol, bir suhulet, bir cadde. Nefis aptal değil. Aceleci ama kesinlikle aptal değil. Neyin iyi neyin kötü olduğunu kavrayabiliyor. Fakat kısavadede yapıyor bunu. Hemen gerçekleşebilecek bir menfaatin taraftarı. Hızlı olanın, hemen olanın, çabuk ele geçenin aslında kârlı olmadığını anlatabilecek bir dil bulabilsem, pekâlâ sözden anlayacak gibi. ‘İnşaallah’ yani.
“His ve heves ise kördür, âkıbeti görmez; bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder; bir dakika intikam lezzeti ile katleder, seksen bin saat hapis elemlerini çeker; ve bir saat sefâhet keyfiyle, bir nâmus meselesinde, binler gün hem hapsin, hem düşmanın endişesinden sıkıntılarla ömrünün saadeti mahvolur.”
Psikoloji zaten bunu yapmıyor mu? Nefsin aklın diliyle bir ölçüde ikna olabildiğini görmüş birileri. Doğruyu ve yanlışı, etkileyici bir dille, yeterli zamanda anlatırsan/gösterirsen, o da anlıyor bu işte bir tuhaflık olduğunu. Menfaatinin orada olmadığını anlıyor. Acele olanın kâr getirmediğini farkediyor. Bütün rehabilitasyonlar, terapiler, bağımlılık tedavileri bunun üstüne. Salt aklını ikna etmek değil bunlarla yapılmak istenen. Akılla kötü olduğu kabul edilmezse zaten tedavi edemezsin. “Tedavi suçlamanın bitip sorumluluğun kabul edildiği yerde başlar!” diyor Irvin Yalom Bugünü Yaşama Arzusu’nda. Evet. Aklın bildiğini lisan-ı münasiple nefse de anlatmak. Kuvve-i akliyenin dilini kullanıp kuvve-i gadabiye ve şeheviyeye ders işittirebilmek. En sağlam tedavi burada sanki. İbn Arabî kuddisesirruh Firavun’u ‘nefis’ diye tefsir ederken ‘kavl-i leyyin’in de yerini değiştirmişti.
“Nasıl ki bir dakika hiddet yüzünden bir katl, milyonlar dakika hapis cezasını çektirir; öyle de, gayr-ı meşru dairedeki gençlik keyifleri ve lezzetleri, âhiret mes’uliyetinden ve kabir azabından ve zevâlinden gelen teessüflerden ve günahlardan ve dünyevî mücazatlarından başka, aynı lezzet içinde o lezzetten ziyade elemler olduğunu aklı başında her genç tecrübeyle tasdik eder.”
‘Aynı lezzet içinde o lezzetten ziyade elemler olduğunu akla gösterebilmek…’ Aradığım cevap bu. Şehvetin, gazabın, hislerin vs. ifrat etmek için her malzemeye sahip olduğu bir zamanda sırf ahiret mesuliyeti bir nefis için ne kadar ikna edici olabilir? Bana şu anda, şu günde, şu görünende, o kem işe doğru giderken, o kem işi hayal ederken, o kem iş bana gülümserken ağzımın tadını kaçıracak şeyler de lazım. Bu gülüş değil, yanaklarımdaki kesik, bilmem lazım. O lezzetin, yani günahtaki o arsız lezzetin, aslında zehrolduğunu bilmem gerek. İrşadda böyle bir dil geliştirmeye muhtacız. Kısavadede iyi gibi gözükenin aslında kısavadede de kaybettirdiğine ikna edebilecek bir dil. ‘Lezzetleri acılaştıran ölümü çok zikretmek’ mübarek tavsiyesi içinde ‘her lezzetin ölümünü’ zeval-i lezzet ile hissetmek/hayal etmek. Bence Bediüzzaman bu hadisi çok başka anlamış. Tefekkürümüzün tahtası eksik. Ardından yürüyemiyoruz.
YORUMLAR
belkibirharfimben
Biz acizliğimizle bir günah yoluna girsekte, içimizde ki bizi huzursuz o his aslında bize herşeyin doğrusunu anlatıyor. Yinede nefsimizle mücadele ediyoruz. Bir savaş içerisinde bazen kan ter içinde kalıyoruz. Ama bu hisleride bize veren Allah değil mi? Herkesin doğru yolda yürümesini isteseydi herkes doğru yolda yürürdü. O zaman şeytana gerek kalmazdı ki oda ayrı bir konu. İsyan eden bir melek bizim üzerimizden sınava tabi oluyor. Bizde onun aracılığıyla binlerce sınavdan mesul oluyoruz. Burda bizden istenen o sınavları geçmemiz. Mücadele büyük olunca ödülde büyük olur. En azından kendimizi böyle telkin edebiliriz. Teslim olmak kolay. Kolaylık güçsüz işi. Ve muhtaç olduğumuz kudret emr olunduğumuz o asil kitapta mevcuttur. Hürriyet nedir? Diye düşünürüm. Hür irade diye bir şey varmı bu dünya da. Evet var ama sonucuna katlanmak pahasına.
Güzel bir yazı öyle güzel ki bizede yazdırdı. teşekkürler.
belkibirharfimben
Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri buyurur:
“Her kim kendine bakıp ibadetini ihlâslı görür, keşif sahibi olduğunu hesâb eder ve nefislerin en çirkefi olarak kendi nefsini görmezse, hiçbir mânevî mertebede onun yeri yoktur.”
Evet, en kötü kendi nefsimizi görürsek,iyiye doğru gideriz.
Teşekkürler.
Heidi tarafından 1/13/2020 5:03:11 PM zamanında düzenlenmiştir.
Heidi tarafından 1/13/2020 5:04:04 PM zamanında düzenlenmiştir.