Kişilik, Ulusal Kimliğin içinde Saklıdır
Kişilik, yaşanılan topluma özgü kimliğin içinde şifrelidir. İnsan her yerde insandır ama davranış ve ilişkilere bakış; yaşadığı toplumun kültürü ile farklılık kazanır. Her insan güler ama esprisi farklıdır. Her insan ağlar ama konusu farklıdır. Ancak doğaya bakışı neredeyse aynıdır. Herkes farede çekinir, aslandan korkar, yılın öldürücüdür onun için. Bir ülkeden başka ülkeye giden ve yaşayan insanın uyumu da bu yüzden zaman alır, zevk vermez… Et yemek ister, yenilen et domuzdur… Et yemek ister kesilen her et, onun kurallarına göre kesilmediğinden yenmez. Yemeğin yağı, tuzu, içeriği değiştikçe değişir. Herkes birbirini ayıplar, nasıl yiyorsun der…
Elbette kesişen yollarımız da vardır… Nereye gidersek gidelim, yürürken her ışık bir gölge yapar gece yollarda. Bu yüzden kendi gölgelerimizden korkar oluruz. Az bir ses gelse aniden ürpeririz. Sanki birisi vuracakmış, saldıracakmış gibi ani tepki veririz. Hele sessizliğin ve karanlığın iyice hâkim olduğu yerlerde tek başına gezinmek kâbustur her ülkede. Yanımızda en azından bizi koruyacağına inandığımız dost köpekle gezeriz. Sığınılacak liman gibidir, o anlarda…
Aslında her görüntü an be an değişirken, gerçek bir görüntüden bahsetmek nasıl mümkündür ki! Aynalardan gördüğümüz tenimizdeki değişimi fark etmemiz bile genellikle bizi rahatsız eder. En dayanılmaz ve korku saran yaşlılık belirtilerinde aynanın sanki yalanı yansıttığına inanır gibi onu yok ederiz kırarak. Yalan başkalarını nasıl rahatsız ediyorsa bizi de böylesi rahatsız eder. İçimizde ki yaşayan ben aynıdır ama ten değildir. Eşyalara bile yalan söylemeyin diyecek kadar çaresiz kalırız Hani çaresizliğin kimliği mi olur, sadece teselli kaynağı ya dinde, ya da psikolojik seanslarda aranır.
Portrelerden bu yansımalar bizim görmek istediklerimizdir bir süre. Yaşadıklarımızda deneyimler artıkça yalan söylemlere inanmak isteriz. En sonunda gerçekle karşı karşıya kaldığımızda tam bir yalnızlık başlar. Hiçbir paylaşım bizi mutlu etmez, heyecan vermez. Kandırdıklarımız, yalan söyleyip acı çektirdiklerimiz intikam alır sanki aynasından yansımalarında.. Gölgeler alaycıdır karanlığa ışık düşüp de gözümüze döndüğünde! İşten, güçten düşmüş, her şeye muhtaç yaşlılık başlamıştır. Korkunun ecele faydası olmadığı gibi nihayet bizi dayanılmaz bir yalnızlığa itmiştir. Bu yaşlılık psikolojisi, her yerde vardır değil mi? Dayanma ve tahammül etme, vicdanı rahatlama yolları değişir sadece…
Bilmediğimiz her şey, korkunun kaynağıdır. Her yabancı unsur bize korku verir. Öğretileri aşacak ve aczimizi kabul edecek bir yükseliş trendi göstermezsek yansıyan portrelerde, en son gelinen nokta her deneyimde, karanlıkta, depremde, afetlerde yaşlılık olacaktır. Ölmeden önceki hal gibi, sıkıntılı dram bizi meşgul edecektir. Birey olarak, kendi yolumuzu bulmamız gerekiyor. Bu da tam bir bağımsızlığa ulaşmak demektir. Özgür irade, eylem ve amel ancak gölgeleri sildiğimiz de, yansıyan portrelerden kurtulduğumuzda ve yaratıcıyı tanıdığımızda var olacaktır.
Gerçek bakınca tende değil, onu gizleyen ruhta saklıdır. Bu gizli hazineyi keşfetmek gerek, yerin altında bu gömülü değil, ölmeden, yerin altına girmeden görmek gerekiyor… Bu sadece içimizde, kalbimizde bulunuyor… Yaşlanmamanın sırrı dil ile değil kalp ile konuşmaktadır. Bu da kimliğimiz yansımasıdır. Bizi yaşlılığa sürükleyen kimlik, sonuçlarına katlanmakta bizi geleceğe taşır da. Her yaşam kültürün, her dinsel objenin anahtarıdır bu. Kimlik değişir ama insan değişmez.
Saffet Kuramaz
YORUMLAR
Hepimiz farklı farklı ulusların vatandaşıyız. İster Türk olsun, ister Rus, ister Alman herkes de bir aidiyet duygusu, bağlı olduğu toplumu sevme duygusu mutlak vardır. Milliyetçilik diye de tanımlarlar bunu zaman zaman, ama bir de insan olmanın verdiği bir gurur ve şeref vardır ki Allah da ''Eşrefi mahlukat.'' demiştir kullarına, ancak aşağıların aşağısına düştüğünü de insanoğlunun, yine tarih bilimi kaydetmiştir... Zaman akıp gidiyor kendi mecrasında biz de zamanın içinde akıp gidiyoruz ve her saniye her dakika yaşlanıyoruz, bunu unutmayalım. Ölüm her an kapıda, bir saniye sonramızın garantisi yok. O zaman insan olarak, şerefli bir varlık olarak kulluğumuzun gereklerini yerine getirmek lazım. Takva sahibi olmaya çalışmak, hem dünyamızı hem de ahiretimizi kurtaracaktır. Kutluyorum güzel yazını Saffet Kardeş selam ve dua ile...