- 4837 Okunma
- 6 Yorum
- 1 Beğeni
BÜYÜK ŞAİRLER VE AŞKLARI
Edebiyatla uğraşanlar içinde şairler bir başkadır. Duygularıyla, düşünceleriyle, bıraktıkları izle, yaşadıkları aşkları dile getirdikleri şiirleriyle…
Şair denildiğinde akla genellikle erkekler gelir. Duygularını daha coşkulu yaşadıklarından mıdır, sosyal toplumun onlara verdiği özgürlüğü ifadelerine yansıtabildikleri için midir?.. Tartışılır.
‘Kavuşulamayan aşklar büyük aşklardır.’ demiş ya şair. Örneklerdeki hayat hikayeleri de bunun ispatı gibi.
Bu çalışmada her ne kadar erkek şairler konu edilmiş gibi görünse de bahse konu bu ilhamları veren kadınlardır.
Edebiyatımızda köşe taşı sayılabilecek eserleri, şairlerini ve şiirlerin yazılış hikayeleriyle o şiirlere ilham veren kadınları derlediğim bu çalışmada sizi en çok etkileyen, okurken kendiliğinden öne çıkacaktır. Belirtirseniz sevinirim.
Edebiyat tarihimizde büyük şairlere ve büyük şiirlere ilham kaynağı olmuş kadınları, onlara sözcüklerini armağan eden şairleri ve yazdıkları dizeleri, bu şiirlerin yazılmasına neden olan yaşadıkları ortak hayat hikayelerinin özetiyle beraber okuyalım.
1. Celile Hanım - Yahya Kemal
Celile Hikmet resimleri ile olduğu kadar güzelliği ile de tüm İstanbul’un diline destan bir kadındı. 1900 yılında bu dillere destan güzellik, Osmanlı’nın meşhur valilerinden Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet Bey ile evlendi. 1916’ya gelindiğinde Celile Hanım‘la eşi Hikmet Bey arasında şiddetli bir geçimsizlik başladı...
Tutkuyla, ateşle, kıskançlıklarla dolu tarihin sayfalarının arasına gizlenen aşk başlıyordu. Nazım Hikmet, Necip Fazıl hatta Celile’nin yeğeni Oktay Rıfat’ın, yani Türk şiir dünyasının bütün ustalarının bir tarafından dahil oldukları bir aşktı o...
Olayı genç Nazım Hikmet de fark etmişti. Bir gün Yahya Kemal’in siyah pardösüsünün cebine bir not bıraktı. “Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz...” Bu not üzerine ünlü şair, tedirgin oldu, bir süre Celile Hanım’ın evine gelmedi, genç Nazım’la karşılaşmaktan çekindi.
Celile Hanım ise Yahya Kemal yüzünden kocasından boşanmış, bütün İstanbul’un kulaktan kulağa dedikodusunu yaptığı bir aşka “evet” demişti. Artık evlenmek istiyordu. Yahya Kemal ise bir taraftan kadını deliler gibi kıskanıyor, diğer yandan bu evliliğe yanaşmıyordu. Belki, böylesi bir kadına hiçbir zaman sahip olamayacağını bilmekten, belki o beraberlikte ters bir olaydan ürkmekten, belki de genç Nazım Hikmet’ten ve etraf ne der diye ürkmekten?..
Uzun yıllar geçti bu olayın üzerinden. Nazım Hikmet büyük bir şair olmuştu. Sosyalistti. Dönemin iktidarı tarafından hapislerde süründürülüyordu. Celile de artık yaşlanmıştı. O güzelliğinden eser kalmamış üstüne üstlük kör olmuştu.
Oğlunun hapislerden kurtulması için Galata Köprüsü’nde açlık grevine başlamıştı o görmeyen gözleriyle anne yüreği. Tuhaf bir rastlantı sonucu, Celile açlık grevi yaparken, Yahya Kemal Galata Köprüsü’nden geçiyordu. Büyük aşkını gördü, ama yanına gitmedi.
Bir zamanlar “Hocam olarak girdiğin eve babam olarak girmeni istemiyorum” diyen genç Nazım Hikmet’in kurtulması için kör gözlerle açlık grevi yapan Celile’ye destek imzasını vermedi. Hızla uzaklaştı oradan.
Öldüğünde evraklarının arasından içinde kurumuş iki yaprak bulunan bir zarf çıktı Yahya Kemal’in...
Şöyle yazıyordu: “Bu zarfın içindeki hatıra, 19 Ağustos 1930’da Sirkeci garında gece saat 10’da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir... Koparıp verdiği bu iki yaprağı daima muhafaza edeceğim...” Celile muhtemelen bu aşkın devam etmeyeceğini anladığı gece Paris’e giderken, Sirkeci Garı’nda vermişti Yahya Kemal’e göğsünde duran o iki yapraklı çiçeği...
Yahya Kemal’in Sessiz Gemi’si “hep ölüme yazılmış bir şiir olarak” bilinir...
Oysa demir alıp bu limandan kalkan gemi Yahya Kemal’in hayatındaki en büyük aşkı olan Celile’sinin Ada’dan gemiyle İstanbul’a uzaklaştığı esnada yaşadığı çaresizliği anlatır...
SESSİZ GEMİ
Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler
Bilinmez ki giden sevgililer dönmeyecekler
Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden
2. Muazzez Akkaya - Sezai Karakoç
60 yıl önce kaleme alınan bu 14 kıtalık gizem dolu şiirdeki kıskanılası kadının kim olduğu şiir yazıldıktan 50 yıl sonra ortaya çıktı. Muazzez Akkaya: "Okul yıllarında bana olan ilgisini fark etmiştim; bu şiiri yazdığını da biliyordum, ama ben aynı yakınlığı duymamıştım. Belki bir yerde karşılaşırsak bir merhaba derim. Allah hepimize uzun ömür versin." cümlesiyle de şaşkınlık yarattı.
Gizemlerle dolu bir şiirdi Monna Rosa. Şairinin gönlündeki karşılığı “Tek Gül” demekti. 14 kıtalık sözlerinde aşk, sevgi, hasret, itiraf ve sitem vardı. Ancak kimse çok uzun bir süre Monna Rosa’daki sihri çözemedi. 50 yıl sonra anlaşıldı; şiirin kıta başlarındaki harflerin yan yana getirilmesinden “Muazzez Akkaya’m” isminin ortaya çıktığı...
Muazzez Akkaya: “Gençliğin verdiği heyecanla yaşanmış bir tutkuydu, benim için de gençlikte kalmış bir hatıra. Sezai Karakoç, büyük bir şair! Bu tutkusu devam ediyor mu bilmiyorum, benim için tarihe mal olmuş bir aşk, bir şiir ve hep böyle de kalacak. Ben okuldan sonra mutlu bir evlilik geçirdim. Kendisiyle hiç görüşmedim, 15 yıl önce bir arkadaşım görüşmüş, onun aracılığıyla haber aldım."
Sezai Karakoç, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Cemal Süreya ve Ece Ayhan okul arkadaşlarıydı. İkinci Yeni şiirinin kurucuları arasında gösteriliyor. Eleştirmenlerce Monna Rosa şiiri Türkçe yazılmış en iyi aşk şiirlerinden biri olarak gösteriliyor. 2007 yılında Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü kendisine verildiğinde, “Maddi ödülün takdiri size ait, ödül plaketini postayla gönderebilirsiniz” diyerek ödülü almaya gitmedi.
MONNA ROSA
M-ona Roza, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller
U-lur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar
A-çma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek...
Z-eytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi
Z-ambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
E-llerin ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin ellerin ve parmakların
Z-aman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat on ikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
A-kşamları gelir incir kuşları
Konar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sarı
Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları
K-i ben Mona Roza bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar su kenarında
Ki ben Mona Roza bulurum seni
K-ırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım sığmaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
A-rtık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı
Y-ağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
A-ltın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı gece ve güne
Altın bilezikler o kokulu ten
M-ona Roza siyah güller, ak güller
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!
Mona Roza siyah güller, ak güller
3. Piraye - Nazım Hikmet
Hayatından pek çok kadın geçmiş Nazım’ın, pek çok kadınla birlikte olmuş ancak kimse bir Piraye olamamış onun gönlünde. Öyle ki bir mektubunda Piraye’ye "Sen benim en yakın insanımsın." diyor Nazım. Üstelik bu öyle sıradan bir mektup da değil, bir terk edişin mektubu.
Nazım kardeşi Samiye Hanım’ın arkadaşı olan kızıl saçlı, bembeyaz tenli Piraye’ye görür görmez aşık oluyor. Ancak ne Piraye’nin ailesi Nazım’ı ne de Nazım’ın ailesi Piraye’yi istiyor. Ne de olsa Piraye evli, iki çocuklu bir kadın, Nazım ise beş parasız, komünist bir şair.
Dayanamıyor nihayetinde Piraye, 1932 senesinde evlenmeye karar veriyorlar. Gizli saklı Piraye’yle evlenip, İstanbul’a yerleşiyorlar. 17 Ocak 1938 senesinde bir gece yarısı, Nazım polisler tarafından alınarak Ankara’ya götürülüyor, 15 yıl hapis cezasına çarptırılıyor. Yıllar geçiyor, Piraye’yle Nazım gönüllerindeki bu aşkı ve özlemi mektuplarla bastırmaya devam ediyor. Ta ki Nazım’ın gönlü başka bir kadına kayana kadar...
Nazım’ın Piraye ile evlendiği günlerde Fransa’dan dönen dayısının kızı Münevver’i yıllar sonra tekrar görmesiyle birlikte kendisinden 16 yaş küçük, kumral, yeşil gözlü bu kadına aşık oluyor. Bu duruma daha fazla dayanamayan Nazım, yıllardır büyük bir sadakatle kendisini bekleyen hayat arkadaşı Piraye’yi bir mektupla terk ediyor. Mektubunu sonunda da “Beni affet bile demiyorum. Her şeye rağmen beni herkesten ziyade anlayacak olan insanın yine sen olduğuna eminim.” der.
Piraye yıllardır bir umutla sevdiği adama kavuşacağı günü beklerken, onun ayrılık isteğiyle adeta kahrolmuştu. Üstelik Nazım’ı o kadar iyi tanıyordu ki, hayatında bir kadın olduğunu da adı gibi biliyordu. Bunca şeye rağmen oldukça gururlu olan Piraye, ilk celsede boşanmaya karar verdi, ancak bir yandan da Nazım’ın hayatındaki kadını merak ediyordu.
Ressam Nurullah Berk’le evli olan Münevver ise Nazım’ın cezaevinden çıkamayacağını anlayınca eşinden boşanmaktan vazgeçmişti. Sonunu bilmediği bu aşk macerasına atılmaya cesaret edememişti. Nazım ise aşkını kaybetmenin acısıyla sarsılırken bir yandan da onu tüm benliğiyle seven ve bekleyen Piraye’yi de kaybetmişti. Nazım bu pişmanlık ve acıyla Piraye’ye yeninden mektuplar yazmaya başladı.
Fakat Nazım’ın bu pişmanlık dolu mektupları karşılıksız kalmıştı. Piraye’den cevap alamayan Nazım, bu sefer oğlu Mehmet’e mektuplar yazmaya başlamıştı. Piraye’nin ziyaretine gelmemesi durumunda intihar edeceğini dahi söylüyordu. Piraye bir gün, bütün bu ısrarlara dayanamayarak çocuklarını da alıp Nazım’ı ziyarete gitti, ancak Nazım’ın karşısında eski Piraye yoktu... Bu karşılaşmanın ardından ara sıra mektuplaşsalar da ne Piraye eski Piraye’ydi, ne de Nazım eski Nazım...
Piraye ile artık bir araya gelemeyeceğini anlayan Nazım, açlık grevine başladı ve sağlığının kötüye gitmesiyle hastaneye yatırıldı. O zamanlar özel bir afla hapishaneden çıkacağına olan inancını tekrar kazanan Nazım, Münevver ile görüşmeye başladı. Piraye ise Nazım’ı ziyarete gelmişti. Bu sırada kapı açıldı ve içeriye Münevver girdi. Nazım’ın aşık olduğu kadının Münevver olduğunu anlayan Piraye, apar topar hastaneyi terk etti. Bu Nazım’ın kızıl saçlı Piraye’yi son görüşüydü...
Boşanma 1951 senesinde gerçekleşti ve hemen ardından Münevver bir erkek çocuğu dünyaya getirdi. Piraye bu ayrılığın ardından tek bir söz etmemiş, tek bir gazeteye dahi konuşmamıştı. Nazım’la ilgili ne varsa, ölene dair kalbinde saklamıştı...
Yani Piraye aşkından ölmüş, ama yine de Nazım’a dönmemiş ve onunla ilgili tek bir kelime dahi etmemişti...
Bir tanem!
Son mektubunda:
“Başım sızlıyor, yüreğim sersem” diyorsun.
“Seni asarlarsa, seni kaybedersem” diyorsun;
“Yaşayamam”
Yaşarsın karıcığım,
Kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda;
Yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı
En fazla bir yıl sürer
Yirminci asırlarda ölüm acısı.
Ölüm,
Bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü razı olmuyor gönlüm.
Fakat,
Emin ol ki sevgili,
Zavallı bir çingenenin
Kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
Geçirecekse eğer ipi boğazıma,
Mavi gözlerimde korkuyu görmek için
Boşuna bakacaklar
Nâzım’a!
Ben,
Alaca karanlığında son sabahımın
Dostlarımı ve seni göreceğim.
Ve yalnız,
Yarım kalmış bir şarkının acısını
Toprağa götüreceğim…
Karım benim!
İyi yürekli,
Altın renkli,
Gözleri baldan tatlı arım benim;
Ne diye yazdım sana
İstendiğini idamımın,
Daha dava ilk adımında
Ve bir şalgam gibi koparmıyorlar,
Kellesini adamın.
Haydi, bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer
Bana fanila bir don al,
Tuttu bacağımın siyatik ağrısı.
Ve unutma ki
Daima iyi şeyler düşünmeli
Bir mahpusun karısı
(11 Kasım 1933, Bursa Hapishanesi)
4. Fatma Hanım - Abdülhak Hamit
Makber, Tarhan ve ilk eşi Fatma Hanım’ın hikayesi aslında. Fatma Hanım henüz 13’ünde, Tarhan ise, evlenmek istemeyen, kimseleri beğenmeyen bir genç adam…
Mutluluğu Fatma Hanım ile bulmuş, ama bir yandan kaybetme korkusu ile de o zaman tanışmıştı. Edirne’de, Nasuhi Bey’in konağında evlendiler. Tarhan, biricik karısını kaybetmekten öylesine korkuyordu ki! Hatta anılarında şu cümlelerle anlatıyordu bu kaygısını: “Beraber gezerken düşecek diye tutacak oluyordum. Uyurken bir akşam uyanmayacak, ölecek gibi duruyordu. Güldüğü zaman güzelliğini uçacak sanıyordum.”
Kim bilir, belki de Tarhan, sonunda olacakları önce kalbiyle hissetmişti. Ya da çok sevince böyle bir korku, herkesin heybesini dolduruyordu…
Aslı çok uzun olan şiirden bölümler:
MAKBER
Eyvâh! .. Ne yer, ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.
Şimdi buradaydı gitti elden,
Gitti ebede gelip ezelden.
Ben gittim o hâksâr kaldı,
Bir kûşede târumâr kaldı.
Bâkî o, enîs–i dilden eyvâh!
Beyrût’ta bir mezâr kaldı.
……
Çık Fâtıma, lâhdden kıyâm et,
Yâdımdaki hâlime devâm et!
Ketmetme bu râzı, söyle bir söz,
Ben isterim âh öyle bir söz! ..
Güller gibi meyl-i ibtisâm et,
Dağ-ı dile çâre bul, merâm et! ..
Bir tatlı bakışla, bir gülüşle
Eyyâm-ı hayâtımı tamâm et! ..
……
Yâ Rab, öleyim mi neyleyim ben? ..
Ayrı yaşayım mı sevdiğimden? ..
Verdin bana böyle bir mûsibet,
Ettin beni düşmen-i muhabbet.
Ya bir kulu sevmiyor musun sen? ..
Ya böyle bir ölüm değil mi erken? ..
Hiç bulmamak üzre gâib ettim,
Mecnun gibi ben onu severken.
……
Her yer karanlık pür-nûr o mevkî? ..
Mağrib mi yoksa makber mi yâ Râb!
Yâ hâbgâh-ı dilber mi yâ Râb,
Rüyâ değil bu ayniyle vakî.
Kabrin çiçekten bir türbe olmuş,
Dönmüş o türbe bir haclegâhe,
Bir haclegâhe dönmüşse türben
Aç koynunu aç maşukânım ben.
……
Sen öldün, ölüm güzel demektir,
Ölsem yaraşır gamınla her gün.
5. Mari Gerekmezyan - Bedri Rahmi Eyüboğlu
1949’da bir gün İstanbul Büyük Kulüp’teki bir toplantıda, davetliler Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan bir şiir okumasını istediler. Eyüboğlu ayağa kalktı ve Karadut’u okumaya başladı:
"Karadutum, çatal karam, çingenem/
Daha nem olacaktın bir tanem/
Gülen ayvam, ağlayan narımsın/
Kadınım, kısrağım, karımsın"...
Bedri Rahmi, şiiri okurken aniden gözlerinden yaşlar süzüldü. Salondaki herkes niye ağladığını anlamıştı; tabii herkesten çok, hemen yanı başındaki karısı Eren Eyüboğlu... Çünkü şiirde "kadınım, kısrağım, karımsın" dediği kadın, karısı değildi. Bu şiiri 3 yıl önce, bir başka kadın için yazmıştı: Mari Gerekmezyan...
"Kara saplı bıçak gibi"
Mari, Bedri Rahmi’nin asistanlık yaptığı Güzel Sanatlar Akademisi’nin heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelmişti. O dönem askerliğini yapmakta olan şair-ressamın sinesine, "kara saplı bir bıçak gibi" saplanmıştı. Mari, Bedri Rahmi’nin bir büstünü yapmıştı. Bedri Rahmi bu büstü, Mari’nin çeşit çeşit portresiyle ve ona yazılmış şiirlerle yanıtlamıştı. Artık aşklarından bütün İstanbul haberdardı. Bedri Rahmi, sanatında tam bir patlama yaşıyor, Eren Eyüboğlu ise sabırla eşinin kendisine dönmesini bekliyordu.
Yorgun yürek
"Karadut", 1946’da menenjit tüberküloz kaptı. İyileşebilmesi için antibiyotik lazımdı. Savaş yeni bitmişti ve ilaç ateş pahasıydı. Bedri Rahmi, genç sevgilisine ilaç alabilmek için tablolarını elden çıkarmaya başladı. Ancak bu çabalar da sonuç vermedi ve o yıl İstanbul Alman Hastanesi’nden Mari Gerekmezyan’ın ölüm haberi geldi. Bedri Rahmi yıkılmıştı. Sevgilisini sonsuzluğa uğurladıktan sonra keder içinde eve döndüğünde kendisini teselli eden, yine eşi Eren olacaktı. O dönem içkiye başladı ünlü şair...
Aşağıdaki şiir, o dönemin ürünüdür:
"Türküler bitti/
Halaylar durdu/
Horonlar durdu/(..)
Hüzün geldi baş köşeye kuruldu /
Yoruldu yüreğim, yoruldu."
Eren Eyüboğlu, eşinin bu zor dönemi atlatmasına yardımcı oldu. Onu yeniden sanatıyla buluşturmak için çabaladı. Başardığını sanıyordu. Ta ki Büyük Kulüp’teki o geceye kadar... "Karadut"u okurken, Bedri Rahmi’nin yanaklarından süzülen gözyaşları, sevda yarasının hâlâ kapanmadığının kanıtıydı. Bunun üzerine Eren, bir süre Paris’te yaşamaya karar verdi. Oradan eşine yazdığı bir mektupta "o gece"yi hatırlattı:
4 Ocak 1950 - PARiS
"Canuşkam,
Kulüpte bir gece, şiir okumuştun, hani! Hatırladın mı? Gözlerinden, birden yaşlar döküldüğünü görünce içimin karardığını hissetmiştim. Sesin, nasıl titremişti. Hey! Bütün bunları hatırlıyor musun? Sanki böğrüme, kızgın bir ütü yapmışmış gibi olmuştum. O gece... Senin seneler sonra bile olsa yanıp tutuştuğunu anlamıştım! Bedri’nin ruhuna, insan üstü bir gücün acıyıp, ona güç vermesi için dua etmiştim. Ruhunun çektiği acıları Allah dindirsin. Allah sana resim yapma sevinci versin ve bizim yanımızda yaşamaktan, mutluluk duyabilmeni sağlasın.
Eren."
Bu dualar işe yaradı. Bedri Rahmi, 11 yaşındaki oğluyla eşine döndü. 1974’teki ölümüne kadar geçen çeyrek asrı, aynı evde çalışıp üreterek, diz dize birlikte tükettiler.
KARADUT
Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Agaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın a gülüm
Günahımsın, vebalimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın.
II
Sigara paketlerine resmini çizdiğim
Körpe fidanlara adını yazdığım
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sıla kokar, arzu tüter
Ilgıt ılgıt buram buram.
Ben beyzade, kişizade,
Her türlü dertten topyekün azade
Hani şu ekmeği elden suyu gölden.
Durup dururken yorulan
Kibrit çöpü gibi kırılan
Yalnız sanat çıkmazlarında başını kaşıyan
Artık otlar göstermelik atlar gibi bedava yaşayan
Sen benim mihnet içinde yanmış kavrulmuşum
N’etmiş, n’eylemiş, n’olmuşum
Cömert ırmaklar gibi gürül gürül
Bahtın karışmış bahtıma çok şükür.
Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum.
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sensiz bana canım dünya haram olsun.
6. Tomris Uyar - Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever
Tomris Uyar kendisine şiir yazılan kadınların en şanslısıdır herhalde. Kocası Turgut Uyar, tutkulu bir aşk yaşadığı Cemal Süreya ve ona olan ilgisi ve hayranlığını saklamayan arkadaşı ve belki de platonik aşığı Edip Cansever, yani şiirimizin 3 büyük ismi de satırlarında kendisine seslenmiştir.
Onun aşıkları arasından belki de en şanslı olanı Turgut Uyar’dır. Çünkü kendi deyimiyle ’’uzaktan sadece hayalini kurmaktansa, yanındaki gerçek mutluluğu kelimelendiremese de olur bahtlılığı’’ onunki.
Tomris ise böyle anlatırdı Turgut Uyar’ı; "Turgut, her an elinden kaçıracakmış gibi gereksiz bir kaygıyla yıpranacak; ben de hiçbir rekabetin söz konusu olmadığı bir alanda, boyuna birinci seçilmekten yorulacaktım."
Şu dizeleri yazmıştır biricik karısına:
BİR BOZUK SAATTİR YÜREĞİM HEP SENDE DURUR
Herkes seni sen zanneder.
Senin sen olmadığını bile bilmeden,
Sen bile
Seni ben geçerken
Derim ki,
Saati sorduklarında;
Onu ’’O’’ geçiyordur
Kimse anlam veremez.
Tamir ettirmedin gitti derler şu saati.
Ettirmek istiyor musun demezler.
Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
Zamanı durdururum yüreğimde,
Sensiz geçtiği için,
Akrep yelkovana küskündür.
Şu bozuk saat çalışsa benim için ölümdür.
Bil ki akrep yelkovanı geçerse,
Atan bu yüreğim durur.
Bırak bozuk kalsın, hiç değilse
Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
/ TURGUT UYAR
Tomris Uyar’ın bir diğer aşığı ise ünlü şair Cemal Süreya’dır. Tanıştıkları dönemde ikisi de evliydi aslında hatta aşkları için eşlerinden bile boşanmışlardı. Tomris kolej aşkı Ülkü Tamer’den boşanmıştı onun için.
Tomris Uyar, böyle anlatmıştı Cemal’le olan aşkını ’’Beni bıraktı ama rahat edemedi. Ona göre bana sahip olunamazdı. ’Senden ayrıldığım anda, senin hakkında, hikayen hakkında sevdiğimi belirtecek hiçbir şey söylemeyeceğim, benim ağzımdan kimse duymayacak’ dedi ve doğrusu hiç yazmadı.
SAYIM
Ay ışığında oturduk
Bileğinden öptüm seni
Sonra ayakta öptüm
Dudağından öptüm seni
Kapı aralığında öptüm
Soluğundan öptüm seni
Bahçede çocuklar vardı
Çocuğundan öptüm seni
Evime götürdüm yatağımda
Kasığından öptüm seni
Başka evlerde karşılaştık
İliğinden öptüm seni
En sonunda caddelere çıkardım
Kaynağından öptüm seni
/ CEMAL SÜREYA
Edebiyat dünyasının da çok iyi bildiği bir gerçek Edip Cansever’in Tomris Uyar’a olan hayranlığıdır. Her yıl Mart’ın 15’inde (Tomris Uyar’ın doğum günü) bir şiir yayınlayarak hayranlığını her yıl bıkmadan usanmadan anlatmıştır şiirlerinde.
Platonik büyük aşığı Edip Cansever içinse şunları söylemişti Tomris Uyar:
’’Sevgililik ya da aşk duygusu zamanla yara alabiliyor, örselenebiliyor, bitebiliyor. Bitmeyen tek aşkın gerçek ve lirik bir dostluk olduğunu Edip Cansever öğretti bana."
YAŞ DEĞİŞTİRME TÖRENİNE YETİŞEN ÖYLE BİR ŞİİR
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç
Yağmurlar altında gördüm, kadeh tutarken gördüm de
Bir kıyıya bakarken, bakarkenki ağlayan yüzünle
Ve yarışırsa ancak Monet’nin
Kadınlarına yaraşan giysilerinle
Gördüm de
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
Öyle kısaydı ki adımların, diyelim bir yaz tatilinde
Bir otel kapısının önünde, tahta bir köprünün üstünde
Bir demet çiçekle paslanmış bir kedi arasında
Öyle kısaydı ki adımların
Şöyle bir bardak yıkayışının vaktiyle
Ölçülür ve denk düşerdi ancak
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
Yok bir yanıtın ’’nereye’’ diyenlere
Bir buz titreşimi gibi sallantılı ve şaşkın
Ve çabuk bir merhaban vardır bir yerden gelenlere
O bir yerler ki, diyelim çok uzak olsun
Sen gelmiş gibisindir oralardan, otobüslerden
Yollardan, deniz üstlerinden topladığın gülüşlerle
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
Seni görünce dünyayı dolaşıyor insan sanki
Hani Etiler’den Hisar’a insek bile
Bir küçük yaşındasın, boyanmış taranmışsın
Çok yaşında her zamanki çocuksun gene
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
Mart ayında patlıcan, ağustosta karnabahar
Mutfağın mutfak olalı böyle
Bir adın vardı senin, Tomris Uyar’dı
Adını yenile bu yıl, ama bak Tomris Uyar olsun gene
Ben bu kış öyle üşüdüm ki sorma
Oysa güneş pek batmadı senin evinde
Söyle
Ben seni uzun bir yolda yürürken gördüm müydü hiç.
/ EDİP CANSEVER
7. Mevhibe Beyat - Özdemir Asaf
Rivayete göre; Özdemir Asaf şiiri okurken aşık olduğu kız da salondadır ve şiirin okunma esnasında salondan ayrılır. Özdemir bu duruma hayli içlenir ve asla duygularını aşikar etmez.
2 Mayıs 1925’te İstanbul’da doğmuş hepimizin Lavinia diye tanıdığı Mevhibe Beyat. Eski bir valinin kızı olan Beyat, Güzel Sanatlar Akademisini bitirdikten sonra resim öğretmenliği ve stilistlik yapmış. O kadar güzel bir kadınmış ki bu sebepten birçok erkeğin kalbini yakmış.
Mevhibe’nin en yakın arkadaşı Melda Kaptana onun için şöyle söylemiş:
- Öylesine özel ve farklı bir kadındı ki, kitap yazsanız yetmez.”
- Niçin bütün erkekler âşık oluyordu Mevhibe Beyat’a, sırf güzelliği, albenisi yüzünden mi?
Cevap şu olmuş: “Korkunç bir sezgi gücü vardı Mevhibe’nin. Yüzünüze bakar bakmaz, sizi tanır, anlar, ruhunuzun en derin köşelerine kadar kavrardı. Küçücük bir bakıştan, mimikten, jestten tüm karakter haritanızı çıkarabilirdi. Özdemir Asaf bu yüzden ona "Öldürmekten daha beter anlıyorsun insanı" demişti. Çok keskin gözleri vardı.”
Mevhibe Hanım belki hiç bir zaman bu şiirin kendisine yazıldığından haberi olmadı. Ama bütün aşıkların yüreğinde çok büyük yer edinen bu şiir sonsuza dek ’adı gizlenen Lavinia’lara adandı...
LAVİNİA
Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun, ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.
Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim
İncinirsin.
Sana gitme demeyeceğim
Ama gitme, Lavinia
Adını gizleyeceğim.
Sen de bilme, Lavinia.
8. Maria Missakian - Attila İlhan
Attila İlhan, 1948 yılında üniversite 2. sınıftayken Paris’e gider. Bu sürede sanattan ve şiirden çok etkilenir. Bu sırada Ermeni asıllı Fransız Maria Missakian ile tanışır. Birlikte gezer, dolaşırlar ve bu arada hep Türkiye’den konuşurlar çünkü ikisinin de atalarının toprağıdır. Şair, Türkiye’ye dönmeye karar verdiğinde Maria’yı da getirmek ister ama pasaportu olmadığı için getiremez. Sürekli mektuplaşırlar, ve şair hep Maria’yı getirmek için çareler arar ama başaramaz. Zamanla mektuplar seyrelir. Bir süre sonra Maria’nın bir müzisyenle evlenip iki çocuğu olduğunu ve mutsuzluktan alkolik olduğunu öğrenir.
‘Yağmur Kaçağı’ şiir kitabının içindeki Maria Missakian şiirinin sayfasını imzalayıp gönderir. Bu, son yazışmaları olur.
Maria Missakian
yüksekkaldırım’da bir akşam
maria missakian’ı düşündüm
eğer kendimi bıraksam
yağmur olabilirdim yağardım
kasım’da bir çınar olurdum
yaprak yaprak dökülürdüm
kalbimi sıkı tutmasam
döküp saçıp boşaltsam
içimde yükselen şiiri
kaldırımlara döküp harcasam
gözleri balıkçıl gözleri
dudaklarında tutup rüzgarı
maria missakian adında biri
gelse göğsüne kapansam
gece gölgesine sokulsam
gökyüzünde bulutlar büyüseler
yağmuru dinlesem anlatsam
şimşekler kırılıp dökülseler
bizi sokoklarda bıraksalar
leylekler üşüyüp gitseler
dönüp arkalarına bakmadan
yine akşam oldu attilâ ilhan
üstelik yalnızsın sonbaharın yabancısı
belki paris’te maria missakian
avuçlarında bir çarmıh acısı
gizlice bir sefalet gecesi
çocuğunu boğarmış gibi boğup paris’i
sana kaçmayı tasarlar her akşam
9. Fahriye Abla - Ahmet Muhip Dıranas
Şairin annesinin arkadaşı ve komşuları olan Fahriye Hanım’a yazdığı ve eşinin "Evlendiğimizde o kadın 70 yaşındaydı. Ben Fahriye Abla’yı hiç kıskanmadım" dediği şiir, edebiyatımızın en bilinen şiirlerinden biri olmuştur. Muhip Bey, eşinin kollarında son nefesini verirken: ’Münire sakın Fahriye’yi gündeme getirme! Elim kırılsaydı da bu şiiri yazmasaydım. Sen bu konuyu kimseye açma, bu konuyu film yapmak isterler, sakın yaptırma, mani ol’ diye vasiyet etmişti.
FAHRİYE ABLA
Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.
Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla!
Eviniz kutu gibi bir küçücük evdi,
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.
Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;
Bahçende akasyalar açardı baharla.
Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye abla!
Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı;
Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.
İçini gıcıklardı bütün erkeklerin
Altın bileziklerle dolu bileklerin.
Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin;
Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla.
Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye abla!
Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,
Hâlâ dağları karlı Erzincan’da mısın?
Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;
Hâtırada kalan şey değişmez zamanla.
Ne vefalı komşumdun sen, Fahriye abla!
10. Ayten - Ümit Yaşar Oğuzcan
Aşk şiirlerinin unutulmaz şairi Ümit Yaşar Oğuzcan, İş Bankası’nda çalışırken karşılaştığı güzel bir kıza tutulur. Aralarında neredeyse bir emeklilik yaşı vardır. Yani, ortada bir tür Karacaoğlan’ın ‘Bir kız bana emmi dedi neyleyim’ durumu söz konusudur. Üstelik evlidir. Hem de ikinci kez… İlk yıkımı; adına Ayten dediği, yanlışlarının en ezgilisi, en tutkulusu olan, denizlerin rengini güzelleştiren, saatlere zamanı yeniden öğreten o rüya gibi stajyer kızdır.
Ahmet Selçuk İlkan’ın tütün sarısı sesiyle arabeskleştirdiği Ayten şiiri, bu ilk yıkımın özeti gibidir. Zaman zaman bu gizemli sevgili Ayten’in kim olduğu, şaire sorulur. Yine bir şiir matinesinde, şairi üzecek cümlelerle Ayten sorusu gelir.
Yanıtı oldukça sert ve ilginçtir: “Arkadaşım, biz yataklık olsaydık kitaplık olur muyduk hiç!”
MİLYON KERE AYTEN
Ben bir Ayten’dir tutturmuşum oh ne iyi
Ayten’li içkiler içip sarhoş oluyorum ne güzel
Hoşuma gitmiyorsa rengi denizlerin
Biraz Ayten sürüyorum güzelleşiyor
Şarkılar söylüyorum
Şiirler yazıyorum Ayten üstüne
Saatim her zaman Ayten’e beş var
Ya da Ayten’i beş geçiyor
Ne yana baksam gördüğüm o
Gözümü yumsam aklımdan Ayten geçiyor
Bana sorarsanız mevsimlerden Aytendeyiz
Günlerden Aytenertesidir
Odur gün gün beni yaşatan
Onun kokusu sarmıştır sokakları
Onun gözleridir şafakta gördüğüm
Akşam kızıllığında onun dudakları
Başka kadını övmeyin yanımda gücenirim
Ayten’i övecekseniz ne ala, oturabilirsiniz
Bir kadeh de sizinle içeriz Ayten’li
İki laf ederiz
Onu siz de seversiniz benim gibi
Ama yağma yok Ayten’i size bırakmam
Alın tek kat elbisemi size vereyim
Cebimde bir on liram var
Onu da alın gerekirse
Ben Ayten’i düşünürüm, üşümem
Üç kere adını tekrarlarım, karnım doyar
Parasızlık da bir şey mi
Ölüm bile kötü değil
Aytensizlik kadar
Ona uğramayan gemiler batsın
Ondan geçmeyen trenler devrilsin
Onu sevmeyen yürek taş kesilsin
Kapansın onu görmeyen gözler
Onu övmeyen diller kurusun
İki kere iki dört elde var Ayten
Bundan böyle dünyada
Aşkın adı Ayten olsun
11. Mihrimah Hanım - Cahit Sıtkı Tarancı
“Böyle ferman etti Cahit
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan”
Abbas şiirindeki Beşiktaş’tan alınacak sevgili, yayıncı, yazar arkadaşı Vedat Günyol’un kız kardeşi Mihrimah Hanım’dır.
Vedat Günyol da Cahit Sıtkı gibi Diyarbakırlı’dır, memleketten süregelen bir dostlukları vardır. Şair böyle bir aşkı içinde yaşar söyleyemez. Ta ki yıllar sonra Paris’te Vedat Günyol’a itiraf edene kadar. Vedat Günyol “Keşke söyleseydin Cahit, mutlaka seninle evlenmesini isterdim.” der. Ama iş işten geçmiştir, çünkü Mihrimah Hanım doktor Cemil Cemiloğlu ile evlenmiştir.
KARA SEVDA
Bir kere sevdaya tutulmaya gör;
Ateşlerde yandığının resmidir.
Aşık dediğin, Mecnun misali kör;
Ne bilsin alemde ne mevsimidir.
Dünya bir yana, o hayal bir yana;
Bir meşaledir pervaneyim ona.
Altında bir ömür döne dolana
Ağladığım yer penceresi midir?
Bir köşeye mahzun çekilen için,
Yemekten içmekten kesilen için,
Sensiz uykuyu haram bilen için,
Ayrılık ölümün diğer ismidir.
12. Mihriban - Abdürrahim Karakoç
Mihriban şiirinin yazarı Abdürrahim Karakoç gençlik yıllarında delice aşık olur ve bir o kadar da sevilir... Niyetleri evlenmektir ama kız tarafı bütün sürekli "hayır" demektedir bu işe... Velhasıl bu sevdadan vazgeçilir...
Aradan yıllar geçer... Birgün Abdürrahim Karakoç’u bir arkadaşı ziyarete gelir.. Ve Karakoç’a, yolda, onun eski sevgilisi ile karşılaştığını, biraz sohbet ettiklerini, ve hanımın evlenmiş olduğunu söyler... Arkadaşı yanındayken hislerini pek belli etmese de, o gittikten sonra Abdürrahim Karakoç oturur ve duygularını dizelere döker..
Hikayeyi verdiği bir röportajda anlatan Karakoç, "O aşk, masum bir aşktı. Güzel bir aşktı. Bırakalım öyle kalsın. Ne adı Mihriban, ne saçları sarı..." demişti.
Abdürrahim Karakoç bu şiiri gençlik çağında sevdiği, "seviyordum ama olmadı" dediği bir kıza yazdığını söylemiştir.
MİHRİBAN
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban!
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban!
Yâr deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lâmbamda titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban!
Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban!
Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban!
Boşa bağlanmamış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtın tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban!
Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi, gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban!
13. Leyla Erbil - Ahmed Arif
Dünyada aşkını mektuplarla yaşayan ve dile getiren birçok yazar vardır. Franz Kafka’nın Milenaya Mektuplar eseri en bilindik örneğidir. Türk Edebiyatında ise Cemal Süreyya ve Nazım Hikmet başta olmak üzere birçok yazar aşkına mektup yazmıştır.
Ahmed Arif, Leyla Erbil’le tanıştığı sıralarda ikisi de yalnızdır ve yaşları gençtir. Bu dönemlerde mektuplaşmalar sürer. Zaman içerisinde Leyla Erbil eşi Mehmet Bey ile tanışır ve Ahmed Arif’e ancak dost olabileceklerini söyler. Ahmed Arif ise düğün hediyesi olarak “Suskun” şiirini yazar. Aradan yıllar geçer Ahmed Arif mektuplarını yollamaktan vazgeçmez ancak Leyla Erbil’den karşılık bulamaz.
Ahmed Arif 1967 yılında eşi Aynur Hanım’la evlenir ve bu evliliğinden bir oğlu dünyaya gelir. Ahmed Arif ömrü boyunca mektuplarında Leyla Hanım’a aşkını söylemekten ve onu beklediğini ifade etmekten asla vazgeçmez fakat Leyla Erbil her zaman Ahmed Arif’e dostça yaklaşmıştır. 1954-1959 yılları arasında mektuplarını yazan Ahmed Arif son mektubunu 1977’de göndererek bu süreci sonlandırmıştır ve bir daha mektup yazmamıştır. Leyla Erbil’e ithafen yazdığı bilinen şiiri:
HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM
Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...
Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamlardan,
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...
NOT: Görseller yazı sıralamasına uygun düzenlenmiştir.
YORUMLAR
Sanırım 1994 mayısıydı. Tayinim doğuya çıktığı için Bolu Komando Tugayında kırk beş günlük iç güvenlik eğitimi alıyorduk. İki günlük arazi eğitimi vardı bu süreçin bir safhasında. İlk gün. Kilometrelerce tepe yürümüştük sırtımızda yükler vb. Çık tepe in tepe. Gece olmuştu. Bir tepede çadırlarımızı kurmuş kumandaları yemek için beşli altılı gruplar halinde yemek yiyorduk. Hepimiz gençtik ama o an bir değil yüz güzel geçse karşımıza dönüp bakacak halimiz yoktu. Yağmur, ter, çamur düşünün halimizi bir de rüzgar.
O esnada bir arkadaş fıkra anlattı. Gülünecek bir tarafı yoktu. Hani anlatan kırılmasın diye zorla gülümsersiniz ya; ona BİLE değmezdi.
Kimse gülmedi zaten tam bir dakika. Çok derin bir sessizlik oldu. Kimsenin zaten fıkra dinleyecek hali yoktu, kulağımız alarmda her an intikal edebilirdik çadırları kurmuş olsak da. Eğitimin bir parçasıydı düzen alıp anında bozmak ve yer değiştirmek.
Derken bir arkadaş güldü ve arkasından hepimiz kahkahayı patlattık. Tam bir saat sürdü kahkahalar. Artık günün tüm işkencesineydi tepkimiz. Sonra alarmı yedik elbette... Fıkra şuydu:
Brooke Shields... ile akşam yemeği için bir grup erkek zar atıyor. İki iki üç üç falan derken biri beş beş atıyor. Son kişi kalmış. Altı altı atarsa kazanacak. Zarı elinde döndürüyor ve bırakıyor. Küt altı altı. Nasıl mutlu... Tam kalkacaklarken kutuya gökten iki zar düşüyor. Yedi Yedi...
İşte bu yazı böyle. Sizin “İkinci El” yazınız benim için altı altı iken bu yazı gökten yedi yedi olarak geldi. Allah sekiz sekiz’lik yazıdan korusun diyerek...:))))
Valla kusura da bakmayın hocam. Benim methiye heybem ikinci el yazısıyla boşalmıştı. Bu yazınızı da gökten gelen methiye ile kurtardım. Benden bu kadar:)))))
Saygılarımla Serap Hocam
Serap IRKÖRÜCÜ
Ne o kadar geç ve çok güldüğünüzü anladım Ersin Bey... :)
Anınızı aktarmak başladığınız yorumunuzun konuya bağlanması çok zekice!..
Sabırla sonuna kadar okudum... Sonra mı? Sonra sesle güldüm!.. Siz de hep gülün...
Anladım, daha ne olsun!..:)) Çok teşekkür ederim.
Saygılarımla...
Serap IRKÖRÜCÜ
Nelr vardı da 'yanlış örnekleri' almamayı yeğledim. :)
İlgin için ben teşekkür ederim Deniz.
Sevgilerimle...
Hepsi de bildiğim öykülerdi. Yine de okumak keyifliydi. Emeğinize bereket öğretmenim.
Sevgiyle.
Serap IRKÖRÜCÜ
Buna rağmen okuduğunuz ve yorumla katıldığınız için içtenlikle teşekkür ederim...
Sevgilerimle.
İlk defa bu kadar uzun bir yazıyı burada, edebiyat adına, şiir adına ustalara saygı adına emek verilerek sayfaya iz düşen
her edebiyatçıyım şairim diyenin okuyarak belleğini tazelemesi gereken bu makaleyi ustaca hazırlayarak
çok çok emek verilerek bizlerle paylaşan çok kıymetli SERAP ÖĞRETMENİMİ CANI GÖNÜLDEN KUTLARIM
NİCE NİCE SAYGILARIMLA
Serap IRKÖRÜCÜ
Bu yazı uzun bir çalışmanın ürünü gerçekten. Çok kaynaktan ve kişisel bilgilerimden yararlandım.
Birçok örneğin içinden bana daha etkileyici gelenleri seçtim, en az bir bu kadar daha çıkar farklı çalışmalardan aslında.
Emeğinin kıymetini bilen değerlendirmeleriniz ve beğenileriniz için çok teşekkür ederim Müslüm Bey.
Saygılarımla.
Sevgili Serap Hanım;
Edebiyat adına güzel bir derleme idi. Yazan yüreği kutluyorum. Her şairin ilhamının arkasında bir kadın vardır demek yanlış olmaz gibi. Bu kadınlar sayesinde şairler güzel dizeler ortaya çıkarmış, bize de okumak kalmış.
Sevgilerimle.
Serap IRKÖRÜCÜ
Yazı uzun olunca sayfayı daha fazla aşağıya çekemedim o sırada sanırım... gecikmem için özür dilerim Fatma Hanım.
Çok teşekkür ederim.
Şairlerin büyük çoğunluğu da o nedenle erkek demek ki!... :))
Sevgilerimle...
Hocam !
Edebiyat adına
Şiir adına
Aşk adına
Duygu adına
Bilgi adına çok değerli bir paylaşım bu...
Emeğinize, yüreğinize sağlık.
Selam ve Saygıyla...
Serap IRKÖRÜCÜ
İlginiz ve yorumunuz için kadir kıymet bilir şahsınıza çok teşekkür ederim Bedri Bey.
Saygılarımla.