- 944 Okunma
- 9 Yorum
- 4 Beğeni
SAYILARIN AR/K/ASINDAKİ ‘DÜNYA’
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Belki kısa yoldan anlatıma neden olduğu için belki de bize ‘kıstas yapmak’ için öğretilen ilk değerlerden biri olduğu için kendimizi ve karşımızdakileri sayılarla anlatıyoruz en çok. Bu sayıları arasındakilerin asıl değerler olduğunu göremeden ya da görmezden gelerek.
İllâ sayılar!
Günlük sohbetler arasında niteliği hiç irdelemeyen, hatta önemsemeyen rakamsal çok soru sorarız birbirimize. Kaç kilosun, boyun kaç, araban kaç model, telefonun kaç gb, maaşın ne kadar, kaç yıldır çalışıyorsun, kaçıncı katta oturuyorsun, kaç yıldır bu işi yapıyorsun?... O kadar sınırsızdır ki bu sorular.
Ama hepsi nicel!
İnsanları kategorize etmeye yarayan ama onları anlatmayan, tanıtmayan, öğretmeyen sorular. Bu yaklaşımla büyütülen çocuklar da erişkin hatta yetişkin yaşta bireyler olduğunda da kendilerini hâlâ nicel yönden anlatma çabasındadırlar ki bu da niteliği anlayamadığımızı ve bu nedenle de yakalayamayacağımızı gösterir.
Bir yakınımızın ilk kez karşılaştığımız çocuğuna sorduğumuz sorulardan biridir: “ Kaç yaşındasın?” Cevabı ezber, genellikle tek sözcükten oluşan ve sorana da sorulana da hiçbir şey katmayan bir sorudur bu. Öğrensek n’olur, öğrenmesek n’olur! Çocuğa ne katar bu soru? Kıvrak zekanın çıkış yaşındaki çocuk, şaşırır bu sorunun seviyesine. Başını eğip gözlerini devirerek mecburiyetten cevap verir! Bu arada notunu da verir afacan… )) Sohbet tıkanır, gerisi gelmez zaten.
Amaç, çocukla iletişime geçmekse, soruları ‘çalışmadığı yerden’ ve cümle kurmasını sağlayacak bir şekilde sormak hem onun kendini anlatmasını sağlar hem de sohbetin gerisi gelir, çağlayan gibi akar gider! Çocuk, kendini anlatmayı sever, hele de anlamaya hazır birini bulmuşsa. Sustur susturabilirsen ondan sonra!...:)))
Öğrenci okuldan gelir dersler, ödevleri sınavlar, sonuçlar… yeterince yorgundur. İçeri girip sınavların değerlendirildiği söylediği an, daha cümlesi bitmeden ilk soru gelir: “ Kaç aldın?” Ardından sayısal sorular devam eder. “Sınıfın ortalaması kaç?” “ Ahmet’le Ayşe kaç aldı?”
Ses yüksek, beden dili dominantsa, öğrenci gelecek fırtınadan hasarsız kurtulmak için ‘yalan söylemek’ zorunda bile kalabilir. Gerçekleri irdelemekten uzaklaşan, mazeretlere sığınmaya çalışan bir ‘insan modeli’nin temelleri böyle atılır!
“Bu sınav ve sonuç sana ne öğretti?” demek kaç ebeveynin aklına gelir? Baskı kurmadan sorulan bu soru, öğrencinin kendiyle hesaplaşmasını, eksiklerini görmesini, açığı kapamak için neler yapması gerektiği üzerine kafa yormasını sağlar.
Nobel Fizik ödülü aynı yıl iki Fizikçi arasında paylaştırıldığında Amerikalı Fizikçi ödülünü almak üzere sahneye geldi ve sesi titreyerek şu konuşmayı yaptı:
“Bu ödülü, beni bu günlere hazırlayan annemin anısına alıyorum!” Profesör, ağlamamak için bir süre yutkundu ve konuşmasını sürdürdü.
“Ben Batı Amerika’da küçük bir çiftlik sahibinin oğluydum, annem okuma yazma bilmezdi, babam da alıp sattığı hayvanların sayılarını yazacak kadar bilirdi. Dağınık bir yerleşim vardı oralarda, kasabayla aramız iki kilometreydi ve kardeşimle her gün okula gidip gelirken bu mesafeyi yürürdük. Bütün sınıflar bir odadaydık. Öğretmen hepimizle ayrı ayrı ilgilenirdi.
Eve geldiğim zaman annem bana her gün bir tek soru sorardı! “Bugün öğretmenini zorlayacak bir soru sorabildin mi?” Ona verecek cevabım olması için her gün öğretmenimizin yarın bize ne öğreteceğini sorar, birkaç raftan oluşan kitaplığı karıştırır, derste anlatılmayacağını düşündüğüm konuları aramaya başlardım. Bu arada zaten bütün konuyu öğrenir, bu arada bilinmeze ulaşmaya çalışırdım.
Benim bu çalışmamı fark eden öğretmenimiz de sınıfa daha hazırlıklı gelmeye başladı. Seviye kendiliğinden yükseldi!
Okuma yazma bile bilmeyen annem, farkında olmadan beni kimsenin bilmediğini bilmem gerektiğine, az bilinenleri araştırmaya yöneltip bilinmeyenleri açıklamaya yani bugünlere yönlendirdi. Bu başarımı anneme borçluyum!...”
.....................
Sıradan olmakla sıra dışı olmak arasındaki farka eğitim – öğretimle ulaşılamaz her zaman ama düşünmekle her zaman ulaşılabilir. Düşünen insan er ya da geç doğruyu bulur.
Oysa düşünmek öğretilemez!
11.11.2018 Serap IRKÖRÜCÜ
14.04.2019 tarihli ’Günün Yazısı’ değerlendirmesinde paylaşımımı taltif ederek onurlandıran Seçici Kurul üyelerine teşekkür ederim.
Saygılarımla.
YORUMLAR
Yazınız içine saklanmak anlatılanın peşine takılı kaybolmak bu olsa gerek.
Şu an büyük kızımla deniz kayısında oturuyoruz. Küçüğün sınavı var birazdan evde.
Geçen komutanın gece dersinde ne işlediğimi hiç sormamasını eleştirirken şimdi çocuklara bugün ne öğrendiniz; ne soru sordun gibi sorular soramadığını fark ettim. Ne aldın konusunda sıkıntı yaratmadım pek. “Fazla kafanıza takmayın; en fazla yüz; en az sıfır alırsınız” diyen biriydim ama keşke o soruyu sorsaydım diye de hayıflandım şimdi.
Bazen; yazılarınız ayna vazifesi görüyor bizlere tıpkı bu yazı gibi
Saygılarımla Serap Hocam
Serap IRKÖRÜCÜ
Oğlumun matematik başarısı çok üst düzeydeydi. Çiftli rakamları zihninden çarpar, çıkan sonuç üzerine işleme devam ederdi. Sonuca odaklanan ve öğrencisini çok iyi tanıyan öğretmenleri tam not verirken, her işlemi görmek isteyen öğretmenleri düşük not verirdi.
Buna üzüldüğü bir sefer: " Kural bu!.. Her iki öğretmenin de kendince doğru not vermiş. Biri inisiyatifini kullanmış, biri kullanmamış!.. Hayat da böyle!.. O nedenle birileri seni anlayıcaya kadar bunu kabullenmelisin." demiştim.
Türkçe başarısı da mükemmeldi. ( Bu arada özellikle belirteyim, tüm öğrenciliği boıyunca oğlumla toplam bir saat ders çalışamamışımdır. O, beni önce ve en çok 'anne' olarak görmek istedi, ben de onu zorlamadım. Öğretmen olan ebeveynler bunu çok iyi bilirler. )
Buna güvenerek, lise biri bitirdiği yıl bölüm seçeceği zaman " Gel seni TM bölümüze alalım, Türkiye derecesi yaparsın!.." dedim.
"Beni TM'ye almayı düşünüyorsan okuldan al!.. Çünkü ben biyoloji bölümünü seçip hücre incelemek istiyorum." dedi. Bir daha amaca yönelik hiçbir tercihine karışmadım.
Doktorasını da bu alanda yaptı, şimdi görevini de bu alanda sürdürüyor.
Demem o ki Ersin Bey, hiçbir şey için geç kalınmış değil!.. Önemli olan onların yeterliliklerine saygı göstermemiz, bu anlamda istedikleri zaman yanlarında olduğumuzu hissettirmemiz.
Zamanla, "Su akar, yolunu bulur" gerçekleşiyor, emin olun.
Sizin de kızlarınızda benzer kıvancı yaşamanız dileğimle...
Saygılarımla...
Serap IRKÖRÜCÜ
Sevgilerimle.
Güzel bir yazı. Nicelikten niteliğe, bilgiden bilince erişmeye güzel bir örnek:
Her birey annesinin bir eseridir. çalışma alışkanlığı, dürüstlük, yerine göre davranış, yeme içme vs.. eğitsel alışkanlıklarımızı ilkin annelerimizden almışızdır.
Toplum da bizim eserimizdir. Bizlerden yani fertlerden oluştuğuna göre... Sonuçta yine toplumun kültürü de annelerimizin eseridir.Yani toplum kültürünün temelinde de annelerin aşısıyla oluşmaktadır.
Fertler nicelik (sayısal) kültür ise niteliktir. Bu niteliğin kökü annelere dayanır.
" Ot kökün üstünde biter" deyim, ya da ata sözümüz buna güzel bir örnektir, diyor,
okuduğum yazıyı beğendiğimi belirtmek Sn yazarını kutlamak isterim! Nokta!
Serap IRKÖRÜCÜ
Eğitimde seviyesini yükseltmiş bütün toplumlar, kız çocuklarının eğitimine çok önem veren toplumlardır.
Her çocuğu anne büyütür ve eğitir. Onun donanımlı olması çocuklarının eğitim seviyeleri açısından hayata bir adım önde başlamalarını sağlar.
Türk kültürünün geçmişindeki anaerkil dönemde bu çok önemsenen bir değerdi. Cumhuriyetle beraber yapılan atak da bu öze dönüşü sağlamak içindi.
Değerlendirmeleriniz ve beğeniniz için çok teşekkür ederim Mustafa Bey.
Saygılarımla.
Serap hanım, (bizim, yaşayan) ünlü bir yazar bir yazısında öğretmene de ihtiyaç kalmadığını/kalmayacağını ifade ediyordu...
Sanırım, teknolojinin bu konuda sağladığı imkanları (konu anlatım videoları) ima ediyordu...
Teknoloji 'öğrenmenin öğretilmesi' hususunda bile rol oynasa da, bu durum öğretmen-öğrenci ilişkisinin cüzi bir bölümüne tekabül eder...
Çünkü öğretmen öğrenciye bilgi aktaran kişiden çok, insanın var oluşunun özünü ve kıymetini 'insanca ilişki' ile hissettiren ve benimseten kişidir...
Çünlü makineler çocuğa hissetmek istediği babacanlığı veya anaçlığı veremezler...
Çünkü öğrenmenin temelinde bunların yeri doldurulamaz...
Şu sözü bu noktada da kullanabiliriz:
"Şiirler, kültürlerin enerjiye dönüştürlmesi hakkındaki tezler üstünde çalışarak değil, Hiroşima'ya bakılarak yazılırlar-Jurgen Habermas"...
Saygılarımla.
Serap IRKÖRÜCÜ
Bilginin doğrudan aktarıldığı günümüzdeki ezber sistemle öğrenciler, araştırmaktan uzaklaştırmakla düşünmekten ve çözüm üretmenten de uzaklaştırılmış oluyor.
Oysa deneysel ve uygulamalı eğitimde verilerin verilmesiyle öğrencilerin araştırması ve sonuçlarından çıkarım yapmasıyla düşünmesi sağlanabilir. Ama nasıl düşüneceği öğretilemez.
Değindiklerinize katılıyorum, hiçbir teknoloji yön vermesi ve duygu yaklaşımı açısından öğretmenin yerini dolduramaz.
Doğa ve tarih, yaşanmışlıklardan yola çıkarak yaşanacaklarla ilgili çok şey söyler. Önemli olan bu gözlemi yapabilmek ve o ruhu yakalayabimek.
Yorumunuzla ve alıntı aktarımınızla yaptığınız değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ederim Sayın Yekta Atilla.
Saygılarımla.
Düşünmek gerektiği öğretilebilir. Yüce Allah, Kutsal kitabımız Kur'an ayetlerinde bize sık sık şu soruyu yöneltiyor. "Hiç düşünmez misiniz?"
Güne gelen yazınızı kutlarım.
Serap IRKÖRÜCÜ
Oysa her türlü yaptırımla bu engelleniyor, ve 'ben biliyorum, sen benim dediğime inan!' öğretisi eğitimde ve insanlıkta uygulanıyor. Bu da düşünmeyi öteliyor.
Zorluk yaşamayan kimse düşünmez. 'Zorunluluk en iyi akıl hocasıdır' derken bir bilge de buna işaret etmek istemiş.
İlginiz ve değerlendirmeniz için çok teşekkür ederim Mücella Hanım.
Saygılarımla.
Serap IRKÖRÜCÜ
Bu kadar geliştirilmiş eğitim sisteminin varlığına rağmen 2000'li yıllardaki insanlıığın durumu 'düşünülenlerin dayatıldığının ama herkesin tek tek düşünmesinin sağlanamadığının kanıtı' gibi geliyor bana.
İlginiz ve yorumunuz için teşekkür ederim.
Saygılarımla.
"Okuma yazma bile bilmeyen annem, farkında olmadan beni kimsenin bilmediğini bilmem gerektiğine, az bilinenleri araştırmaya yöneltip bilinmeyenleri açıklamaya yani bugünlere yönlendirdi. Bu başarımı anneme borçluyum!...”
Nobel Ödül Konuşması gayet formal bır ortamdır. Soru cevap değildir. Metinler önceden hazırlanıp, öyle takdim edilir. Yine de kendimi o salonda hayal ediyor ve fizikçiye şunu sormak istiyorum: "Siz annenize sonradan okumayı öğrettiniz mi? Yarınki gazete başlıklarını okuyabilecek mi, yoksa resminizi görüp 'Hayırdır inşallah!' mı diyecek?"
Yazınız bana Küçük Prens'in giriş bölümünü anımsattı; bir farkla: Sizin büyüklerin sorgulamaya yönelten sorular sormasını istiyorsunuz; Saint-Exupery ise çocukların önem verdiği konular üzerine soru sormalarını bekliyordu. Güne gelmenizi tebrik ederim. Saygılarımla.
Serap IRKÖRÜCÜ
Bir fikir yazısını masalla eşleştirmeniz çok ilginçti. Aktardığım örnek, ( geçmişinden ve geldiği yerden utanan insanları düşününce ) biraz dünya dışı kalıyor gibi. Acaba bu yönünü mü benzettiniz?
Çocukların neye önem vereceği büyüklerin onlara yeni yollar açmalarıyla gelişebilir, çeşitlenebilir. Kimse görmediği rengi tarif edemez çünkü. O nedenle bir atasözümüz 'Otu çek, köküne bak.' der.
Farklı yaklaşımlarıyla düşündüren ve ufuk açan yorumunuz ve değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ederim İlhan Bey.
Saygılarımla.
Sonuca kolay ulaşmanın kısa yollarını arayan ve pragmatizmi yanlış yorumlayan günümüz insan topluluklarında; düşünen, sorgulayan, araştıran ve öğrenmeyi arzulayan bireylere şiddetle ihtiyacımız var.
Konuyu değerlendiren yazınızı tebrik eder, sevgi ve saygılarımı iletirim.
Serap IRKÖRÜCÜ
Değerlendirmeniz ve beğeniniz için çok teşekkür ederim Ayşe Hanım.
Sevgilerimle.
Değerli Serap Hocam, öncelikle nitelikli yazınız adına size teşekkür etmeyi bir borç bilirim.
Nitelik ve nicelik her daim sürtüşmekte tıpkı insanlar birbirinden ayrılırken kıstas bildiğimiz düşünceler gibi ve de rakamlar...
Rakamlarla aram hep iyi olmuştur ama söze yeteneğin önüne geçmesine de izin vermedi.
Nicelik midir önem arz eden niteliksel bir sunum mu?
Hangi ara saydık da saydığımızı mı unuttuk yoksa hangi cümleyi kaç kere telaffuz ettik de içine kıstırıldığımız düzenekte neye ve kime ne amaçla değer biçtik?
Konuyu toparlamak gerekirse her anlamda varlığımız sorgulanıyor ve açılım getirmek yerinde dar açılı bir pencereden insanlar tanımlanıyor bu anlamda eğitim kadar kişinin birikimleri ve niyeti de önem arz etmekte.
Edebiyat denen ufkun her açılımı farklı bir esintiye sebebiyet vermekte ve gerçek manada eğitime ve değerlere önem veren insanlara da ihtiyacımız var.
Yeniden gelsem yazınıza başka bir açılım sunacağım da şüphesiz.
Saygıyla selamlıyorum değerli hocam.
Sevgilerimi ve iyi dileklerimi gönderiyorum.
Ve bir kez daha teşekkür ediyorum.
Serap IRKÖRÜCÜ
Sayılsal ve sözel değerler bir arada da olabilir. 'Tıbbiyeden her şey çıkar arada bir hekim çıkar' sözü çok duyulan ve çok yönlülüğü güzel anlatan bir söz.
Sizde de bu melekelerin beraber olması bir şans.
Sorgulamalarımız sözel cümlelerle yaparken sonuçların genellikle sayısala çıkması her zaman zannedildiği gibi metametiksel zekanın göstergesi değildir. Tam tersine bizim değerlerimizin ne kadar 'maddileştiğinin' göstergesidir, çünkü bu sorular insanlığa ve bilime hizmet etmez. Sadece toplumsal yarıştaki yerleri belirlemek ve ansanları 'kast usulü' kategorize etmek için kullanıldığında da toplumsal uzlaşıya ulaşılamaz.
Yazımı derinlemesine irdeleyen bakış açınız ve değerlendirmenizle beraber beğenileriniz için de çok teşekkür ederim.
Sevgilerimle.