- 612 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
"Woyzeck" Oyunu Üzerine
Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’nın oynadığı George Büchner’in yazdığı Ankara Devlet Tiyatroları yönetmenlerinden İpek Atagün Gezener’in sahnelediği “Woyzeck” adlı oyunu izledim Lefkoşa’da bulunan Atatürk Kültür Merkezi Salonu’nda…
Salon, yine bana soğuk geldi. Sıcak yüzünü maalesef yine bana göstermedi. Çünkü Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları hala göçmen kuşları misali göçebe halinde idi. 21 yıldır yapılamayan salonu hala yoktu. Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları çalışanları, hala misafir idi başka salonlarda. Kendilerine ait olmayan ve tiyatro amaçlı değil de birçok amaç için yapılan Atatürk Kültür Merkezi Salonunda “Hiç yoktan iyidir” diyerek sahneliyorlar oyunlarını.
Bu kez de “Woyzeck” adlı oyuna nasip oldu misafir olmak. “Ne bitmez bir çileymiş bu?” demekten kendimizi bir türlü alamadık. “Ne yapılmaz bir salonmuş?” Kaç hükumet, kaç bakan, kaç müdür geçti üzerinden? Kaç yıl, kaç ay, kaç hafta, kaç gün geçti? Hala yapılamadı salon. Bitmedi. Başlamadı ki bitsin. Taş üstüne taş konmadı… Acılar, dertler, sorunlar üst üste kondukça kondu…
Hani nerede o “Ben yapamazsam başka hiçbir bakan yapamaz” diye nutuk atan Sayın Bakanlar? “Planımız, projemiz hazır. Salonunuzu mutlaka bitireceğim” diyen bakanlar neredeler? Hepsi gitti. Birçoğu da silindi siyaset sahnesinden… Adları dahi hatırlanmaz oldu… Ne vardı yani şu salonu birisi gerçekten yapıp bitirseydi de şimdi bu sözcükleri yazmasaydık, dile getirmeseydik. Ama nafile. Boşa konuşuyoruz işte… 21 yıldır aynı tas aynı hamam…
Geçelim bu konuyu… Asıl konumuza dönelim:
Woyzeck Oyunu 24 yaşında ölmüş olan Georg Büchner’in yazdığı ve tamamlayamadığı bir oyun olarak biliniyor.
Georg Büchner, birçok düşünce ve tiyatro akıma öncülük etmiş, çağdaş tiyatronun gelişmesinde derinden etkili olmuş bir yazardır.
Woyzeck adlı oyunda, yoksul bir askeri ele alarak baskıcı, toplumsal çaresizliği ele almış. Yoksulluğun insanı çaresiz bıraktığı, olaylar karşısında aciz bıraktığı, yapılan hatalar sonucu bu tür insanların suçluluğa mahkûm oluşlarını dile getiriyor.
Woyzeck askerde berber olarak karşımıza çıkıyor. Yüzbaşının günlük tıraşlarını yapan, ona hizmet eden zavallı biri olarak karşımıza çıkıyor. Korkak, ürkek, yılgın ve çaresiz bir karakter olarak tanıyoruz onu.
Rütbesinin verdiği güç ile yüzbaşı adeta aşağılıyor Woyzeck’i. Onu insan yerine dahi almıyor. Bırakın postallarının altına alıp ezmeyi, gür sesi ile dahi onu hırpalıyor, bitiriyor. Verdiği üç kuruşla da sanki onu ödüllendiriyor. Her türlü hakareti yaptıktan sonra da “Aslında sen iyi bir insansın” deyip uzaklaşıyor. Oyun boyunca yüzbaşının “Wooooyzeeeeck!” diye haykırışı hep kulaklarınızı tırmalıyor. Adeta nefret ediyorsunuz bu durumdan. “Neden insana, insan olarak değer verilmiyor?” sorusunu defalarca soruyorsunuz kendinize…
Aslında oyuna baktığımızda güçlüleri ve güçsüzlerin sınıflandırılmasını, ayrılmasını ve gruplaşmasını görüyoruz. Gücü elinde bulunduranlar neredeyse üstün sınıf olarak veriliyor. Tabi güç de para ile değerlendiriliyor. Yani paran varsa güçlüsün; yoksa ezilmeye mahkûmsun. Veya güç, bazı rütbe ile eşdeğer olarak veriliyor oyunda. O rütbeye sahipseniz güçlüsünüz, ezmeye hakkınız var; ama değilseniz, o zaman sizin ezilmeniz mutlak gösteriliyor.
Astına karşı canavarlaşan Yüzbaşı, doktorun karşısında süt içmiş kediye dönüyor. O gür sesi, haykırışı neredeyse kayboluyor.
Doktor, bilimsel deneylerin arkasına sığınarak gücü elde etmiş. Güce sahip olmayan insanları da sadece kobay olarak kullanıyor.
Üsteğmen ise kadınlarla gönül eğlendirmeyi seven biri. Rütbesi olduğundan o da güce sahip. Aşkı, para ile yaşamak istiyor. Kadınlara da bu gözle bakıyor.
Marie, oyunda kötü kadın olarak gösteriliyor. Sınıf atlamaya çalışan, para karşılığında her şeyi yapmaya hazır, düşük bir kadın olarak karşımıza çıkıyor. Oyundaki önemi ise Woyzeck’in ona duyduğu tertemiz aşktan kaynaklanıyor diyebiliriz.
Woyzeck, her şeye rağmen bu kadına tutkundur. Her ay maaşını getirip bu kadına vermektedir. Ama Marie, tutkularının seline kapılarak üsteğmen ile de ilişkiye girer. İşte Woyzeck buna isyan eder. Aslında Woyzeck’in isyanı sisteme karşı bir isyandır. Hayatın acımasızlığına karşı, insanların nankör olmasına karşı bir isyandır. Çünkü düzen böyle kurulmuştur ve bu düzeni bozmaya da kimsenin gücü yetmemektedir.
Woyzeck, sevdiği her şeyi kaybedince bunalıma girer. Zaten gördüğü baskı ve zulümler onu bu aşamaya çoktan sürüklemiştir. Otorite karşısında hep çaresizdir.
Oyunu izlerken ister istemez, insan denen varlığı sorguluyorsunuz. “Nedir insan?”, “Kimdir”, “İnsanın bu hayatta amacı nedir?” diye soruyorsunuz. “Bireysel yaşam mı? Toplumsal yaşam mı?” ayrımını yapıyorsunuz. “Kişisel yaşamın insana ne gibi zararı olur?”, “Toplumsal yaşamda nasıl olmalı insan?” sorularını soruyorsunuz hep… Bunların cevabını oyundan sonra eve giderken arabanızda veriyorsunuz kendinize…
Oyunda daha birçok mesaj var. Mesela “Hatayı affedebilmeli insan” anafikrini çıkarıyorsunuz oyunun sonunda. Hani Hazreti İsa, hatalı, düşkün kadına, “Hadi git, bir daha hata yapma” diyor ya… Ona bir şans daha veriyor ya… işte onun gibi… Hata yapan insana en azından bir şans daha vermeli. Hata yaptı diye, onu, ömrünün sonuna kadar mahkum etmemeli…
Woyzeck Oyunu, farklı geldi bana. Yani çok güzel, çok büyük bir oyun olarak gelmediyse de ilginç, izlenebilir, vasatın biraz üstünde bir oyun görünümündeydi.
Kısa bir sürede hazırlanmış oyun. Yönetmen, Ankara’dan geldiği için 5 haftalık bir zaman dilimi içinde sahneye konmuş. Ama buna rağmen oyuncular oldukça başarılıydı bana göre. Özellikle Woyzeck rolünde Deniz İslim göz doldurdu. Yüzbaşı tarafından yerden yere vuruldukça, yüzleri gözleri ufalandıkça “Bu garipten başka kimse yok mu bu tiyatroda yerden yere atılacak?” demekten kendimi alamadım. Çünkü geçmiş birçok oyunda da Deniz İslim buna benzer rollerde oynamış ve rollerin hakkını fazlasıyla vermişti. Bu oyunda da diyebilirim ki oyunun hakkını layıkıyla verdi.
Marie rolünde Cevahir Caşgir oldukça başarılıydı. O kelimeyi, her duyduğunda isyan ediyor ve bunu asla kabul etmiyordu. Oyun, kalabalık bir kadroya sahip olduğu için bütün oyuncuları sıralayamayacağım üzülerek. Hepsinin başarıl olduklarını söylemekle yetineceğim.
Ama ne yalan söyleyeyim oyunun beğendiğim en iyi yönü ışıkları oldu. Adeta oyun, ışıklarla kurtarıldı diyebilirim. Işıkların verdiği ahenkle izleyici büyük bir keyif aldı desem hiç yalan olmaz. Sayın Mustafa Kral kardeşimi özellikle kutlamak istiyorum. Mükemmelin de ötesinde uygulama yaptı ışıkta.
Kostümler de taktire şayandı doğrusu. Özellikle bayanların kıyafetleri çok iyi tasarlanmıştı. Anında, asker üniformasından, dansçı, hayat kadınlarının kıyafetlerine dönüşebilmesi çok ilgimi çekti. Tasarımcı Fatma Bender Hanımı kutlamak istiyorum. Gerçekten Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları için iyi bir kazanım oldu bu isim. Alınacağı sırada “İtiraz edenler ne düşünüyor şimdi?” demekten kendimi alamıyorum. Tabii Kostüm uygulaması için gülsen Dünki Hanımı tartışmaya dahi gerek yok. İşinin çok ehli biri. Yıllarca bu kurumda harikalar yaratıyor… Bu nedenle her tür övgüyü hak ediyor…
Dekor, basit olmasına rağmen ilgi çekici idi. Sahnede belli bir şekilde düzene konulması oldukça hoş idi. Hele de kırmızı kurdelelerle konulan düzenekler çok güzeldi.
Müzik ise bu defa bambaşka geldi bana. Canlı olarak verilmesi, benim, hep yapmak isteyip de yapamadığım bir işti. Sahnenin önüne konulan bateri ile yapılan canlı müzik, oyuna apayrı bir hava vermişti. Bateristin her davula vurmasında tüylerimiz diken diken oldu doğrusu…
Koreografi üzerinde konuşacak olursak, danslar bizden çok uzak geldi. Sanki eski Amerika revü kızlarının dansları olarak düzenlenmişti. Kovboyların saloon revü kızlarının dansını andırdı. Andırdı demeyelim resmen öyleydi. Üstelik kıyafetlerde o dönemin kıyafetlerine dönüşüyordu. İster istemez “Bu kültür, bizim kültürümüze yabancı” demekten kendimizi alamadık. Ama önemli olan farklı kültürlerin de sahnelerimizde yer almış olmasıydı. Yoksa Amerika revü dansları nere, bizim danslarımız nere? Yönetmen nasıl bir ilişki kurmuş anlayamadım. Tabi olaya kendisinin bakış açısıyla bakmak gerekir diye düşünüyorum. Öyle düşündüyse vardır bir hikmeti diyelim ve bu bahsi de kapatalım…
İzlenmeye değer bir oyun olmuş. Emeği geçen herkesi kutluyorum…
Sıkılmadan, farklı bir gece yaşamak istiyorsanız, oyunu kaçırmayınız diyorum…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.