- 971 Okunma
- 12 Yorum
- 4 Beğeni
YİRMİNCİ GÜNE SIĞANLAR
( Sevgili Deniz’in şiiri anılarımı tetikledi. )
Yirminci gündü, evdeki kalabalık azalacağına her gün biraz daha artıyordu sanki.
Gelenler uzun oturmaya gelmişler gibi saatlerce oturuyorlar, acısı olan bizler ayakta onların sorularına cevap yetiştirmeye çalışıyorduk.
Bu ortamda herkes babamın genç yaşta ölümüne değil, onsuz ne yapacağına, kendine ağlıyordu. Kırk dokuz yaşında aslan gibi, geçmişi sporcu olan, çevresinin vazgeçilmezi ne çabuk gündemden düşmüştü!.
O zaman kendilerine evlerinde ağlasalar da bizi acımızla baş başa bıraksalar olmaz mıydı?
……………………………
Kimseye bir şey söylemeden, sessizce çıktım evden. O gün üniversiteye kayıt hakkımın son günüydü. Puan kartımdaki upuzun liste ve kazandığım haklar, kimsenin aklına gelmemişti, bunları hatırlatmak da bu ağır ve acılı ortamda bana çok ayıp gelmişti.
Yürüme mesafesindeki Eğitim Enstitüsüne vardığımda yer gök öğrenciydi. O yıllarda hiçbir yer kazanamayanlar da ön kayıtla boş kalan kontenjanlar için Eğitim Enstitülerine başvurabiliyorlardı.
Yolda giderken hangi bölüme kaydolsam diye düşündüm. Puanım hepsine yetiyordu, çünkü tıbbı kazanmıştım ama babamın ölümüyle iki haftada tepetaklak olan maddi yapı, benim il dışına gitmemi olanaksız kılmıştı. Oysa yurt dışı çıkış puanını bile tutturmuştum ve Londra’da okumam için girişimler bile başlatılmıştı. Kararımı kimseyle konuşmamıştım çünkü ‘görünen köye kılavuz istemez.’ diye bilinir.
O yıllarsa FKB diye geçen bölümde kimyayla aram hiç iyi olmadı. Ezberleyerek yaptım ama sevemedim. Fizikten hiç soru kaçırmazken biyolojiden bir hatam vardı. Ama bölüm seçme şansım olmayınca kimya okumak ve okutmak istemediğim için kafamdan Fen bölümünü sildim.
Havuz ve yaş hesaplamaları bana hep birbirinin benzeri gibi gelen, bir şey katmayan ve hiç sevmediğim konulardı. Yıl boyunca da en çok onlar işlenirdi ya da sevmediğim için bana öyle gelirdi. Matematikte hem çok hızlı hem de çok başarılı olamama rağmen onu da kafamdan sildim.
İnanmadığım hiçbir şeyi yapamam ve söyleyemem ben. Bunları derste öğrencilere öğretirken düşündüm kendimi bir an, vazgeçmekle doğru yaptığıma karar verdim.
Bana geriye Türkçe bölümü kalmıştı, en kalabalık iki sıradan biriydi, diğeri de Sosyal’di.
Spor salonuna dört masa koymuşlar, önüne de bölümlerin adını yazmışlar, birer öğretim görevlisi oturmuş, gelenlerin puan kartlarının kaydını alıyor ve ön kayıt için liste oluşturuyordu.
Şimdiye kadar gelenlerin çoğunda sadece puanları yazdığı için otobüs bileti kadar bir puan kartı uzatıyorlardı ve işlem çok kısa sürüyordu. O yıllarda kazandığımız bütün yerler listede yazdığından bir hayli uzun bir puan kartım vardı.
Sıram gelince puan kartımı uzattım, hoca kafasını kaldırıp bana uzun uzun baktı. Birden beklenmedik bir şekilde elini hiddetle masaya vurdu ve ayağa kalkarak:
- “Sen benimle dalga mı geçiyorsun?”.... dedi.
Sağ - sol olaylarının çok sık yaşandığı yıllar olduğu için polis ve asker hep okulun içindeydi. Salondaki askerler de silahlarının ateş edecekmiş gibi tutarak ve sürekli gezinerek asayişi sağlamaya çalışıyorlardı.
Olası gerginlik nedeniyle zaten ‘çıt’ çıkmazken bu tepki salonda büyüyerek yankılandı. Ben ne olduğumu şaşırdım, ne diyeceğimi bilemedim. Bir anda etrafım silahlarını bana doğrultmuş askerlerle çevrildi.
- “Hocam, n’oldu?... Size ne dedi?... N’aptı size”…. diye art arda sorular yankılanıyordu.
Tepki veren Hoca da şaşkın bir yüz ifadesiyle bana tekrar döndüğünde ben sessizce ağlıyordum.
- “Kızım, sen şaşırdın mı?. Tıp puanıyla Eğitim Enstitüsüne ön kayıt yaptırıldığı nerde görülmüş?”... Sesinin tonu gittikçe sakinleşiyor, bana anlayışla bakmaya çalışıyordu.
Ağladığımı gören Hoca, tepkisinden pişman bir el hareketiyle yerinden kalktı, omuzuma kolunu doladı, beni salonun bir köşesine götürürken askerler eliyle ‘yok bir şey’ der dibi işaret etti. İşlemler durmuş, tüm salon bizi izliyordu.
Kolay kolay ağlayamayan ben, ağlamaktan konuşamıyordum. Şu yirmi güne aklımın ucundan bile geçmeyecek neler sığmıştı, artık yüreğim şişmişti.
Konuşabildiğim aralarda yaşananları kısaca anlattım, Hoca sözümü kesmeden ama gözümden içeri girecekmiş gibi dikkatle bakarak dinliyordu anlattıklarımı.
Ardından sürekli konuşarak bu puanın hak edeceği bölümlere yazılmam için beni ikna etmeye çalıştı. Fen ve Matematik bölümlerini öğrenciliğinin biraz zor olduğunu ama benim zorlanmayacağımı düşündüğünü, oysa Türkçe bölümünün öğrenciliğinin çok kolay, öğretmenliğinin çok zor olduğunu söyledi:
- “Okulun hamallığını yaparsın ömrün boyunca. Yazılı hazırlamanız ve okumanız çok üzün sürer. Okulun tüm etkinlikleri ve törenleri sizin sırtınıza yüklenir. Mecbur kalanlar bu bölümü seçerler ama gel seni sayısal bölümlerden birine yazalım.” diyordu.
Soluklandığım bir ara:
- “Siz hangi bölümde görevlisiniz?” dedim. Fen bölümünde olduğunu söyledi.
İlk tepkisin hırsını çıkarma şansımı yakalamış gibi tüm anlattıklarını yok saydım:
- “Ben Türkçe bölümüne kaydolmak istiyorum.”… dedim. Hoca da tepkimin nedenini anladı, özür diler gibi sırtımı birkaç kez sıvazladı, bana bakmadan masasına oturdu ve kaydımı yaptı.
O puanla ön kayıtlı bir okula hem de ikinci öğretime liste birincisi olarak başladım çünkü artık çalışarak okumak zorundaydım.
Babamın neden bizi yalnız bıraktığını yirminci gününde çocukça bir tepkiyle verdiğim kararla az çok anlamış oldum. Hayatla ilgili ilk dersimi yirminci günde almıştım.
Birkaç saat süren kayıt serüvenimi bitirip eve döndüğümde ‘yirminci gün konukları’ acılarını törpülemişler, sıradan konuları konuşup gülüşmeye bile başlamışlardı.
Kimseye yaşadıklarımı anlatmadım, yine sessizce taziyeleri kabul etmeye devam ettim.
Görünen oydu ki onların acısı bizden büyüktü!...
29.12 2019 Serap IRKÖRÜCÜ
YORUMLAR
Nokta tespitler keşke öykü olsaydı “gerçek” yerine.
tebriklerimle yazar
Serap IRKÖRÜCÜ
Hiçbir kurgu, hayat kadar yaratıcı değil!... :((
Teşekkür ederim.
Saygılarımla...
Hayatın gerçek yüzünde maalesef öleni değil de kalanı daha çok konuşmayı yeğliyoruz. Onsuz bir yaşamın nasıl devam edeceğini de en çok hayatımıza hiç dahli olmayanlar duygudaş olmadan sesli olarak dile getiriyorlar. Oysa işin esas yönü öyle değil. Eğer gerçekten bir sevdiğimiz sonsuzluğa yol almışsa onsuz yaşamanın ne kadar zor olduğunu yaşayarak zaten biliriz.
Gidenin ardından iki gerçekle yüzleşiriz. Birincisi acı. Acı ile yüzleşmeyi herkes bilemez. Günlerce depresyona girenler, girip oradan çıkamayanlar var. Diğeri ise ölene bağlı ekonomimiz var ise o da yoksullukla yüzleşmek. İşte orada tercihler başlıyor sanırım. Ya hayallerinin peşinde bir maceraya sürükleneceksin ya da gerçekçi bir tercihle geleceğini imkanların dahilinde inşaa edeceksin.
Yüreğinize sağlık Serap Hocam!
Saygı ve selamlarımla...
Serap IRKÖRÜCÜ
Bir psikolog:
" Kimse ölene ağlamaz!.. Herkes, onun yokluğunda yaşayacaklarından dolayı kendine ağlar." der...
Belki bizim yaptığımız da o... Gidene artık bir şey yapamayacağımız için kalanla ilgilenmek de bundan...
Ölüm acısı somut ve soyut yoklukları beraberinde getirir zaten. İstemeden de olsa yaşananlara göre bunlardan bir ağır basar bazen. Çünkü 'hayat' öyle ya da böyle devam ediyor!..
Değerlendirmeleriniz için teşekkür ederim Serkan Bey.
Saygılarımla.
Serap hocam size bu şekilde anılarınızı hatırlatmak beni üzdü. Ancak yine de içimizden geçen trenlerden arada yük boşaltmak belki daha iyidir diye düşünüyorum.
Benim şiirime gelince:
Babamın vefatının yedinci günündeki mevlite Ankara'da SGK genel müdürlüğünde çok etkili, pek yüksek, çok değerli bir koltukta oturan kuzenim de gelmiştir. Anneme o ruh halinde '' Ben eniştemin maaşının sana geçmesi için gerekeni yapacağım teyze, sen sadece bana kimliğini ver de şu evrakları dolduralım.Bir kaç güne kadar para hesabında olur.'' dedi. Yanında gerekli belgeleri bile getirmiştir. Annem anlamaz ve anlamlandırmaz bir şekilde öylece bakıyordu. Cevap bile veremedi ama ben annemin çok üzüldüğünün farkındaydım. Bu yaptığı şeyin iyilik olduğunu düşünebiliriz. Annemin ve bizim ruh halimizi hesaba katmazsak tabi ki.
Bu iyilik karşısında elim ayağım buz kesti ve kendimi yine balkona zor attım. Bir süre sonra kuzenim elinde kalem kağıtla yanıma geldi. Durmuyordu. O elindeki kağıtla içimizi oyduğunu göremiyordu. Benden yardım istedi ve ben meşgul olduğumu söyledim. '' Neyle meşgulsün acaba Deniz? Burada boş boş oturuyorsun.'', '' Bekliyorum.'', '' Neyi bekliyorsun?'', '' Godot'yu bekliyorum sence sakıncası yoksa'','' Godot' da kimmiş?. Kız Arap hoca falan mı çağırdınız mevlide, okusun diye''. Boş boş yüzüne baktığımı onun el kol hareketleri ile '' Hey! Deniz, buradayım.'' demesinden sonra fark ettim....
28 Aralık babamın adının mezar taşına yazıldığının 20. günü idi. Yine aynı kuzenim annemle konuştuktan sonra beni telefona istedi. Annem benim hatırım için diyerek zorla telefonu elime tutuşturdu.'' Ne yapıyorsun Deniz?'', '' Söylemiştim ya, Godot'yu bekliyorum'', ''Kim kızım bu Godot? Sürekli beklediğine göre sevgilin falan mı? Bak, ecnebi bir adamı getirme kapımıza ele güne rezil oluruz?''
Telefonu kapatmaktan başka çarem kalmamıştı.
İşte o telefon konuşmasından sonra banyoya girip duşu açıp uzunca bir süre orada ağladım.
Sevgilerimle...
Serap IRKÖRÜCÜ
Üstelik aradan uzun yıllar (42) geçmesine rağmen yaramdan kan sızdığına bir kez daha şahit oldum. Kapanmıyor o yara Sevgili Deniz... Belki de varlıklarını bize böyle hatırlatıyorlar, bağlarını böyle koruyorlar... Kimbilir...
Anlaşılmak bir lüks... bunu beklemekse ultra lüks...
Böylesi ender yaşanan acılarda bu kadarlık lükslerimiz olmalı ama yaşadıkça görüyoruz ki (lüks haram sayıldığı için olsa gerek (!) kısıtlama böyle zamanlarda zihinlere de uygulanıyor galiba... ve en az bu durumlarda anlaşılabiliyoruz.
Umarım biz anlamışızdır aynı durumları yaşayanları, biz üzmemişizdir.
Yürekten yorumun için çok teşekkür ederim.
Sevgilerimle...
İyi ki de öğretmen olmuşsun, düşünsene binlerce öğrencin var, bunlardan 100 tanesi tam senin gibi olsa bir şehrin aydınlanması için yeter de artar bile. Çok şey değil mi bu...
Hem öğretmen olmasaydın seni tanıma şansımız da olmazdı değil mi :))
Diğer konuya gelince; Gerek sevgili Deniz’in paylaşımlarının gerekse senin yazdıklarının eksiği var fazlası yok, ne yazık ki.... ( biraz da ben ilave edeyim mi )
Annemi kaybettiğimin ilk günü, akşam üzeri birde baktım ki, bizim çok bilmiş akrabalar grubu anneciğimin odasına doluşmuş, dolabını boşaltıyorlar, tüm giysilerini yere yığmışlar, aralarında konuşuyorlar, kendilerimi dağıtsalarmış yoksa fakirleri eve çağırsalar da herkes kendine olanı mı seçseymiş. Şok oldum!
O an ki duygularımı anlatamam, konuşamadım, kızamadım, bağırıp- çağıramadım, şaşkın şaşkın baktım kaldım, kimsede beni umursamadı zaten.
Ertesi gün bunları bir alışveriş telaşı sardı, taziyeye gelenlere ne ikram edilecek, ne pişecek, kıymalı pide, yeterli yoğurt, ayran var mı telaşı...vs.
Şaşkınlığım bir kat daha arttı.
Hele de gelen kalabalığın arasında bir bayanın sırtında annemin elbisesini görünce, kafayı yiycem sandım.... :((( yok devam edemeyeğim....
Yüreğine sağlıklar olsun SerapCan, hep gül e mi
Sevgilerimle
Serap IRKÖRÜCÜ
- "Hoca, ne istersin, sana ne yapalım, ne getirelim?" demişler. Hoca yerinden kımıldamadan:
- "Bana damdan düşen birini getirin." demiş... Bu yazışmalardaki hal-i ahvalimiz de aynı bunun gibi.
Ortak ya da benzer yaşanmışlıklar birbirimizi anlamayı kolaylaştırıyor.
Öyle zamanda 'akrabalığını ispat etmeye çalışan ve durumdan vazife çıkaran' yeterinden fazla 'kendinden görevli' ortada oluyor. Bazıları samimi yardımsever iken bazıları da organizasyon yeteneğinin ispatı için o ortamda staj yapıyor gibi...
O yıllarda değil ama sonraki yıllarda geri dönüp tarafsızca o günlerin hafızadaki gözlemini yapmak da görüntüyü netleştiriyor.
Tanıtım yazımda da var ya... Enerjisi uyanların er ya da geç... az ya da çok bir yerlerde buluşacaklarını bir şeyleri paylaşacaklarını hep düşündüm. Sen de onlardan birisin benim için Sevgili Arkadaşım. İyi ki seni tanımışım...
Bu hüzün geçici... Güler yüzün daim olsun.
Sevgilerimle....
Boğazım düğüm düğüm oldu öğretmenim.
Hepimizin değişik dramlarımız var.
Dıştan bakınca güllük gülistanlık gibi ama bir de içine gir bak..
Geçmişlerimizin hepsine rahmet. Mekanları cennet olsun.
Aydın yüreğiniz dert görmesin. Ellerinizden öperim öğretmenim..
Serap IRKÖRÜCÜ
Amaç o değil elbette ama benzer duyguları yaşayanlar birbirlerini daha kolay anlıyorlardır belki.
Elbette... Söylenmeyenler, söylenenerden her zaman daha çoktur... hepimiz için bu böyle.
Amin Suat Bey... Hepimizin inşallah.
Bilmukabele...
Saygılarımla.
Sizin geleceğinizle, potansiyelinizle en içten ilgilenecek 2 dağdan birini kaybetmiş olmanın acısı geleceğinizle ilgili en önemli kararı verme konusunda yalnız kalmanız Bedri abi gibi bana da bazı şeyleri hatırlattı. Belki bire bir örtüşmese de sizi bir nezbe olsun anlayabiliyorum. Babanıza mı yanarsınız, geleceğinizin bundan etkilenmesine mi, ilgisizliğe mi yoksa vefasızlığa mı...
Biliyorum ki her andığınızda burnunuzun direği sızlıyor.
Benim bile içimi sızlattı.
Hayatın gerçekleri işte...
Tek iyi tarafı, belki bizim, öğrencilerinizin sizi tanıma fırsatı bulmuş olmasıdır.
Sevgi ve saygılar öğretmenim.
Serap IRKÖRÜCÜ
O kor bir kez düştü mü sönmüyor Ahmet Bey... Bazen küllenir gibi olsa da zaman zaman harlanıveriyor işte o zaman burnumun direği hep sızlıyor.
İnsanın şekillenmesi, demirin çeliğe dönüşmesi gibi. can yanmadan, acı çekmeden insan olgunlaşmıyor. Belki bunları da o açıdan bakarak değerlendirmek lazım.
Belki de bunun adı tevafuktur.
İçten değerlendirmeniz için çok teşekkür ederim.
Saygılarımla.
Serap IRKÖRÜCÜ
Sevgilerimle...
Sayın Hocam
Ne zaman bir anı yazısı okusam, kendi yaşadıklarıma giderim.
Sizin o güçlü kaleminiz beni eskilere götürdü.
Bire bir olmasa da kendime ait birçok şey buldum yazınızda.
Bazen derim:
Eskiler daha zordu. Ama daha iyi miydi ne?
Selam ve Saygılarımla Hocam.
YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN.
Serap IRKÖRÜCÜ
Aynı toplumun içinde olmanın ortak getirileri hepimizi etkiliyor Bedri Bey... Haklısınız.
Geçmişe özlem değil mi zaten bütün paylaşımlarımız, o yılların bütün zorluklarına rağmen 'iyi' değerleri çoktu ve gittikçe bunların yok olduğunu görmek hepimizi üzüyor elbette.
Değerlendirmeniz içn çok teşekkür ederim...
Sizin de yeni yılınız kutlu olsun.
Saygılarımla.
Sevgili Serap Hanım;
Yazınız beni anılarıma götürdü. Biliyorsunuz ben de bu yıl babamı arkasından 10 gün sonra da halamı arka arkaya kaybettim. Daha kendimi toparlayamadan birkaç ay sonra da arkadaşımın dağ gibi oğlu intihar etti. Acılar arka arkaya geldi. En güzel yorumu da siz yapmıştınız.
Deniz Hanım'ın şiirini okumuş olmama rağmen yorum yazamadım. Sizin anılarınıza gelince; İnsanoğlu gerçekten arsız Gelenlerin tabi ki bizim kadar acı çekmesi mümkün değil. Tıpkı hastanede çalıştığımız ve her gün ölümler ile iç içe olmamıza rağmen ancak kendi acımız olduğu zaman o kayıplar daha etkili olabiliyor.
İyi tarafından bakalım. Babanızı kaybettiğiniz o günlerde yaşam döngünüzde kendi ellerinizle kaderinizi tayin etmişsiniz. Ya kayıt için hiç gidebilecek gücü bulamasaydınız. Yaşadığının o durumun en güzel tarafı da sizi bize kazandırmış olması. Kimbilir o kutsal görevde ne güzel talebeler yetiştirdiniz. Bunu görebiliyorum.
Çok etkileyici ve düşündürücü idi yazınız.
Kaleminiz dert görmesin.
Sevgilerimle....
Serap IRKÖRÜCÜ
Maalesef bazen arka arkaya geliyor acılar Fatma Hanım...
Bu acılardaki tepkilerimzi farklı da olsa, muhtemelen etkisi ve bıraktığı izleri benzerdir. O nedenle okuduklarımız çok tanıdık geliyor bize.
Bunu yıllar sonra ben de çok düşündüm Fatma Hanım. O gencecik yaşımda, o büyük acıyla kavrulmuşken bu muhakemeyi nasıl yapabildim, kimseyle paylaşmadan bu kararı nasıl alabildim?... İnanın ben de kendime cevap veremedim.
Galiba herkese kaldırabildiği kadarı veriliyor. Benim de gücüm böyle sınandı diye düşünüyorum, ben de en azından sınıfta kalmadım... :)))
O gün kayıtta 'Madem öğretmen olacağım, çok iyi bir öğretmen olmalıyım.' diye kendi kendime söz verdiğimi hiç aklımdan çıkarmadım, umarım öyle olmuştur.
Güzel sözleriniz için çok teşekkür ederim.
Sevgilerimle...
Serap IRKÖRÜCÜ
Hayatın değeri uzun yaşanmasında değiI , iyi yaşanmasındadır. Monteigne
Babaniz iyi yasamis
Nurlar icinde olsun.
Bazen
Olmasi gerektigi gibi olmuyor yasam
Oldugu gibi kabulleniyoruz
Ve
Buna kader diyoruz.
Etkileyici bir hikaye
Şöyle der ö.asaf
Herkesin bir hikayesi vardir ama herkesin bir siiri yoktur
alternatif tıp olacakti ki
Her iki mesleginde malzemesi insan
Ve
Hata yapma sansiniz yok
Basarilar ve kolayliklar olsun hocam
Serap IRKÖRÜCÜ
Montaigne'den yaptığınız alıntı her dönemde, herkes için geçerli tabii.
Evet, gerçekten dolu dolu yaşadı. O kısacık hayatında o kadar çok insan biriktirmiş ki... bunu o acı sonda daha iyi gördük. İşte o zaman buruk bir sevinç de kalıyor insanın içinde.
Değerlendirmeleriniz için teşekkür ederim.
Saygılarımla.
Serap öğretmenim!
Yazdığınız anı, sanki makale değil; sizin kader çizginiz gibi nakşedilmiş.
Hani "kaderi ağlarını örmesi" gibi bir şey!
Bir yanda acıların en büyüğü, öbür tarafta istikbalinizin temel taşları.
Size kızan hocayı ben, mesleğine aşık, Atatütk'ün yeni nesli emanet
ettiği eğitimci olarak düşündüm
Bilmem yanıldım mı?
Bildiğim bir şey var ki insanlar, Holistik Kültürün tanımcısı, Arıtan yayın evi
sahibi Aydın Arıtan'ın dediği gibi dünyaya kendi seçimleriyle geliyor ve
seçtiklerinin dışına çıkamıyormuş gibi geliyor.
Yazınız hem hüzünlü hem ders tadındaydı. Babanızın ruhu şad oksun.
Saygılarımla.
Serap IRKÖRÜCÜ
Benim de kendi kararlarımla geleceğime ( doğrusuyla yanlışıyla) yön verdiğim ilk gündür babamın yirminci günü.
Yaşamda hüzünle neşe iç içe öyle bir örülü ki ayrımı çok zor. Öyle olmasa cenaze evindeki gülüşler nasıl açıklanabilir?
"... dünyaya kendi seçimleriyle geliyor ve seçtiklerinin dışına çıkamıyormuş..." sınavımız da bu olsa gerek. Bunu ister dinî ister din dışı düşünün, aynı kapıya çıkıyor.
Samimi değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ederim. Amin...
Saygılarımla.