Berduş 4. Bölüm
Ertesi gün işyerine gitmek için evden çıktığımda saat öğlen 12’yi gösteriyordu. Kentte günün telaşesi başlamıştı. Korna sesleri şehrin semalarını fazlası ile meşgul ediyordu. Öyle ki devamlı olarak Eskişehir semalarında dolaşan 1. Hava taktik jet üssünden kalkış yapan F–4 (fantom) savaş uçakları bile insana bu kadar rahatsız edici gelmiyordu. İşyerine vardığımda tahmin ettiğim üzere fabrika ile ilişiğim kesilmişti. Tazminatımı ve de içeride birikmiş olan yevmiyemi almak için muhasebeye yönlendirdiler. Fabrikanın muhasebecisi olan Ayşen Hanım, alımlı bir bayandı. Tahrik edici bir cazibesi vardı. Tabii bu his ve düşüncelerimi kendisine hiç açmadım, belli edecek davranışlar içerisinde de bulunmadım. Ahlaki değerlerime daha sıkı sarılmamı gerektiren bazı durumlarda mevcuttu. Zira kendisi benim kalmakta olduğum deponun bulunduğu sitede başka bir blokta kalıyordu. Bazı hafta sonları sitenin ortasında ki parkın çimlerinde kayın ağacının altında, hasır minderini sermiş, termosun içinde ki sıcak kahvesini içerek, istirahat ederken görürdüm. Hiç konuşmamıştık, ama birçok defa göz göze geldiğimizi biliyorum. Tabi kendisinin beni ne gözle gördüğünü bilemiyorum. Açıklıkla diğer bayanlar gibi benden çekinmediğini söyleyebilirim. Hatta birkaç defa meraklı bakışlarla beni süzerken yakalamıştım, ama tabii bu sadece bir varsayım. Belki de kadıncağız benim farkımda bile değildi. Bunları düşünerek yol boyu ilerken bahsedilen yere gelmiştim. Fabrikanın Muhasebe bürosu şehrin merkezinde bulunan Reşadiye Cami’nin tam karşısında ki Yelkova iş hanının en üst katıydı. 5 Katlı bir binaydı burası. İçeride genelde nakliye şirketleri, temizlik firmaları ve terziler vardı. Yelkova İşhanı’nın en üst katı ise sadece bizim fabrikanın idari ve muhasebe işlerine tahsis edilmişti. Yelkova İş Hanının kiracısına sunduğu ayrıcalıklar bununla da bitmiyordu. Büronun şehri seyretmeye yetecek kadar açık bir terası bile vardı. Daha önce birkaç defa gelmiş olduğum için biliyordum. Home ofis tarzında bir yerdi. Patronlar genellikle fabrikada bulunduklarından dolayı genel olarak sadece Ayşen Hanım kullanıyordu denilebilir... Hatta fabrikada Ayşen Hanım’ın bazı geceler orada kaldığı konuşulurdu. Büroya birçok defa gece vardiyasında çalışan arkadaşlarımız bazı özel siparişler götürmüşler. Zili çaldığımda kapıyı Ayşen Hanım’ın kendisi açmıştı. Karşısında beni görünce neden geldiğimi sorar diye beklemiştim. Hiç bir şey sormadı o bana bakıyordu ben ona bakıyordum.
—Yemek sipariş etmiştim öğlen yemeğinde bana katılmak ister misin berduş?
—İsterim tabii ki.. Buraya vaktinde yetişebilmek için yemek yememiştim. Tam isabet olur.
—O halde içeri buyur. Dedi.
İsmimle hitap etmemişti. Berduş demişti. Bunu sanki sevdiği bir dostunun lakabıymış gibi içtenlikle söylemişti. Fabrikada diğer arkadaşlarım bu nitelemeyi daha çok hakaret olarak kullanırlardı. Bana taktıkları bir lakaptan ziyade bir etiket gibi görürlerdi. O yüzden başkalarının ağzından duyduğumda beni hoşnut etmeyen bir nitelemeydi.
Ayşen Hanım bahsettiğim açık terasta kendisine gayet mütevazı bir sofra kurmuştu. Masaya oturttuğumuzda ancak düşüncelerimi bir araya toparlayabilmiştim. Üzerinde kırmızı bir şal vardı, Şalın hemen altında krem rengi bir tişört giymişti. V yaka tişörtünün çatalından fışkıran göğüslerine tutulup kalmıştım. İnce şalın ardından bir sis perdesi gibi hayal meyal seçilebilen iri memelerine ulaşma isteği hissetmiştim.
—E berduş burada ki hikâyende bitti demek. Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun aklında var mı planladığın bir şey.
—İnanın Ayşen Hanım, bırakın yarını, bugün ne yapmam gerektiğini bile bilmiyorum. Hayat bu aralar beni hep ters zamanda köşeye sıkıştırıyor. Uzun vadeli plan yapacak vakit bırakmıyor.
—Seni gayet iyi anlıyorum berduş. Zor bir durum. Fazla vaktini almayacağım çıkış kâğıdın önceden hazırlanmıştı. Bildiğin gibi deneme süresince yani intibak süresi boyunca geçici sigortalıydın ve yarı maaş ücreti alıyordun. Başına bu talihsiz olay gelmemiş olsaydı bir daha ki ay kadroya alınacaktın.
—Şimdi ise işsizim...
— Bir arkadaşım var yayınevinde çalışıyor. Editörlük yapabilecek birisine ihtiyaç var diyordu. Çocuk kitaplarında ki yazım hatalarını, kitabın içerisinde bulunan resimlerde, şekillerde göze batan çizim hatalarını düzeltiyorlar. Senin hakkına herkes çok iyi karakalem çalışmaların olduğunu söylüyor. Güzel sanatlar okumuşsun, aynı zamanda bir ozan olarak birkaç lirik şiirin yayınlanmış hatta önemli birkaç edebiyat dergisinde övgüyle bahsedilmiş şiirlerinden.
—Evet, Ayşen Hanım bir zamanlar edebiyatla şiirle uğraştığım zamanlar olmuştu. Lakin bunlar sizin abarttığınız gibi kayda değer şeyler değildi. Eli kalem tutan herkesin karalayabileceği gündelik dilde yazılmış hiçbir derinliği olmayan sığ kelimeler yığınıydı diyebilirim.
— Ama şiirlerinizi okuyanlar hatta onu diğer insanlarında beğeneceğini umarak yayınlayanlar böyle düşünmüyorlar. Yazdıklarınızın duruluğundan, anlaşılabilir olduğundan hatta biraz daha dikkatli okuyanlar için hissedilebilen soyut durumlar yaratabildiğinizi söylüyorlar.
— Dedim ya Ayşen Hanım, abartıyorlar...
— Neyse abartıyorlar ya da abartmıyorlar bu sizin işe ihtiyacınız olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bu teklifi değerlendirirseniz hemen arkadaşımı arayarak seni oraya yönlendirebilirim.
Ayşen Hanım söylediklerinde gayet samimiydi. Hatta diyebilirim ki benim hakkım da bu kadar çok malumat toplamasına hatta bana iş bulmak için bu kadar çabalamasında ki içtenliğe şaşırmaktan ziyade sevinmiştim. Sitenin parkında göz göze geldiğimiz vakitlerde yakaladığım meraklı bakışları benim bir varsayımım olmadığını gösteriyordu. Benim nasıl biri olduğumu ya da belki de sadece hayat hikâyemi merak etmişti, bilemiyorum, ama benimle ilgilendiğini bu sözleri ile teyit etmiş oluyordu. Bahsettiği şiirlerse öğrencilik yıllarımda yazmış olduğum şiirlerdi. Ayşen Hanıma alçakgönüllülük yapmıştım, ama inanın bu sadece onun gözünde ukala bir berduş gibi gözükmek istememden ötürüydü. Şiirlerimin her biri ayrı güzellikteydi, bunu biliyordum. Ama gelgelelim şiirlerin gerisini getiremiyordum. Sanki elim tutulmuş, yüreğim donmuştu. Şimdi bunca aradan sonra ise o güzelim şiirleri tamamlayamazdım. Hem söylediklerimi kaile almayan insanlar yazdıklarımla neden ilgilenmek istesinler ki. Evet, o dönemlerde benimle birkaç edebiyat dergisi ve şiir kulübü yakından ilgilenmişti. Lakin Babamın ardından annemin de vefat etmesi, bana ailemden artakalan iyi kötü ne varsa, kim varsa sorumluluğunu üstlenme vazifesi vermişti. Bu da henüz lise çağlarında olan kız kardeşimin bakımını maddi, manevi üstlenmem anlamı geliyordu. Ailemden bana artakalan sadece kardeşim değildi. Aynı zamanda tüm hayatlarını borç altında ezilerek geçiren ailemin, benim de ödeyemeyeceğim, evlenmiş olsaydım kuvvetli ihtimalle oğlumun da ödeyemeyeceği bir borçla karşı karşıya kalmıştım. Üniversiteyi yarıda bırakarak çalışmak mecburiyetindeydim. Henüz üniversiteyi bırakalı üç yıl olmuştu ki kardeşim yetersiz beslenme ve sağlıksız yaşam şartlarından incehastalığa yakalandı. Kız kardeşim 9 ay gibi kısa bir zamanda gözlerimin önünde telef olup gitti. O elem ve keder dolu günlerde kardeşimin çaresizce erimesini, bir güvercin gibi çırpınmasını seyretmek zorunda kaldım. Bazı zamanlar hayal görürdü, ama bu hayaller insanı mutlu eden, heyecanlandıran hayaller değildi. İnsanı korkutan, ürküten türden hayallerdi. Öyle ki bunlar insanın için için yandığı, kızgın ateşlerde kavrulduğunu hissettiği korkunç hayallerdi. Sanki etiniz lime lime ediliyor gibi gelen sanrılardı bunlar. Aslında işin daha vahimi, benim hayal görüyorsun kardeşim dediğim acıların hepsini tastamam hayal etmiyor, kardeşim bizzat yaşıyordu.. Benim hakikatten ırak olan avuntu cümlelerim, kardeşimin çektiği acıları hafifletmiyordu.
Kardeşim vefatından kısa bir zaman sonra kirasını ödeyemediğim evde artakalan son eşyaları da haczettiklerinde, geriye rahmetli babamın eski eşya dolabında kalan daktilosu ile aile resim albümüz kalmıştı. 4 kişilik sıradan insanların oluşturduğu basit bir aileden arta kalanlar bunlardı işte. Daha bedenleri çürümeden nüfus kayıt defterinden düştüler, alacaklılarda bir akbaba gibi onlardan artakalanları silip süpürdüler. İçinde yaşadığımız toplumun ne kadar acımasız olduğunu anlamıştım. Sonra bende dikiş tutmadım. Alkol çevremi sardı, hatta sarmadı ben bilerek içerisine daldım. Tüm bedenim alkolle dolsun istedim. Düşünemeyeceğim hatta boğazımı kesseler bile hissedemeyeceğim kadar alkolle dolması için içebildiğim kadar çok içtim. Ne bulsam içtim bulamadığım zamanlar kolonya içtim, ama devamlı olarak bir şeyler içtim. Gözümün önüne geliyordu yaşamım bir film şeridi gibi, güzel kardeşimin evlilik hallerini hatırlıyorum. Ben bir beyefendi ile evleneceğim abi demesini. Annemin koş oğlum kardeşini okuldan al demesini hepsini ama hepsini tekrar tekrar yaşıyordum. Sonu gelmez bir acı girdabının içinde çalkalanıyordu ruhum.
Avarelik dönemlerimin sonuna doğru, havanın sıcak olmasına rağmen puslu olduğu bir gün parkta uyuyakalmıştım. Yaz günü olduğu içinde gün erken aydınlanıyordu. Şehrin en büyük ibadethanesi olan, aynı zamanda halk yaşamının da günün erken saatlerinde can bulduğu yer olan Reşadiye Cami’nin yanında ki ufak parkta, hamallar ve günlük işçiler toplanmaya başlamışlardı. Parkın diğer daimi müdavimleri olan güvercinlerde bulundukları ağaçların üst dallarından aşağı dallara tünemeye, Hatta bazıları sabırsızlık yaparak kaldırımlara inmeye başlamışlardı.. Çimlere ve ağaçlara tünemiş olan güvercinler kıpır kıpırdı. Birbirlerinin üzerlerinden atlayarak, taklalar atarak oyunlar oynuyorlardı, bende bu manzarayı seyre koyulduğum sırada devriye gezen bir polis arabası beni şüpheli görmüş olacak ki sorguya çekmişti. Sorguda bir şey çıkmış olmalıydı ki beni apar topar iki kolumdan tutup hiç bir şey söylemeden polis aracının tel ile ayrılmış olan arka bölümüne teptiler.
Reşadiye Camii’nin bulunduğu mevki, Eskişehir’in merkez mahallelerinden biri olduğu için beni çarşı polis karakoluna götürmüşlerdi. Nezarete gireli dört saat olmasına rağmen neden kafesin dışarısında değil de, içerisinde tutulduğumu söylememişlerdi. Nöbetçi polislere birkaç defa sormaya yeltendiğimde "kapa çeneni, dağıtırım şimdi kafanı" gibi tehditkâr, aciz bir tutum içerisindeydiler.. Söyleneni sükûnet ile dinleyebilecek görevliler değillerdi.. Elbet beni duruşmaya çıkarırlardı bir suçum varsa... Aradan fazla bir zaman geçmeden, filmlerde ki gibi camlarla bölünmüş boş bir odaya soktular beni, elime siyah bir levha tutuşturdular. Üzerinde sarı renkli büyük puntolarla bir takım numaralar yazılıydı. Önce göğüs hizamda tuttuğum o levha ile vesikalık resmimi çektiler. Daha sonra aynı pozun bir soldan bir sağdan resmimi çektiler. Daha sonra beni soktukları camlı sorgu odasından geri çıkarttılar. Kuvvetli ihtimalle görgü tanığını beni teşhise ancak getirebilmişlerdi.. Tanık, olayın failine benzemediğimi söylemiş olmalı ki bir haftanın sonunda yine bana hiç bir şey söylemeden geri saldılar.
Çıkarken kendi aralarında konuşurken duyduğuma göre kimlik tespiti için nezarette tutulmuştum. Şehrin ağır sanayi bölgesinde yaşayan evsizler tarafından bir fabrika yöneticisi öldürülmüştü. Bende evsiz adam tanımına uyduğum için polis için olağan bir şüpheli olarak değerlendirilmiştim. O sebeple görgü tanığının, kimlik tespiti yapabilmesi adına tutup getirmişlerdi beni. Adım artık polis kayıtlarında faili meçhul bir cinayette, cinayet şüphelisi olarak geçiyor olmalıydı. Adli vesikamın bana bir zarar getireceğini düşünmediğim içinde pek ardına düşmedim. Beni salmışlardı ne de olsa... Kurcalamanın bir anlamı yoktu. Bir insanı evsiz olduğu için bir hafta nezarette tutulup, sonra özür bile dilemeden salmalarında abartılacak bir tuhaflık yoktu. Bu ülkede bu durumda binlerce kişi vardı benim durumumu özelleştirecek bir şey değildi bu o yüzden üzerinde bende fazla durmamıştım. Kafamda bu avare kasnak gibi dönen düşüncelerden kurtularak Ayşen Hanım’ın yapmış olduğu iş tekfini fazla düşünmeden sorusuz kabul ettim. Dediği gibi hemen arkadaşını aradı arkadaşı hemen başlayabileceğimi belirtmişti. Renkli bir not kâğıdına yayınevinin adresini ve telefonunu yazdı. Arkasına bir numara daha yazıp elime tutuşturdu.
—Gerekli bilgileri yazdım. İşe başladığında haber verirsen sevinirim, diyerek.
Yarı maaşımın, yani 900 TL’nin olduğu zarfı da kibarca uzatarak. Bol şans dilemişti.
Sevgili arkadaşlarım yorumlarınızı kırıcı rencide edici olmadan eleştirel yorumlarınızı esirgemezseniz müteşşekkir olurum. Hepinize sevgi ve neşe dolu günler dilerim....
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.