- 323 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Teslimiyet 3
İnanç ile iman farklı farklı kavramlardı. İnanç, imana katkı verse de her iki kavramın tarihsel seyirleri farklıdır. İnanç genel bir düşünüşle genel ya da özel sanı kanılardır. Kişisel sanı kanıdan kaynaklı çevresel etkili izlenimleri anlama, kendi kendisine ifade etme şekli inançtır.
Yani bilmeye konu olan durumları kişi veya kişilerin kendi kendilerine veya birbirlerine anlatmalarıdır. Yani inanç bilginin olmadığı yerde başlar. Ve başladığı yerin bilgiye dönüşmesiyle inanç, başladığı yerde biter.
İnancın öncesi groteski olan anlamadır. Tamamen kişiseldir. Dünyayı, çevreyi ve yaşantısını anlama zihinde anlamlandırma çevreden yansıyanla, yaşantısını bitiştirme düşüncesidir. Groteski anlamalar çok uzun süreçlerin ürünüdür.
Kişi öznesi içinde olan groteski anlamalar totem yapı içinde grup bilinç alanıyla, o totem grubun bilgi ve hayatı yorumlamaları ile süreci o anlayışa göre de yaşantılıma şekli olmakla inanca dönüştü.
Yani inanç, kişisi anlama olan groteski ligin totem alan içinde ortak grup anlayışına dönüşmesiyle artık groteski iliğe grupla paylaşılan ortak kanıcı düşünme; anlamına inanç diyorduk. Oysa iman çok farklıydı. Köleci süreç başına kadar orta yerde iman yoktu.
Köleci döneme dek imanı ortaya koyacak şartlar ortada yoktu. Doğanın baskı ve basıncında doğan bilgisizlikten kaynaklı, bilme isteği; groteski ilikten inanca kadar gelmişti.
Oysa iman ön ittifak içinde kurnaz ve hileci düşüncenin kolektif düşünceyi özelleştiren mantığını tıpkı ön ittifak sözleşmesi gibi özelleştirme kurallarını aralarında sözleşme yapan kişiler arası ahitti.
İman, kolektif paydaşlığa karşı özelleştirme mantığıydı. Gruplar arası üretim ittifaklı grup girişmelerini birleştirme yerine iman; kolektifin malını, mülkünü kişilere pay etmeyi ve kolektif süreci dağıtmanın kişiler arası ahdi olmakla imandı.
İman ön ittifak içindeki kurnaz ve tuzak kuran kişilerin; düşünceleri içinde demlendirdiği fikirlerdi. Bu şeytani fikirler dışa söylenirken içi tuzaklarla dolu vaade dönüşüyordu. Vaat aklı devre dışı kılıp bencil oluşa seslenen korku ve hoşlanmaydı.
Tuzaklı kurnaz düşünceler süre gelen somut koşulların meşruiyeti ve zorunluluğu karşısında meşru ve zorunlu olamıyordu. Bu nedenle tuzaklı ve kurnaz düşünceler somut olanın soyut açıklaması olmakla meşru olma isteğiydi.
Somut durumla kolektifin olan malı mülkü kolektif olmayan tekil olan bir gücün üzerine transfer etmekle planı söyleme ve eyleme, koymaya başlayacaktı. Gerçek olan kolektif iradeli fail yerine hayal olan El denen fail iradesi ortaya konuyordu.
Tartışıldıkça söylemin yansımaları içinde ve yansımaların çevresine oluşan boşluk yapıların içi, yine hayali söylemlerle El iradesi, El söylemi olarak dolduruluyordu. El iradesini ve El söylemini de kurnaz ve tuzak kurucular söyleyip belirleyeceklerdi.
Hemcinslerin av için ve av olmaktan kurtulmak için gizlenme tuzak kurma kurnazlığı şimdi de kolektif emeği özel mal mülk yapma üzerine getirisi iyi tartışılmadan kurulan tuzak ve kurnazlıktı.
Bu kurnazlık içinde El ava kurulan pusu gizlenmesi işlevini yapan sütreydi. Kurnazlar bu sütre El gerisine saklanıyor, bu durumla sütre gerisinde adeta El ’e sufle veriyorlardı. El ’in ilk söylemi "Mülk benim. Mülkün sahibi olan benim" demekti.
El neden ilkin mülk benim diyordu? Üreten totem ilişkiden beri üreten sahiplikle irade beyanı ve söz söyleme gücü vardı. Yani mülk sahipliği irade ve söz söyleme karar verme yargılama gücüydü.
Geçmiş birkaç bin yıldan beri gelen gerçeklik içinde mülkün sahibi olan, söz söyleyen ve iradesi olan kolektif bir yapı vardı. Kolektif yapı sahipliği karşısında; kolektif sahipliğin doğru söylemi karşısında El doğru sözlü olamıyordu.
Kurnaz kişinin doğru olmakla, doğru sözlü olabilmesi için mülkün sahibi olmakla mülk benim demesi gerekecekti. Ve kişileri buna inandıracaktı. İnandırmak için de vaat etmeyi; vaadi de bencillik üzerine oturtmayı çoktan akıl etmişti.
İşte El kolektif sahipli gerçek karşısında bu gerçekliğe göre mülk benim diyordu. Böylece El İrade ve söz sahibi olacaktı. El bir kes irade sahibi olduktan sonra gerisi çorap sökü gibi gelecek olmakla İbrahim’in, Hamurabi’nin, Nemrut’un mal mülk sahibi olmaları, efradının da köle olması işten bile değildi.
Bir kes hoşlanmanın peşinde gidip, "elini verip kolunu kaptırdıktan" sonra aklın başa gelmesi, sürecin namusunu kurtaramayacaktı. Bu kes mülkün korunması olan adaletle zulüm etme, zalim olma buna karşı direnme meşruiyeti gibi çatışmalar ortay konacaktı.
Bu çelişkin durumun öngörüsüzlüğü içinde adaletsizlik ve zulmünde dehşete kapılan El, insanları evvel emirde ahide, kalubelaya vefasızlık yapan nankörler demekle suçlayacaktı. Kötü olduğunuz için bunlar başınıza geliyor diyecekti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.