NASIL KİTAPSEVER OLDUM
NASIL KİTAP SEVER OLDUM?
Yıllar önce pek de mahrumiyet sayılmayan bir sahil kasabasında yaşıyorduk. Köy okulunda birleştirilmiş sınıflarda okurken yeni okulumuzda her sınıf ayrı ayrı öğrencilerden oluşuyordu. Sınıfta; bizim gibi köy okulundan gelen çocuklar olduğu gibi, anasınıfından beri bağımsız sınıflarda okuyan çocuklar da vardı. Onlar tertip düzen, bilgi bakımından bizden daha üstün durumdaydılar. Sınıf arkadaşlarımız genellikle kasabadaki; amir-memur, esnaf çocuklarıydı. Onlar daha bizim adını bile duymadığımız kitapları okumuşlar, bir yandan da okumaya devam ediyorlardı.
Öğretmen her fırsatta kitap okumanın yaralarından bahsediyor; ‘’Kitap insanın en iyi arkadaşıdır’’ diyordu. Biz öğretmenlerimizin verdiği ödevlerden fırsat bulup da kitap okuyamıyorduk. Çünkü önceki okulumuzda bu kadar ödevimiz olmazdı. Evimizde az çok kitap vardı ama arkadaşlarımın okuduğu kitaplar daha güzeldi. Okumak istiyordum ama nereden başlayacağımı da bilemiyordum. Bir yandan da televizyondaki programlar vardı. Televizyon izlemek, kitap okumaktan daha cazip geliyordu. Evdeki herkes televizyonda dizi seyrederken benim kitap okumam çok zordu. Birkaç kez denedimse de her seferinde televizyondaki özellikle komedi filmleri bana daha cazip geliyordu. Zaten herkes televizyon izlerken kitabı okumak herkesin başarabileceği bir iş de değildi. Ben de kitap okumayı bırakıp, herkes gibi televizyon izlemeye başlıyordum.
Bir akşam okuldan geldiğimde televizyonun açma kapama düğmesinin orasında sıkıştırılmış bir kibrit çöpü gördüm. Anahtar bozulmuş şimdilik babam öyle bir çare bulmuştu. Bu durum böyle birkaç hafta devam etti. Okuldan geldiğim zaman televizyon hep açık olurdu. O gün her zaman açık olan televizyonumuz kapalıydı. Hemen düğmesine bastım açıldı ama sürekli o vaziyette tutmam gerekiyordu. Artık düğmeyi sabit tutamak için kibrit çöpü de fayda etmez olmuştu. Her zaman olduğu gibi önce ödevlerimi tamamladım. Havalar da yavaş yavaş soğumaya başlamıştı. Sokakta arkadaşlarımda görünmüyordu. Babam eline bir kitap almış, annem pencereden dışarı bakıyordu. Biz de kardeşimle sıkıntıdan patlıyorduk. Yıllardır o vakitlerde açık olan televizyonumuz kapalıydı. Bir iki kitabım vardı bende onlardan birini aldım. Okumaya başladım. Ama belli bir süreden sonra sıkılmaya başladım.
Ertesi gün okulda ilerleyen derslerde öğretmen; ‘’Çocuklar, bu hafta Kitap Haftası. Herkes evindeki kitaplarından bir tanesini yarın okula getirsin’’ dedi. Unutursunuz siz iyisi mi kitabınızı çantanıza akşamdan koyun’’ diye hatırlatmayı da unutmadı. Ayrıca evimizdeki kitap isimlerini ve yazarlarını da bir liste halinde istedi.
Okula vardığımızda bazı arkadaşlar kitap listelerini hazırlamışlar. Neredeyse bir sayfa kitap listesi olanlar vardı.
Benim gibi çoğunun defter sayfasına yazdığı üç beş kitaptan ibaretti. Evinde hiç kitabı olmayanlar da var mıydı? Hatırlamıyorum. Öğretmen birçoklarına ‘’Aferin’’ derken bize de ‘’Sizin niye bu kadar az’’ der gibi yüzüme bakmasından utanmıştım.
Öğretmen; ‘’Kasabamızda ve okulumuzda kütüphanemiz var. Okumak için ödünç kitap alabilirsiniz. Aklımdayken hatırlatayım. Kütüphane müdürü ile görüştüm. Yarın öğleden sonra hep birlikte belediye binasının alt katındaki kütüphaneyi ziyaret edeceğiz.’’ dedi. Arkadaşlardan biri; ‘’Öğretmenim ben kütüphaneye üyeyim. Her hafta okumak için bir kitap alıyorum.
Hem kütüphanede kitap okumak için masalar sandalyeler de var. Okumak için de çok sessiz bir ortam var.’’ dedi.
Zaten evimizdeki televizyonda bozulmuştu. Bu iş tam bana göreydi. Ertesi günü sabırsızlıkla bekledim. Öğretmenin dediği saatte sınıfça hazırlandık. İkişerli sıra olduk, kütüphanenin yolunu tuttuk. Kütüphaneye vardığımızda kütüphane müdürü bizi karşıladı. Gerekli bilgileri ve kuralları hatırlattıktan sonra üye olmak isteyenler ilgili memura müracaat etsinler dedi. O gün sınıftan kütüphaneye ilk üye ben olmuştum. Bir de ödünç kitap almıştım. Okuldan çıktıktan sonra doğru kütüphaneye gidiyor ve kitap alıp okuyordum. Artık evdeki televizyonun bozuk olması hiç de umurumda değildi. Babam kitap okumaya alışkındı. Aradan bir hafta geçmeden babam elinde bir koli kitapla geldi. O kitaplardan bizlere de almıştı. Artık her gün düzenli bir şekilde kitap okumaya başlamıştık. Canımız sıkıldıkça herkes eline bir kitap alıyordu. Babam annemin canı sıkılmasın diye ona da bir yemek kitabı almıştı. O da mutfakta kitaba bakarak hazırladığı pasta, kurabiye, börek, tatlı gibi şeylerden yapmaya başlamıştı.
Babam bir akşam yemekte; ‘’Bu iş tuttu. Televizyon bozulalı artık herkes kitap okuyor. Ben bu televizyonu tamir ettirmem’’ dedi. Annem hemen söze karıştı; ‘’Herkes başını alıp gidiyor. Evde çatlıyorum. Kitap okumak isteyen yine okusun. Akşamları kitap okuma saatlerinde kapatırım. Ben daha dayanamıyorum.’’ dedi.
Artık kış mevsimine de girmiştik. Günler kısalmış, geceler iyice uzamıştı. Bir hafta sonu tamirci geldi. Televizyonun açma kapatma düğmesini değiştirdi. Artık televizyonumuz yapılmıştı ama hiç kimse televizyon izlemek istemiyordu. Herkes elinde kitap, bir kenarda kitabını okuyordu. Annem de bizim bu halimize ayak uydurdu. Bazen; ‘’Artık televizyon saati başlasın.’’ derdi. Hep birlikte patlatılmış mısır, bazen de kestane yiyerek, o kışı en çok da kitap okuyarak geçirdik.
Babam bir gün; ‘’İyi ki de televizyon bozulmuş. Ben bile bu kış şimdiye kadar okuyamadığım kitapların çoğunu okudum. Hem de güzel bir kitaplığımız oldu.’’ dedi. İyi ki de o televizyon bozulmuştu. Mevcut kitap okuma alışkanlığımı, öğretmenlerimizin uyarılarından çok evimizdeki televizyonun bozulmasına borçluyum…
Şimdi yetişkin bir kişi olarak evimde yüzlerce kitaptan oluşan bir kütüphane ve alış-veriş merkezlerine gittiğimde kitapçılara uğramak gibi bir alışkanlık edindim. Belki bir gün ‘’nasıl kitap sever’’ olduğumu sizlerle de paylaşırım…
Salih KOÇ
10 Ocak 2020 / Büyükçekmece-İstanbul
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.