- 737 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
575 – SORUNLARIN GELİNİ
Onur BİLGE
“Sorunların Gelini,
Söz hapishaneden ve Dostoyevski’den açılmışken, Ölü Evinden Anılar adlı kitabından, şu anda aklıma gelen ilginç bir olayı nakletmek istiyorum. Dostoyevski, sürgündeyken hapishanedeki bir köpekle, insan ilişkilerini gözlemlemiş. Okuyunca hayretler içinde kalmıştım.
Mahkûmlar arasında yaşamakta olan bir köpeğin hareketlerini takip etmeye başlamış. Yanından geçerlerken mahkûmlar onu tekmelemekte, o da olayı aynen kabullenmiş, olduğu yerden kıpırdamamakta, yanına biri yaklaşınca anında eğilerek tekme yemeye hazır vaziyete geçmekteymiş. Yanından geçenler tarafından sürekli tekmelenmekte, hiç de rahatsız olmuş görülmemekteymiş. Dostoyevski de köpeğin yanına yaklaşmış ve diğerlerinin aksine onun başını okşamaya başlamış. Köpek şaşkınlıkla bir süre ona bakmış ve acı acı havlayarak süratle yanından kaçmış. O günden sonra onun yanına asla yaklaşmamış, gördüğü zaman hemen oradan uzaklaşmış.
Ne tuhaf, değil mi, kendisini tekmeleyenlerden değil de başını okşayan birinden kaçması? Mantıklı ya da değil ama bunun bir açıklaması var.
Sadece sevmeyi bilen, sevilmeye alışık olmayan, sürekli kötü davranışlara maruz kala kala zamanla bunu kanıksar, hayat şartı olarak kabul eder, olağan karşılar, olduğu gibi sineye çeker, sevildiğini hissettiğinde, hiç alışık olmadığı için yadırgar ve kaçar.
Teşbihte hata olmaz, aynen senin gibi bebeğim. Çevrende şiddet görmüşsün. Tartışmalı, kavgalı dövüşlü bir ortamda yetişmişsin. Anneannenin de annenin de çektikleri aynı olduğu için usul böyle sanmışsın. Böyle gelmiş, böyle gider diye alışmaya çalışmışsın. Ta ki bıçak kemiğe dayanıncaya kadar… Bakalım sen ne zaman pes edeceksin. Merakla bekliyorum, Ne zaman rest çekeceksin o Musibet’e?
Bazıları sadece sevmeyi, yakınlaşmayı, paylaşmayı bilir, aksine sevgisizlikle, ilgisizlikle, iticilikle, egoizmle karşılaşır. Güzel duyguları baskın geldiği için ufak tefek hataları hoşgörüyle geçiştirirken küçüklü büyüklü yanlışları affederken zamanla gitgide arttırılan kötülüklere sabretmeyi, hayatı olduğu gibi kabullenmeyi öğrenir, günden güne ağırlaştırılan şartlara elinden geldiği kadar tahammül etmeye çalışır ama her şeyin bir haddi vardır. Öyle bir yere gelinir ki iş çığırından çıkar, olaylar tahammülü aşar, isyan başlar.
İnşallah ruhun daha fazla köleleştirilmeden tüm cesaretini toplayarak, hiçbir tesir altında kalmaksızın sağlıklı bir karar alırsın ve son verirsin o çirkin gidişata.
Dilerim, sen de sevgiyi gördüğünde, sevildiğini hissettiğinde afallamazsın! Ruh, sevgiye aç, sevilmeye muhtaçtır. İnsan, gönlünden veya beklentilerinden yakalanarak pusuya düşürülüp, çevreden soyutlanarak esir alındığında, çaresizlik içinde kaldığından birazcık ilgi, azıcık yakınlık, bir parça sevgi için akıl almaz eziyetlere katlanmak zorunda hisseder kendisini. Fakat bu durumda önce ruhen, sonra da bedenen sağlığını kaybeder. Vücut sağlığı bir şekilde tedavi edilebilirse de ruhun tedavisi, şayet hasar büyükse, her zaman mümkün olmayabilir.
“Ne yap yap, o adamdan en kısa zamanda kendini kurtarmaya bak!” demek isterdim ama her ne kadar iyi bir Müslüman olamadıysam da yuva yıkmayı tavsiye edemem. Bunu benim demem yakışık almaz. Yarın bir gün bana: “Sen sebep oldun!” “Senin yüzünden!” “Sen dedin!” demeni, baş kakıncı etmeni istemem. Onun için kararı sana bıraktım. Her şeyi dedim de: “Boşan!” demedim, demem de…
Aklımın almadığı bir şey varsa, bazılarının kötü davrananlara taparcasına bağlanmaları, prensesler gibi yaşatmak isteyenlerden ürküp kaçmaları…
O Uğursuz, sevmedi seni mavi gözlü Kumral Çiçek. Sever gibi oldu, yaşına uygun olan annene tercih etti, o kadar. Ailecek maddi beklentilerinizin yüksek olması nedeniyle kolay avladı sizi. Sen de hemen kandın, kuzu kuzu gittin, o Ayı’nın armudu oldun.
Yaldızları çabuk döküldü, Put’un. Etten kemikten değil de taştan olduğunu nihayet görebildin. Boşuna kalp diye canlı kalan sıcak bir parça aradın durdun o Buz Baltası’nda,, bu zamana kadar.
Ey, Sorunların Gelini! Kurbanlık Koyun! Anneannenle annenin kendilerini kurban ettikleri yetmedi, kendi elleriyle seni de kınaladılar! Elbirliğiyle muratlarına erdiler! Şimdi de kendilerini kınalasınlar!
Bir de bebek!.. Ne yazık ki o da çekecek! Bu dert, aile boyu…
Bense dış kapının mandalı… Herkes için elin adamı... Çevremdekilerin içlerindekileri çıkardıkları dipsiz bir kuyu… Suyu kusmuk, safra, kan, irin… Dibi zir-i zemin…
Yüreklere sığmayan dertleri dererim ben. Kederler devşiririm. Hayal kırıklıklarını onarırım. Tahta yontar gibi kazır atarım ruhların porunu. Temizlerim pasını pisini… Rendelerim, zımparalarım, cilalarım. Geçmişi önemsizleştirerek unutturur, geleceği güzelleştirerek gösterir, hedefler seçtiririm.
Öyle ya da böyle yaşanacak bu hayat. Acılar içinde sürüp gitmemeli elbette. Herkes kendi romanını kendisi yazarken güzellikler taşımayı bilmeli yaşamına. Kalem kimin elinde?
Mutluluk, mutlu olmayı bilenlerindir.
Dipsiz Kuyu”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 575
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.