- 406 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Teslimiyet 15
Toplum; fiziki ve biyolojik evrimin iyi karakterleri seçme süreci iyiden iyiye toplum içinde seçilim olmaktan çıkartılmıştı. Hatta kolektif aklı en iyi taşıyıp kullananlar bile tehlikeli fikirlere sahip diye öldürülüp toplumdan elemine edilmekle; tembel, uyuşuk, aklını kullanamayan, teslimiyetçi güruh karakterlerle, gerici bir seleksiyon başlamıştı.
İyi de fiziki ve biyolojik evrimi ıskalayan toplum, neyi başarmıştı. Ya da bu ıskalama neye feda edilmişti. Iskalama için illa bir feda gerekiyor muydu? Feda edilen de sizin dışınızda, zorunlu bir nedenle yeni bir katliamın dramı mı olacaktı?
Kapitalist düzende kapitalizme uygun güzel bir söz var, severim. “Acıma yoksa acınacak duruma düşersin”. Kolektif yapı güçsüzünü de zayıfını da yaşatmakla kötü yapmadı. İyi yaptı. Zaten bu insanilikti. Toplumsal oluşun getirisiydi. Kötü yaptığı şuydu, nüfusta planlama yapmadı. İyi karakter de olsa nüfusta planlama şarttı.
Doğal referanslar içinde bir türün alabildiğine çoğalması diye bir durum söz konusu değildi. Bir çekirge sürüsü çoğalıp, dünyayı istila da etse de sonunda yiyecek kıtlığı nedenle nüfus eski seviyesine gerileyecektir. Bunlar doğanın otomatik dengesi.
Nüfus planlaması sizin ve toplumun dışındaki nedenlerden ötürüydü. Bizler üreten toplumla güçsüzü yaşattık. Bu makul ölçü ve süreçler içinde toplum ile ileri gidip ilerinin gerisi nedenle de geri çekilmenin olguları, üreten toplumun olmazsa olmaz şiarıydı.
Bu az üstte söylediğim doğanın dengesi içindeydi. Zıtlığın geri besleniş yasası gereği boşalanı dolduracak akış kadar; dolanı da boşaltacak akış kadar olmak zorundaydınız. Bu nedenle toplumun dünyayı işgal etmek istemesi de toplumun şiarı olamaz. Bu geri bağlanıma göre bütün parçalı olmak zorundaydı.
Boz ayıları ininde kovup, ala geyiklerin yaşam alanını tarıma, ranta açıp, börtüğün böceğin habitatını kendinize tahsis edip, köpekleri kısırlaştırıp, ortamını işgal etmeniz insanlığın ülküsü içinde olmamalıdır.
Artan nüfus; çeşitlenen insan tüketimiyle, hem hızlı bir kaynak tüketimiydi. Hem de çevreyi yaşanmaz kılmaydı. Doğanın kendisini yenileme hızı; insan tüketim hızına ve insanın doğayı kirletme hızına, yetişemiyordu.
Söz gelimi artan nüfusla birlikte buz dolabı kullanımı da artıyordu. Bu da kaynak tükenmesini hızlandırıyordu. Metal, plastik, ozonu delen gaz kullanımlı atıklar da çevreyi kirletiyor; kirli çevre yaşanmaz ortamı oluşuyordu.
Dahası buzdolabında kullanılan ozon tabakasını yırtan gazın tüketimi de buz dolabına bağlı kullanım ve tüketimle artıyordu. Sera gazları atmosferde birikiyordu. Böylece küresel ısınma başlıyor. Bozulan iklim dengeleri nedenle buz dağları eriyor, dünya ısısı artmakla insanın yaşayamayacağı sıcaklık boyutlarına yıllar içinde ulaşması kaçınılmaz olmakta.
Dahası deodorant kullanımı da 9 milyarlık insan nüfusuna göre artmakla tüketilen, kullanılan kimyasal hidrokarbonlu yakıtlar da artan nüfusla artıyor dünya yaşanmaz olup; dünyanın kendi çevrimli hızı, yenilenebilir kaynakları yenilemekte, bu hıza yetişemiyordu.
Bir şekilde olduğunuz durumu, başka şekilde doldurulacak bir akış için boş koymaz iseniz sonunuz kaçınılmazdır. Hayat bir şekilde doldurulanın diğer bir şekilde boşaltılmasını verecek kadar çeşitlilikle bu geri bağlanım yasasıyla işleyiş halindedir
Kısacası artan nüfusumuz, insanlığın kendi sonu olmakla; insanilik kendi eliyle çekirge sürüsünün kaderini paylaşıyordu. Doğa insanlık denen bir kavramı tanımıyordu. Bizim insana olan insanlığımız makul şartlarda olmalıydı.
Güçlü olan, kurnaz olan, sürekli olan ve yaşayandı. Yasa ortada dururken Kimin yaşayacağına kim karar veriyor gibi absürt sorularla sürece direnmek gafletti. Ne nüfusu 9 milyar yapacaktık ne de Hitler gibi 9 milyar nüfusu 2 milyara indirmenin planlarını devreye sokacaktık.
Zaten çoğalmayan ama has bel kader durumla olan güçsüzünün de güçlüsünün de yaşayacağı 2 milyarlık bir nüfus ekseni çevrim ekseni olmalıydı. İşte toplum olarak ıskaladığımız insanlık gururu yaptığımız sorun buydu. Kendi elimizle kendimize kıyacaktık.
Oysa toplumun gücüyle başta buralara gelemeyen planlı bir nüfusla olmalıydık. Şimdi batı başkentlerinde 2035’lerde yaşanacak dramatik sıcaklık artışı ile 2100 yıllarında yeryüzünün 100° sıcaklıkla yaşanmaz olacağı hesaplanmıştır.
Bu gerekçeyle batı başkentlerinde bir nüfus kırımı hesaplanmaktadır. Bu durum baştan beri planlı olunacak bir süreç içinde hiç olmaması gerekirken şimdi vahşi bir yıkımla ya kendi elimizle kendi boğazımızı sıkacaktık.
Ya da 150° dereceye tırmanmış sıcaklığı ile bizler doğanın elinde geri döndürülemez bir süreç olmanın kırımlı bir dramı olarak gerçekleşecekti. İhmal olan buydu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.