- 374 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 153
Neydi bu siyasi deha? Kuşkusuz ki Hakimiyeti milliye söylemiydi. Hakimiyeti milliye söylemi ekseninde şiar edineceği tutum, enkazda kurtarılacak olanı da garanti edecek olandı. Mustafa Kemal’in Osmanlı enkazında çıkaracağı envanterlerle inşayı halkın egemenliğine dayalı bir ulus devlet içinde kuracaktı. İşte saltanat beklentisi karşısında gerçekçi olan egemenlik tutumu buydu.
Egemenlik Osmanlıdaki gibi taat, itaat, biat ve ibadet üzerine değildi. Daha sonradan anlayacağımız gibi Mustafa Kemal’in egemenlik anlayışını "köylü milletin efendisidir" sözünden çıkaracaktır.
Yani köylü gibi çalışma yapmak. Üretimde bulunmak. Emek verip emek gücü harcamak sahiplikti. Efendilikti. Egemenlikti. Çalışma egemenlikti. Egemenliği kimse vermiyordu. Üretip, çalışıp emek gücü ortaya koyan sonuçla egemenlikti.
Emek kolektifti, kolektif mirastı. Üretim kolektifti, kolektif mirastı. Kolektif üretim ve kolektif üretim gücünden oluşan kazanımla "egemenliğiniz de kolektif" olup HALK EGEMENLİĞİYDİ yani kolektif bir HAKKİMYETİ MİLLİYEYDİ.
Yani üreten sahiplik hakimdi. Egemendi. Neden efendilik köylüdeydi? Konjonktürün genç cumhuriyetinde sanayi hiç değerindeydi. Sanayi emek gücü ve sanayi emek gücü sahipliği olan egemenlik "yurttaş olana kadar ahali tarafından pek bilinmiyordu.
Genç yapının hemen başında yapının sanayisi olmamakla birlikte yapı içinde tarıma dayalı bulunan tarımsal envanter nedenle egemenlik, üreten eksenle sahiplik, köylülüktü. Tarımdı. Bu nedenle efendilik egemenliği tarım emeği olan köylünündü.
Yani egemenlik: kolektif bir çalışmaktan, üretimden gelen gücün somut, nesnel durumuyla kişilerin paydaşlar olduğu yapı içinde kolektif söz hakkı ve kolektif hak sahibi olmasının siyasi hukuki ve yönetsel durumlarını kullanım ve tüketimine denk düşüyordu.
Halkın ve ulusun egemenliğini, inşacı başlangıcın egemenlik kurallarıyla inşa etmekti. Egemenliğin kuralı neydi? Temel düzlemli ihtiyaçları sağaltan sosyal ilişkileri; bu tür kolektif zaman içinde kolektif üreten, kolektif ilişkileri içine götürülmüştü.
Bu süreçler ittifaklarla "gruplar arası kolektifi bir egemenlik" olmakla sentezlenmişti. Gruplar kendi içinde zaten kolektif yapılardı.
Gruplar doğa karşısındaki üreten totem meslekli emek güçleri ile emekler arası bir emek denkliğini belirten kolektif egemenliğe dönüşmüştü. Bu egemenlik üretim yapmakla hem doğanın kıt kaynaklarına karşıydı. Hem totemdi sosyal baskıya karşıydı.
İşte egemenliği başlangıcı böylesi gerçekçi, somut ve tarihsel koşullar içeriyordu. Egemenlik, kolektifi insanlık hafızası içinde art alan ışıması veren bir sezgi veya ilhamdı. "Köylü milletin efendisidir" derken gerçekçi bir hakimiyeti milliye ve ulus devleti demenin kod meşruiyet dayanağı yeni süreçle mazideydi.
Herkesin işgale karşı kurtuluşu dinsel sandanslı bir düşünce içinde anladığı ortamda, "hakimiyeti milliye" de tarihsel değil, dinsel sandanslı bir anlamaydı. Bu anlayışa göre inancı olan egemendi. Nasıl?
Sansasyon olan süreçleriyle kolektif yapı içinde çıkıldı. Kolektif hafıza olmanın art alan ışıması dışında kalan tüm kısımları yeni yapı içinde kendi kolektif hafızasını unutmuştu. Kolektif hafıza ütopya durumuna gerilemişti.
Kasıtlı silinen kolektif hafıza nedenle "kolektif sahipli egemenlik" köleci bir sistem içinde kutsal bir varlığa verilmişti. Böylece kolektif sahipliğe karşı kolektif sahiplik üzerine çöken kutsal bir varlığın egemenliği ortaya konmuştu.
İnanılan bu kutsal varlık "mülk sahibi" ve rızk veren EL RIZK veya EL MÜLK olmakla yeni sürecin egemeniydi. İnsan kolektif emeği değil kolektif egemenliğini yitirmişti. Kolektif mal, mülk kolektif miras efendideydi. Efendi olan kutsallık size vaat ediyordu. Kutsal varlığın vaadinden ummanız için de siz ona ve onun egemenliğine inanıyordunuz.
Bu inancınız nedenle kutsal size mal mülk vermekle siz de bu durumda onun isteği ile egemen oluyordunuz. Osmanlı döneminde ve Osmanlı dönemi öncesinde kutsal egemenlik millet veya halkın din birliği içindeydi. Yani egemenlik köle ve köle sahibi olma ilişkisi içindeydi.
Egemenlik ümmet bileşenli olmayı ifade etmekle, saltanat (mal-mülk-rızk) sahibi ulul emre atıf ve itaatti. Bu anlayış sonuçta transfer bir anlayışla kutsal olan egemenlik saltanatının onaylayıcısıydı.
Saltanat sahibi Ulul emir, sanal bir mutlak olanın gölgesiydi. O halde egemenlik mutlak olandaydı. Gölge olan ulul emir; mutlak olanın temsilcisiydi. Yani ulul emir, kutsalı temsilen egemen olandı. Halk, düşünce ve davranışıyla, kimliğiyle, kuralları ile kutsalın iradesi ile egemen olanı temsil ediyordu.
Şu hâlde halk temsil ettiği egemenini, kurallarını, düşüncesini vs. seçmekle egemen olandan ötürü, egemendi. Halkın, egemen olan ulul emre boyun eğmesi; halkın ulul emrin egemenliğini tanımasıyla halkın, kutsal olanın vaadi, izni ve takdiri üzerinde egemen oluşuydu.
Yani hakimiyeti milliye deyimiyle söylenmek istenen bu inanıcı kalıpla ahali ne isterse o olur demekti! Ahalinin istemi de kul olmakla saltanattan yanaydı. Yani halkın hakimiyeti milliye ile istemi saltanattan yana belirmekle hakimiyeti milliye mal mülk sahibi saltanatta gerçekleşmiş oluyordu!. Bu bir hile ve kolektif olandan egemenlik transferiydi.
Yani ahalinin hakimiyeti milliye ile ya da milletin egemenliği denen söylem ile milletin sultana kulluğu kapsamında halkın saltanata bağlılığını anladığını, Mustafa Kemal bambaşka anlamla söylüyordu. Enkazdan kurtarılacak olana dayanak yapılacak olan Mustafa Kemal’in tarihsel koşulla bambaşka anladığıydı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.